Ali Babacan-Ersin Özince düellosu: Burjuvazinin iç savaşı berdevam!
Mart ayı sonunda İş Bankası’nın Genel Müdürü ve Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince patladı! Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın yaptığı “polisiye tedbir almak istemiyoruz” açıklamasına cevaben, ta Erbil’den, hem de Başbakan’a gezisinde eşlik ederken, şöyle dedi: "Polisiye derken, herhalde geriye sanırım basındaki gibi gelip götürmek kaldı. Basındaki yöntemler uygulanacaksa, yok, teslim. Munzam karşılıklar artmaya devam etsin. Hatta tamamını verelim. Bu hakikaten şaka gibi... Polisiye ne tedbir uygulayabilirsiniz ki bir bankaya? Hukuk devletinde değil miyiz? Ne biçim ifadeler bunlar... Hangi polisiye?"
Özince’nin tepkisinin anlamını kavrayabilmek için Merkez bankası’nın bir süredir izlediği politikaları hatırlamak gerekiyor. Ekonomik kriz çerçevesinde ciddi sarsıntı yaşayan gelişmiş kapitalist ülke pazarları cazip olmadığı için, dünya çapında sıcak para son dönemde Türkiye gibi, Brezilya gibi, Hindistan gibi “yükselen piyasalar”a oluk oluk akıyor. Bu da bu ülkelerin ekonomisini bir “aşırı ısınma” tehlikesiyle karşı karşıya getiriyor. Türkiye’de buna ek olarak cari açığın roket hızıyla yükselmesi ek bir tehdit. Merkez Bankası, bu ısınmayı “soğutmak” için son dönemde bankaların kredi hacmini sınırlamaya yöneldi. Teknik deyimle, mevduata uygulanan zorunlu (ya da munzam) karşılıklar birkaç ay içinde % 6’dan % 15’e çıkarıldı. Bu şu demek: Banka aldığı her 100 TL mevduat için geçmişte 6 TL’yi kenara ayırıp 94 TL’yi kredilerine temel olarak alırken, şimdi 15 TL’yi kenara ayırıp sadece 85 TL’yi temel alabilecek. Bunun sonucu olarak, krediler daralırken bankaların da kârı ciddi şekilde düşüyor.Bankalar bu gelişmeye fena halde içerliyor. Ama kredi artışı hâlâ epeyce yüksek bir tempoda sürüyor. İşte Babacan “polisiye tedbir” demecini bu bağlamda verdi. Ama Özince’nin sorduğu soruyu tekrar sormakta yarar var: “Polisiye ne tedbir uygulayabilirsiniz ki bir bankaya?” Bütünüyle neoliberal ve küreselci olan, üstüne üstlük esas olarak teknik bir bakan olan, polemiğe çok ender giren Babacan liberalizmin küfür kabul ettiği “polisiye” terimini neden kullanmıştır?
Bu sorunun cevabı, tartışmanın ekonomik olduğu kadar politik olduğudur. Kamu bankaları bir kenara bırakıldığında, Türkiye’nin bankacılık sisteminin ezici bölümü Batıcı-laik sermaye ile onun yabancı ortaklarının kontrolündedir. AKP’nin esas itici gücünü oluşturan İslamcı finans kapitalin “katılımcı bankacılığı” (yani sözde faizsiz bankacılık) toplam bankacılık sisteminde sadece % 6-7’lik bir paya sahiptir. Öte yandan, bu İslamcı finans kapitalin başlıca sınıfsal müttefiki olan Anadolu’nun küçük ve orta ölçekli sermayesi (bugün KOBİ’ler olarak anılan sermaye dilimi), ezelden beri bankalardan şikâyetçidir. Dolayısıyla, banka sermayesi AKP açısından hem ekonomik olarak gücü sınırlanması gereken, hem de politik bakımdan uğraşılması gereken bir aktördür.
Babacan-Özince düellosunun siyasi karakteri, Özince’nin seçtiği benzetmenin politize niteliği ile de ortaya çıkıyor: “basındaki gibi gelip götürmek” ifadesi, Özince’nin Ergenekon davası etrafında son dönemde patlak veren büyük tartışmaya açık bir atıf yapması anlamına geliyor. Özince, aynen ABD ve AB yetkilileri gibi AKP hükümetine buradan yüklenmeyi bilinçli olarak seçmiştir.
Hükümet mensuplarının Özince’ye verdiği cevap da dikkat çekicidir. Babacan bütünüyle aşağılayıcı bir cevap veriyor: ”49 tane genel müdür var. Bizim her bankanın genel müdürünün söylediklerine tekrar cevap vermemiz, laf yetiştirmemiz gibi bir pozisyonumuz olamaz.” İş Bankası’nın genel müdürü öteki 48 bankanın genel müdürü ile aynı kefeye konamaz: bu banka özel sektörün karşılaştırmasız bir numarasıdır. Daha da önemlisi, Özince Batıcı-laik sermayenin çıkar kulüplerinden biri olan güçlü Bankalar Birliği’nin de başkanıdır. Yani 49 bankayı birden temsil etmektedir. Yani 49 genel müdürden herhangi biri değildir. Demek ki, Babacan titizlikle seçilmiş kelimelerle Özince’ye hakaret ediyor. Neden?
Sorunun cevabını bir başka bakanın, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün Özince’nin çıkışına verdiği yanıtta buluyoruz. Basına göre, Ergün, “kriz döneminde bankacılık sektörünün KOBİ’lere cimri davrandığını, hatta geri çağırdığını hatırlat”mış (Radikal, 1 Nisan 2011, s. 25). Bu, kriz döneminde hükümet ile bankalar arasındaki ilişkilerin gerilmiş olduğunu, Tayyip Erdoğan’ın bankaları açıkça KOBİ’leri iflasa itmekle suçladığını hatırlatıyor. Şimdi seçim öncesinde hükümet, Saadet Partisi, Demokrat Parti ve MHP gibi rakiplere kaptırmak istemediği küçük ve orta ölçekli sermayenin gözünde banka dünyasının devleriyle savaşan kahraman rolüne soyunuyor.
Ersin Özince bu düellodan sonra İş Bankası genel müdürlüğünden istifa etti. Ama bunun düellonun kendisi ile de, Batıcı-laik sermayenin kalesi olan bankacılık sektörünün kendisine sahip çıkmaması ile de ilgisi yok. Zaten Özince genel müdürlükten ayrıldı, ama İş Bankası’nın Yönetim Kurulu’nun başına getirildi. Yani şimdi icranın başı değil, sermayedarın baş temsilcisi. Burjuvazinin iç savaşı o cephede de sıhhat ve afiyette!