Kadına yönelik şiddete karşı özsavunma örgütlenmeleri!

Kadına yönelik şiddete karşı özsavunma örgütlenmeleri!

25 Kasım 1960’ta, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden üç kız kardeş, bu mücadelelerinin bedelini canlarıyla ödediler. Erkek egemenliğinin kadın bedenine yönelik en vahşi saldırılarına maruz kalan Patria Mercedes, Minerva Argentina ve Maria Terasa Mirabel kardeşler, diktatörlüğün askerleri tarafından uğradıkları işkence ve tecavüzün ardından bir uçurumdan aşağı atıldılar. Ne var ki bu şiddet gerek yaşandığı ülkede gerekse tüm dünyada kadınları yıldıramadı aksine öfkelerini daha da körükledi ve Mirabel kardeşler, kadına yönelik şiddete karşı mücadelede tüm dünya kadınlarına ilham kaynağı oldu. 25 Kasım, 1981 yılında Kolombiya’da toplanan bir kadın kurultayı kararıyla “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü” ilan edildi. O tarihten beri her yıl kadınlar 25 Kasım’da şiddete karşı mücadeleyi biraz daha yükseltiyor.

Kapitalizm yarattığı teknolojiyle, ulaştığı “medeniyetle” övünüyor ancak kadına yönelik şiddet konusunda yüzlerce yıllık kanlı mirasını, sistematik olarak sürdürüyor. Emek gücünün yeniden üretiminin yani eş, çocuk hatta yaşlı bakımının bedavaya getirilmesi, güvencesiz ve ucuz olan kadın emeğinin sömürüsü kapitalizm için hayati önem taşıyor. Bu düzende kadına yönelik şiddet medya, yargı, yasama, kolluk kuvvetleri gibi sayısız araçla destekleniyor.

Bu sebeple Devrimci İşçi Partisi olarak erkek egemenliğine, şiddete ve bunu besleyen kapitalizme karşı mücadelede emekçi kadınlar en öne geçmeli diyoruz. Bununla beraber şiddetin yaşandığı anda müdahale edebilmek ve şiddeti savuşturmak için kadınlar olarak işyerlerinden, mahallelerden başlayarak yaygın bir biçimde özsavunma örgütlenmeleri kurmalıyız. Komşumuz evde şiddet görürken, arkadaşımız iş çıkışı tehdit edilirken, oturduğumuz kafede bir kadın ölümle burun buruna gelirken derhal harekete geçmeli, birlik olup müdahale edebilmeliyiz. Böyle bir örgütlenmenin varlığı bile bir süre sonra şüphesiz caydırıcı olacaktır.

Emine Bulut, Şule Çet, Nadira Kadirova, Ceren Damar...

Kadına yönelik şiddet Türkiye’de her geçen gün daha da yakıcı hale geliyor. Şiddetin vardığı son nokta olan kadın cinayetleri ise her geçen yıl artmakta. Geçtiğimiz Eylül ayında 53, 2019’da ise bu yazının yazıldığı ana kadar 341 kadının tamamına yakını tanıdıkları erkekler tarafından öldürüldü. Emine Bulut, Şule Çet, Nadira Kadirova, Ceren Damar basına yansıyanlardan sadece birkaçı. Ülke gündemini sarsan bu vakalarda dahi gördük ki devlet yine kadınları korumadı, caydırıcılıktan uzak yargı kararlarıyla, sündürülen soruşturma ve mahkeme süreçleriyle bu konuda en ufak bir iyileştirme yapmaya niyeti olmadığını ortaya koydu.

Emine Bulut

Geçtiğimiz Ağustos’ta Emine Bulut, eski eşi Fedai Varan tarafından 10 yaşındaki kızının gözü önünde boğazı kesilerek katledilmiş; Emine Bulut’un medyaya düşen görüntülerindeki son sözleri hepimizin aklına kazınmıştı. Olayın ardından Emine Bulut’un katili Fedai Varan’a “tasarlayarak ve canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle dava açılmıştı.

