Kürtaj cinayet değildir, çünkü embriyo insan değildir
Başbakan kürtajın cinayet olduğunu söyledi. Sonra bunu yineledi ve kadınların bedenleri üzerindeki söz hakkının “çocuğun öldürülmesine” cevaz vermeyeceğini belirtti. “Ha doğumdan önce öldürmüşsün, ha doğumdan sonra” diyerek de bunu somutlaştırdı.
Cinayet, canlı insanların öldürülme edimini tanımlar. Halbuki, insan olmak şöyle dursun, embriyo hayvan olarak bile tanımlanamayacağından, kürtaj, yani henüz hamileliğin 10. haftasını aşmamış, dolayısıyla fetüs (cenin) evresine gelmemiş embriyonun tıbbi yardım vasıtasıyla tahliyesinin suç teşkil edemeyeceği, dolayısıyla kadınların “cani”, yani cinayet faili olarak görülemeyecekleri ortaya çıkar.
Dünyada her sene gerçekleştirilen kürtaj sayısı kırk beş milyon civarında tahmin edilmektedir. Yani her yıl bu sayıda embriyo tıbbi yardım alınarak tahliye edilmektedir. Ancak canlılığını sürdürme imkanı ortadan kaldırılmış embriyolar bu sayıyla sınırlı değildir. Her iki hamilelikten ancak birinin ilk üç aydan sonra devam edebildiği, kalanların kendiliğinden düştüğü dikkate alınırsa, bu sayıya en az dünyadaki toplam doğum sayısını eklemek gerekecektir. Dahası var; dünyada her sene milyonlarca doğum ‘yardımcı üreme teknikleri’ ile gerçekleştirilmekte, bu tekniklerle gerçekleştirilen her bir hamilelik için en az sekiz-on embriyo kullanılmakta, bu rakamın altında embriyo kullanımı sonucu başarıya ulaşılması halinde kalan embriyolar dondurularak saklanmaktadır. Bu embriyolar üzerinde hak sahibi olan çiftler, hamileliğin gerçekleştirilmesinin ardından bunlarla ilgilenmemekte, bazı ülkelerde beş yıl olan saklama süresi sona erdiğinde de bu embriyolar çoğu zaman çiftin onayıyla imha edilebilmektedir. Dileyenler, bazı ülke ve kurumlarda ek para ödeme pahasına, embriyolarının saklanmasını devam ettirme hakkına sahiptir. Aranıp sorulmayan, akıbetleriyle ilgilenilmeyen embriyoların bir kısmı tıpkı çocukların evlat edinilmesi gibi edinilerek hamilelik oluşturmakta kullanılabilmektedir. Böylece, her sene gelişimleri engellenmiş milyarlarca embriyodan söz edebiliriz. Cinayet, maktul varsa vardır. Eğer birden fazla cinayet varsa seri ya da toplu cinayetten, çok sayıda cinayet varsa katliamdan söz edilebilir. Maktul sayısının bunun çok ötesinde bulunduğu, fail sayısını kat kat aştığı durumlarda bakış açısını değiştirmek ve sıradışı addedilen durumun, olağan gerçekliğin bir parçasını teşkil ettiğini farz etmek daha akıllıca olacaktır.
Peki, embriyo canlı değil midir? Elbette canlıdır, ancak sperm, yumurta ve vücudun diğer hücreleri ne kadar canlıysa o kadar canlıdır. Ortada bağımsız bir organizma yoksa, vücudun bir parçasının canlı olması o parçaya otomatik olarak kişi hakları izafe etmeyi gerektirmez. Bir bedende her gün ölüme terk edilen, yani canlı iken cansızlaşan hücre sayısı milyonları bulabilir ya da aşabilir. Canlılıktan her söz ettiğimiz yerde canlı bir organizmadan söz ediyor olma zorunluluğumuz yoktur. Tıbbi yardım aracılığıyla düşürülmesine onay verilmiş olan embriyo, tıbbi olarak tahliye edilen bir tümör kadar canlıdır, ama tıpkı tümör gibi hiçbir koşulda kişilik haklarından faydalanmaya namzet, bağımsız bir organizma değildir.
