“Alo Bülent!”

7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye siyasetinin karmaşık dehlizlerinde olan biteni anlayabilmek için sadece resmi demeçleri ve önümüzdeki günlerde yaşanacak karşılıklı görüşme turlarını izlemek katiyen yeterli değil. Biz Gerçek gazetesi ve sitesi olarak vurgulayıp duruyoruz: partiler arasındaki ilişkilere bakmak yetmez, her bir partinin kendi içindeki ilişki ve çelişkilere de bakmak gerekir.

Mesela Baykal faktörü. Bu tarihi (!) şahsiyetin, Tayyip Erdoğan’a yara bere içinde çıktığı seçimden üç gün sonra verdiği hayat öpücüğünü göz önüne almaksızın bundan sonra CHP’nin öteki partilerle yapacağı görüşmelerin mantığını kavramak mümkün mü? Artık Kılıçdaroğlu’nun önünde bir yeni “Güneş Motel” vakası olasılığı var. Bunun da AKP ile yapılacak görüşmeleri etkilememesi mümkün değil.

Değil ama karşı tarafta da epeyce karışık işler dönüyor. Mesela Bülent Arınç’ı ele alalım. AKP’nin kurucusu üçlünün, kendi deyimiyle “özgül ağırlığı olan” bu şahsiyeti, son dönemde hem Tayyip Erdoğan’a karşı yaptığı çıkışlarla, hem Erdoğan’ın fedailiğine soyunup oğluna kariyer yapmak için çırpınan Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ağız dalaşıyla öne çıkmış biriydi. Seçim gecesi Ahmet Davutoğlu, yenilgiye uğradığı bir seçimin ardından sanki İstanbul’u fethetmiş edasıyla balkon konuşmasını yaparken, biraz kendinden büyülenmeyi bırakıp arkasına dönüp baksa, Bülent Arınç’ın asık ve öfkeli suratını görürdü. İşte bu şahsiyet, Cumartesi günü CNN Türk’te yapılan bir programda kendisine sorulan soruları tilki kurnazlığıyla ve son derecede diplomatik bir dille cevaplarken aynı zamanda AKP’nin içinde ne kadar büyük bir çatlak olduğunu da ortaya koydu.

Arınç’ın son derecede netameli sorulara verdiği cevapların siyasetin diplomatik diline alışkın olmayan insanlarda pek de olağan dışı bir izlenim bırakmaması belki mümkün. Ne var ki, pek az gizlenmiş bir Tayyip Erdoğan karşıtlığı Arınç’ın her söylediğinden sızıyordu. Pek az gizlenmiş diyoruz, çünkü Arınç birkaç defa ifade etmekte olduğu fikrin Tayyip Erdoğan’a doğrudan bir eleştiri, hatta saldırı olarak algılanacağını bildiği için “şimdi beni söyletmeyin” anlamına gelen şeyler söyledi. Örneğin bir defasında “sayın cumhurbaşkanımıza saygısızlık etmek istemem” dedi. Demek ki söylese saygısızlık olarak yorumlanabilecek bir şey dile getirmiş olacaktı! Bir defasında ise çok bilge gibi görünen ama daha da ağır bir ifade kullandı. Çok sevilen bir klasik Türk musikisi şarkısının sözleriyle şöyle söyledi: “Mani oluyor halimi takrire hicabım.” Yani “utancım halimi anlatmama engel oluyor” Ne kadar ağır! Bülent Arınç, Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarından hicap duyuyor!

Nasıl duymasın? Tepki dolu. Program o kadar doluydu ki her şeyi anlatmaya sayfalar yetmez. Meraklı okurlarımızın görüşmenin bandını internette bulup izlemeleri bile tavsiye edilir. Birkaç örnek yeter. Mesela başkanlık tartışmasında kullandığı ifade şu oldu: “Siz günde beş vakit” (burada namaza referansın ağır kaçacağını düşündüğü için telaşla ekledi) “altı vakit, yedi vakit başkanlık sistemi derseniz bu olmaz”! Mesela, Kaçak Saray’ı eleştirenlerin bastırılmasını, susturulmasını, mahkemeye verilmesini katiyen onaylamadığını belirtti. Mesela halkın bir “maşeri vicdanı” olduğunu söyledi, her şeyi dinledikten sonra yüreğiyle karar verdiğini belirtti, öteki partileri “rakip” değil de “düşman” gibi gösteren saldırgan bir siyasi üslubun halkta ters tepki yaratacağını belirtti.

Konuşmanın ayrıntıları üzerinde durmaktansa şu çok önemli sonuçları vurgulamakta yarar var:

·         Arınç sürekli olarak AKP içinde seçim yenilgisinin nedenleri konusunda büyük bir tartışma yaşandığını ima etti. Ama bunu kamu önünde yapmanın gerekmediğini, partilerin iç tartışmalarının dışarıya aktarılmasının doğru olmadığını ifade etti. Yani AKP’nin içi kaynıyor.