Açılan davanın ikinci duruşması 21 Ekim’de görüldü ve sanık, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, neredeyse her kadın cinayeti davasında otomatik olarak sanık lehine verilen iyi hâl ve tahrik ceza indirimine hükmetmeye davanın kamuoyu tarafından sıkı takibi sebebiyle cesaret edemedi. Ancak suçun nitelikli hali olan “canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme” ve “tasarlayarak öldürme”nin olayda bulunmadığına karar vererek ağırlaştırılmış müebbet istemini de reddetmeyi ihmal etmedi. Yani katil belirli bir süre sonra hapishaneden çıkıp rahatça gezecek.

Bu kararın, üstü kapalı şekilde verilmiş bir ceza indirimi olduğu açıktır. Emine Bulut’un katili Fedai Varan’ın gün boyu cebinde bıçağıyla Emine Bulut’u takip ettiği kolluk kayıtlarıyla sabitken ve Fedai Varan’ın ne kadar soğukkanlı bir şekilde cinayeti işlediği görgü tanıklarının ifadeleriyle de kanıtlanmışken; verilen cinayetin “tasarlanarak işlenmediği” kararı, mevcut adalet sisteminin ne menem bir işleyişi olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Günbegün artan kadın cinayetlerinde yüzlerce kadını kaybetmeye devam ediyoruz. Kadınların katilleriyse; en alt sınırdan cezalandırılıyor, iyi hâl ve tahrik indiriminden yararlandırılıyor, koşullu salıveriliyor. Sistematik şiddet sonucu ölümler gerçekleşmeden şiddete karşı hiçbir önlem alınmamaya devam ediliyor! Olayın gerçekleştiği gün, Emine Bulut’un 10 yaşındaki kızı ile birlikte emniyete giderek eski eşi tarafından takip edildiğini polise bildirdiğini, ancak tüm uyarılarına rağmen hiçbir önlemin alınmadığını, göz göre göre ölüme terk edildiğini hatırlayalım. Kadınları ne karakol ne yargı koruyor!

Şule Çet

Şule 23 yaşında, üniversite öğrencisiydi. 29 Mayıs 2018’de tecavüze uğradı, ardından tecavüzcüleri tarafından bir plazanın 20. katından aşağı atılarak öldürüldü. Savcılığın cinayete ilişkin soruşturma başlatmasından sonra 31 Mayıs 2018’de tecavüz ve cinayet failleri Berk Akand ile Çağatay Aksu’nun ifadelerine başvuruldu. Şahıslar aynı gün serbest bırakıldı. Şule’nin ailesinin ve avukatlarının uğraşları, olayın sosyal medyada yankı bulması sonucunda şahıslar ancak 14 Temmuz 2018’de tutuklanabildi.

Hâlihazırda devam eden davanın ilk duruşması Şubat 2019’da görüldü. İlk ve sonraki duruşmalarda, yargılama konusu cinayet ve tecavüz olmasına rağmen sanıklar ve avukatları, Şule’nin bakire olmadığına ilişkin deliller olduğunu söyleyerek mahkeme heyeti ve toplum üzerinde utanç verici bir şekilde algı operasyonu yapmaya çalıştı. Bir kadın cinayetini daha “o saatte orada ne işi varmış” türü açıklamalarla gerekçelendirmeye, meşrulaştırmaya çalıştılar.

Yargılama süresince açıkça görünen bir durum var: Kamuoyu Şule’yi bu derece sahiplenmeseydi sanıklar tutuklanmayacak, tutuklansalar bile ara duruşmalardan birinde salınacaklardı. Yargı, erkek egemen kapitalist sistemin kodlarıyla işlediği sürece kadın cinayetleri bitmeyecek, failler de hak ettikleri cezaları almayacaklardır.