Eğer embriyo insan değilse niçin düşük ya da kürtaj (yani tıbbi yardım eşliğinde düşük) travmatik bir deneyimdir? Öyledir, çünkü anne adayları hamilelikleri hakkında her şeyi düşünmek ve hissetmekte özgürdür. Hamileliğinin ikinci ayındaki bir anne adayı müstakbel çocuğunun erkek mi yoksa kız mı olduğunu hissedebildiğini düşünürken, bir diğeri müstakbel çocuğun karakterini sezdiği kanısında olabilir. Ne hissettikleri ve düşündükleri kendi bedenleri üzerindeki hakimiyetlerinin ayrılmaz bir parçasıdır ve alabildiğine meşrudur. Ancak annenin karnındaki müstakbel bebeğin, yani insan adayının henüz herhangi bir şey düşünüp hissetmediği kesindir. Zira, sinir dokusu henüz teşekkül etmemiştir. Embriyo bırakın insan olmayı, henüz hayvan bile değildir. Can, nefs, ruh gibi kelimeler metaforik anlamda kullanıldıklarında anlamlı bir işlev görebilseler de, sinir dokusunun olmadığı yerde varlıklarından söz edilemez. Bir insanın öldüğüne, beyin ölümünün gerçekleşmesiyle, yani embriyoda zerresi bulunmayan sinirsel faaliyetlerin tayin edici kısmının sona erdiğinin görülmesiyle karar verilir. Sinir faaliyeti sona erdiyse yakınlara hastanın kaybedildiği, yani artık insanlar arasında bulunmadığı haber verilir ve cenaze, yani kendisinin fiziksel olarak insanlardan uzaklaştırılması süreci başlar. Mevta, bundan sonra sadece sevenlerinin zihninde yaşar.
Denilebilir ki, bir embriyo kürtaj esnasında olmasa bile yakın bir gelecekte insan olacaktır. O halde o “potansiyel” bir insandır. Bu nedenle de “cari” insanlara tanınan her türlü haktan o da yararlanmalıdır. Potansiyel kavramıyla neyin kastedildiğinden emin olmak lazım. Yakından bakalım. Embriyo gerçekten bir ağaç tohumunun potansiyel bir ağaç olması gibi potansiyel bir insan mıdır? Embriyonun insana dönüşmesi, ağaç tohumunun ağaca dönüşmesi denli ‘mukadder’ midir? Her iki durumda da aynı süreç, yani bir potansiyelin kesintisiz biçimde kendisini açımlaması mı sözkonusudur?
Böyle olmadığını biliyoruz. Ağaç tohumundan faklı olarak, mesela bir heykelin potansiyel olarak mermerin içinde olduğu farz edilebilir, ancak realizasyonu, yani tecessüm etmesi sanatçının maharetine bağlıdır. Bir ağaç tohumunu bulunduğu yerden alın, benzer besleyici özelikleri gösteren bir başka yere koyun; yaşayacak, büyüyecek, gelişecektir. Embriyoyu rahimden alın, benzer besleyici özelikleri haiz bir yere koyun, canlılığını yitirecektir. Embriyo ve sonrasında fetüs, annenin içinde yuvalanmış, asgari bağımsızlığa sahip ayrı bir organizma değil, anne adayının bedeninden adım adım özerkleştirerek yaşatacağı, geliştireceği, büyüteceği bir parçadır. Anne ve babadan bağımsız biçimde vakumda değil, anne adayının bedeninin bir parçası olarak varolur. Doğuma giden yolda, anne çocuğu içinde saklamaz, bedeninin bir parçasını (şimdilik) erkeğin kısmi katkısıyla büyütür ve çocuk haline getirir. Kadınların bedenleri üzerindeki hakimiyetinin anlamı işte budur. Var edebileceğini yok etmek diye bir suç tasavvur edilemez.
Kadınlar var etmekle yükümlü değil, var etmekte özgürdür.
Bu yazı 11 Haziran 2012’de bianet sitesinde yayınlanmıştır.