·         Bu kaynamada iki temel tezin karşı karşıya geldiği seziliyor: Erdoğan ve avanesi, seçimin Ahmet Davutoğlu’nun yetersizliği dolayısıyla yitirildiğini ileri sürüyor. Bunu Bülent Arınç’ın Davutoğlu’nun seçildiği andan itibaren bütün performansını “mükemmel” olarak nitelemesinden ve seçimlerde de fedakârca çalıştığını vurgulamasından anlıyoruz. Görüşmeci “peki seçimde alınan sonuçlar?” diye araya girince de “onun bambaşka nedenleri var” diyor.

·         Bu da bizi ikinci teze getiriyor: parti içinde bir kanat seçim yenilgisinin faturasını en başta Tayyip Erdoğan’a çıkartıyor. Arınç, Erdoğan’ın saldırganlığına da, cumhurbaşkanında var olamayan yetkileri gaspına da, başkanlık sistemiyle yatıp kalkmasına da, 400 milletvekili istemesine de sahip çıkmadı. Bütün bunların her birinde elbette diplomatik bir dille parti arkadaşını korur gibi yaptı, ama sonunda “hesabı parti içinde göreceğiz”i ima eden bir yere ulaştı.

·         Arınç bugün Davutoğlu’nun yerine bir başkasının getirilmesine karşıdır. Bunu açıklıkla ifade etti. Bunu iki şekilde okumak mümkün. Yanlışına geçmeden doğrusunu vurgulayalım: Tayyip Erdoğan seçim yenilgisinin faturasını Davutoğlu’na çıkartarak onun yerine kendine çok daha fazla biat edecek bir şahsiyeti (Binali Yıldırım, Numan Kurtulmuş vb.) getirmeye niyetlenirse “biz Davutoğlu’nu savunuruz” demiştir.

·         Yanlış yorum ise Arınç’ın söylediğini “Davutoğlu kalsın, Abdullah Gül partinin başına gelmesin” olarak anlamak olur. Arınç stratejik bir adımdan değil, taktik bir adımdan söz etmiştir “Davutoğlu partinin başında kalmalıdır” dediğinde. Bunu şuradan da anlıyoruz: Arınç Gül’ü göklere çıkarttı. Ama bundan önemlisi, Davutoğlu’nun Abdullah Gül’ün kendi memleketi Kayseri’deki AKP mitinginde ve 30 Mayıs’ta İstanbul’da yapılan fetih mitinginde davet edilmesine rağmen bulunmaması hakkında “sitem”i konusunda sorulan soruya Gül’ün aktif göreve davet edilmediği bir dönemde “sen şu mitingde görün” diye çağırılmasının yanlış olduğunu belirterek, Davutoğlu’na karşı da Gül’e sahip çıktı. Arınç “Gül’ü yıpratmayız” diyor. Büyük görevlere hazırlıyor onu.

·         Eski bakanların yargılanması konusunda söylediği sözlerin herkes tarafından sadece bir yönüyle öne çıkartıldığını belirtmekle birlikte söylediğinden esas anlaşılan şudur: Bunu yapabiliriz, ama koalisyon şartı olarak açık açık öne sürmeyin.

·         Tam kesin değil, ama Arınç Baykal’ın meclis başkanlığına karşı gibi görünüyor. Meclis başkanının AKP’li olmasını dilediğini çok vurgulu biçimde söylemesi buna yorulabilir. Buradan da Arınç’in içinde olduğu eğilimin “İkinci Güneş Moteli” modeline çok yakın hissetmediğini çıkartmak mümkün.

·         Toplam olarak ortaya çıkan şudur: AKP içindeki çatlak hızla bir hizipleşmeye gidiyor. Her şey gibi bu çatlak da Gezi ile başlayan halk isyanı döneminde doğmuştu. Şimdi en az iki hizbe doğru genişliyor. Erdoğan kliği ve Gül-Arınç-(galiba) Davutoğlu hizbi.

Arınç televizyonda soru üstüne soruya pek az gizlenen biçimde Erdoğan’ı yerden yere vurarak cevap verdikçe, insanın şöyle bir şeyi hayal etmemesi mümkün mü? Tayyip Erdoğan Emine Hanım ve Bilal Bey ile oturmuş programı seyrediyor. Beş dakikada bir hop oturup hop kalkıyor, “Emine, duyuyor musun şuna bak, ne diyor bu adam yahu?” diye!

Sonra reklam arası oluyor, Tayyip Erdoğan cep telefonuna sarılıyor: “Alo Bülent”!