Nadira Kadirova

Yaklaşık bir yıldır AKP’li milletvekili Şirin Ünal’ın evinde kayıt dışı olarak çalışan Özbekistan vatandaşı Nadira Kadirova, 23 Eylül akşamı Şirin Ünal’ın silahından çıkan kurşunla katledildi. Olay intihar olarak kayıtlara geçti ancak cinayet şüpheleri bir ayı aşkın süredir giderilemedi. Nitekim, Nadira’nın yakın arkadaşı Leyla Niyazova’nın savcılığa verdiği ifadeye göre Nadira, bir gece önce arkadaşıyla telefonda konuşurken ağlayarak Şirin Ünal’ın kendisini taciz ettiğini anlattı. Savcılık ise cinsel saldırıyı soruşturmak yerine Leyla’ya Nadira’yı fuhuşa teşvik edip etmediğini sordu. Nadira’nın cansız bedeninin otopsisi alelacele yapıldı, Özbekistan’a gönderildi. Bu şüpheli duruma rağmen Özbekistan devleti de kendi vatandaşı için otopsi yapmadı.

Nadira’nın abisi ve Kadirova ailesinin avukatı ise Nadira’nın bedeninde darp izleri olduğunu, cinayet şüphelerinin giderilmesi için gerekli incelemelerin yapılmadığını, polisin Nadira'nın arkadaşlarına ve kardeşine baskı yaparak şikayetlerinden ve tanık beyanlarından vazgeçirmeye çalıştığını ifade ediyor. Savcılık ise bu iddiaların karşısında gerekli numunelerin ve delillerin toplandığını ve incelenmek üzere gerekli yerlere gönderildiğini açıkladı. Ancak sonuca dair herhangi bir bilgi verilmedi, dava dahi açılmadı.

Ceren Damar

Ceren, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırma görevlisiydi. 2 Ocak 2019’da öğrencisi Hasan İsmail Hikmet, önce bıçaklayarak ardından da emekli polis olan babasının silahıyla ateş ederek Ceren Damar’ı canice katletti. Ceren, katledildiğinde henüz 26 yaşındaydı.

Cinayet faili verdiği ilk ifadesinde kopya çekerken yakalandığını ve hakkında tutanak tutulduğunu, Ceren Damar’ı bu yüzden öldürdüğünü söyledi. Cinayet günü tutuklanan şahıs hakkında “tasarlayarak ve canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme” suçundan dava açıldı. 27 Eylül’de görülen ilk duruşmada ise fail verdiği ilk ifadesini değiştirerek “sevdiğim kadın” diye nitelendirdiği Ceren Damar’la ilişkisi olduğu, maktulün birlikte olmak için kendisi üzerinde baskı kurduğu yalanlarını sıraladı.

Sanık avukatı Vahit Bıçak ise sanıktan beter söylemlerle şu an aramızda olmayan, cinayete kurban gitmiş gencecik bir kadını karalayarak “Müvekkilim cinsel saldırı suçunun mağduru olmuştur” dedi. Yetmedi “savunma hakkı” adı altında bu çirkin söylemlerine sosyal medyadan devam etti. Öğrencilerin tacizci öğretmenlere emanet edildiğine dair ifadeler kullandı. Böylece failin ilk savunmasını kimin aklıyla değiştirdiği de ortaya çıkmış oldu!

Kadın cinayetlerine ilişkin pek çok dava dosyasında, tıpkı Şule Çet’in bakireliğinin tartışılması, Nadira Kadirova’nın fuhuş yapıp yapmadığının sorulması gibi, kadınları suçlayıcı ifadelere yer veriliyor. Ancak Ceren Damar davasında katil ve katilin avukatı tarafından sarf edilen sözler bunun doruk noktası olmuştur. Katil Hukuk Fakültesi 4. sınıf öğrencisi, avukatı ise 2015 genel seçimlerinde AKP Ankara milletvekilliği aday adayı olan, bazı üniversitelerin hukuk fakültelerinde ders bile vermiş olan bir şahıs. Hukuk ve yargı sistemi bu insanlara emanetken mahkemelerden adil bir karar çıkmasını beklemek safdilliktir. Bu yüzden çözüm erkek egemen kapitalist sistemin hukukundan medet ummakta değil, özsavunma örgütlenmeleri ile kendimizi savunmak ve korumaktadır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2019 tarihli 122. sayısında yayınlanmıştır.