Münferit değil, erkek şiddeti
İnsan Hakları İzleme Örgütü Mayıs ayında Türkiye’de aile içi şiddet ve korumaya erişim ile ilgili “Kocadır, Döver de, Sever de” başlıklı raporunu yayınladı. Rapor kadınların kocaları ve aile bireyleri tarafından tecavüz, bıçaklama, hamileyken karnı tekmeleme, çekiç, sopa ve hortumla kemikleri kırılana, kafatası çatlayana kadar dövme, hayvanlarla aynı yere kapatma, aç bırakma, şok verme, damdan atma ve ağır psikolojik baskı gibi korkunç şiddet biçimlerine maruz bırakıldığını ortaya koyuyor. Raporda yer almayan kadın cinayetleri de gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinin değişmez parçası olmaya devam ediyor. Erkekler “namus” gerekçesi ile cinayetleri işlediklerini göğsünü gere gere mahkeme salonlarında ifade ettiklerinde, haksız tahrik indirimi gibi uygulamalar gündeme geldiğinde bu, başka erkekleri de cesaretlendiriyor.
Üstelik kadına yönelik şiddet, eğitim durumuna göre ya da farklı coğrafi bölgelere göre pek öyle değişiklik göstermiyor. Aynı raporda yer alan ve Ocak 2009’da Hacettepe Üniversitesi tarafından yapılmış olan Türkiye çapındaki ilk kapsamlı kadına yönelik şiddet araştırması verilerine göre, Türkiye’de kırsal kesimde yaşayan kadınların yüzde 47’si eş ya da sevgililerinden cinsel ya da fiziksel şiddet görüyor. Türkiye’deki kadınların tamamına bakıldığında ise bu oran yüzde 42. Bu iki rakamın yakınlığı neye işaret ediyor? Şehir merkezlerinde, kentlerde yaşayan iyi eğitimli, çağdaş, Batılı erkeklerin de eşlerine ya da sevgililerine cinsel ya da fiziksel şiddet uyguladığına! Üstelik bu araştırmalar kadınlarla yapılan görüşmeler, dava dosyaları ve başvurulara dayandığına göre, kırsal kesimde kadınların şiddete maruz kaldıklarını dile getirmelerinin, bu alandaki kamusal hizmetlere ulaşmalarının güçlüğü hesap edilince makas daha da daralacaktır. Demek ki çağdaş koca da hem seviyor, hem dövüyor!
Her gün başka bir kadın, erkeklerin “sevgi”sinin kurbanı oluyor. Bir yandan hangi ceza öfkemizi dindirecek diyoruz, diğer yandan da cezasız kalan her cinayet erkekleri biraz daha cesaretlendirdiğinden katillerin cezalandırılması için mücadele ediyoruz. Bu mücadelede kadınların yüreğine su serpen bir haber Ayşe Paşalı davasından geldi. Ayşe Paşalı’nın katili, şiddet uyguladığı için şikâyette bulunduğu kocasıydı. Mahkeme ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırılmasına karar verdi. Ayşe Paşalı cinayeti basına yansıyınca dönemin Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanı Aliye Kavaf, daha önceki cinsiyetçi açılımlarının gerisinde kalmayan sözlerle bu konudaki engin fikirlerini paylaşmıştı: “Yasalarımızda eksik yok, cinayet münferittir.” Yukarıda anlatılan her şey ve daha başka birçok veri, kadına yönelik şiddetin ve işlenen cinayetlerin neden münferit olmağını açıklıyor, biz Aliye Kavaf’a gazete okumasını tavsiye ederek geçelim.
Biz Ayşe Paşalı cinayetinin münferit olmadığını biliyoruz, ama asıl önemli olan davadan çıkan kararın da münferit olmaması için yargının üzerindeki mücadele baskısını sürdürmek. Çünkü yargı öyle kararlara imza atıyor ki, mücadelenin basıncı düşerse neler olabileceğini tahmin etmeye çalışmamız bile gerekmiyor. Ankara 16. İcra Hukuk Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü olarak çalışan ve Büro Emekçileri Sendikası (BES) İşyeri Temsilcisi olan Nejla Yıldız, kızının eski erkek arkadaşı tarafından 20 Ekim 2010 günü bir otobüs durağında öldürülmüştü. Öldürülmeden bir ay önce Nejla Yıldız, daha sonra katili olacak kişi hakkında kendisini tehdit ettiği için suç duyurusunda bulunmuştu. Nejla Yıldız’ın şikâyeti ile ilgili soruşturma ölümünün üzerinden dört ay geçtikten sonra tamamlandı ve savcı iddianamede Nejla Yıldız’ın ölümüne yer vermediği için, mahkeme Nejla Yıldız’ı 20 Aralık 2011’de yani ölümünden 14 ay sonra görülecek duruşmaya çağırdı. Üstelik cinayetin üzerinden yedi ay geçmesine rağmen bugün hâlâ dava açılmış değil. Meydanlarda yükselttiğimiz “Erkek vuruyor, devlet koruyor” sloganı bile yetersiz kalıyor. Nejla’yı koruyamayan devlet, cinayeti de görmüyor!
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2011 tarihli 20. sayısında yayınlanmıştır.