Şiddete karşı özsavunma, özsavunma örgütlenmeleri için emekçi kadınlar en öne!
Ekim ayı, 2010’dan bu yana en fazla kadın cinayetinin işlendiği ay oldu. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun açıkladığı verilere göre, Ekim ayında en az 48 kadın cinayeti ve 28 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Bu artış tesadüf değil. İstibdadın erkek egemenliğini körükleyen kadın düşmanı politikalarının, şiddeti engellemeye yönelik yasaların uygulanmamasının, kadınları koruması gereken devletin mahkemelerde faillerin sırtını sıvazlamasının ürünü.
Bu cinayetlerin hiçbirisi münferit olaylar da değil. Tıpkı Diyarbakır’da 8 yaşındaki Narin’in öldürülmesinin münferit olmaması gibi. Narin’in cansız bedeni kaybolduktan 19 gün sonra, evinin yakınlarında, üstelik daha önce 3 kez arama yapılan bölgede bulunmuştu. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Narin’in ölümünün ardından “Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söyleyemediğimiz şeyler var; çünkü aile, bizim dostlarımızdır” demişti. Bu, bir kadının, bir çocuğun canını koruyamamak değil, korumamaktır. İktidarın Narin’in hesabını sormak yerine, belki de kendi pislikleri de ortaya saçılacak diye failleri korumanın peşine düştüğünün itirafıdır.
Daha Narin’in acısı tazeyken, bu kez İstanbul’dan 6 yaşındaki Şirin’in boğularak öldürüldüğü haberi geldi. Şirin’in dilendirildiği iddia edildi, kaybolduktan 2 gün sonra cansız bedeni Feriköy mezarlığında, üzeri otlarla örtülmüş şekilde bulundu. Katil, soğukkanlı bir şekilde “Çocuk peşime takıldı, yanımda yürüdü. Mezarlığın orada çocuktan 200 lira istedim. Moralim bozuk olduğu için sinirlendim. Çocuğu mezarlığa soktum. Mezarlık içinde kızın üzerinde bulunan eşarpla iki mezar arasında boğdum.” diyerek suçunu itiraf etti. Şirin’i öldüren katil kadar, Narin’in faillerini cezasız bırakanlar, okula gitmesi gereken bir çocuğun sokaklarda dilendirilmesine göz yuman, 6 yaşında mezarlıkta boğulmasına sebep olan ve mezara sokan bu düzen de suçludur. Asıl suçlu bu yüzden erkek egemen kapitalist sistem ve istibdadın ta kendisidir.
Bu düzen, kadınları da çocukları da korumuyor. Bu zamana kadar hayatları elinden alınan kadınların, çocukların hesabını soralım, cezasızlıkla faillerinin cesaretlendirilmesine izin vermeyelim. Ama hiçbir ceza da gideni geri getirmiyor. O yüzden onlar korumuyorsa biz kendimizi, birbirimizi korumanın da araçlarını geliştirmek zorundayız. Devrimci İşçi Partisi, 2015 başında Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesinin ardından, 8 Mart meydanlarına “şiddete karşı özsavunma örgütlenmeleri” şiarı ile çıkmıştı. Çünkü özsavunma örgütlenmeleri demek, şiddetin şiddet anında savuşturulması demektir. Şiddet tehdidi karşısında kadınların birbirinden güç alması, şiddeti ortaya çıkarma cesareti göstermesi demektir. Özsavunma örgütlenmeleri, şiddete karşı kendini korumanın bir hak olduğu düşüncesinin yaygınlaşması demektir; ki şiddet uygulayanın, karşısındakini kendini savunmaya hazır biri olarak gördüğü zaman geri çekildiği biliniyor. Özsavunma bilinciyle kendisini korumaya hazır olduğunu hissettirmenin kendisi bile şiddeti başlamadan durdurabilecek bir etken. Ve özsavunma tek başına kendini savunmanın ötesine geçip örgütlü bir hâl alarak özsavunma örgütlenmelerine dönüştüğünde, işte o zaman gerçekten caydırıcı bir güç ortaya çıkar. Nasıl ki örgütlü ya da örgütsüz fabrikada işçilerin üzerindeki patron baskısı bir değilse, örgütsüz fabrikada patron her şeyi kendine hak görürken örgütlü fabrikada ayağını denk almak zorunda kalıyorsa özsavunma örgütlenmelerinin var olduğu koşullarda da erkek şiddeti bugünkü cesareti gösteremeyecektir. İşte bu nedenle Devrimci İşçi Partisi olarak şiddete karşı özsavunma örgütlenmeleri şiarını öne sürdük. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü yaklaşırken, bu çağrıyı bir kez daha tekrarlıyoruz.
Ortada tek tek failler olsa da asıl azmettirici, bu erkek egemen kapitalist düzense, ona karşı verilen her mücadele, ona karşı kazanılacak her mevzi, kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine karşı mücadeleye de bugün doğrudan bağlantılı gibi görünmese de katkı sağlayacaktır. İşte bu nedenle de şiddete karşı mücadelenin de, özsavunma örgütlenmelerinin de öncüsü, başta bugün işine, aşına, hürriyetin sahip çıkarak mücadele edenler olmak üzere emekçi kadınlar olmalıdır. Haydi emekçi kadınlar! Bugünden başlayarak, hemen şimdi fabrikalarımızda, işyerlerimizde, sendikalarımızda, mahallelerimizde, nerede ne kadar güç varsa o güçle özsavunma örgütlenmelerinin kurulması için mücadele edelim.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasim 2024 tarihli 182. sayısında yayınlanmıştır.