Emek örgütlerindeki kadınlardan mütevazı ama sağlam bir adım

İstanbul’daki DİSK, KESK, TMMOB, Tabip Odası ve Petrol-İş üyesi kadınlar, “Emek ve Meslek Örgütlerinden Kadınlar” adı altında, ortak hareket etme şiarını süreklileştirmek ve ileriye dönük kalıcı bir birliktelik oluşturmak amacıyla bir araya geldiklerini 8 Mart öncesinde ilan etmişlerdi. İlk ortak eylemleri 8 Mart çağrısı oldu. Bericap ve Campana’da direnişteki kadın işçileri ziyaret ettiler. 19-20 Nisan tarihlerinde sağlık emekçilerinin grevine destek oldular. 27 Nisan’da ise 1 Mayıs 77’de yaşamını yitiren kadın işçileri anısına Kazancı Yokuşu’na karanfil bırakarak tüm sınıf kardeşlerinin anılarını yaşatmak, katillerden hesap sormak için başta emekçi kadınlar olmak üzere tüm kadınları Taksim’e, 1 Mayıs meydanına çağırdılar.

Zaman zaman kadın emeği ile ilgili çeşitli konularda farklı platformlarda bir araya gelen kadınların ortak hareket etme iradesini sürekli kılmak yönünde bugün mütevazi de olsa bir adım atmış olmaları kadın kurtuluş mücadelesi açısından çok önemli. Bu sadece bir sürekliliğin sağlanacak olmasından ileri gelmiyor. Kadın hareketi içerisinde, genel olarak sosyalist sola duyulan tepki ile gelişen eğilimlerin, hareketin giderek işçi hareketinden ve dolayısıyla onun bir parçası olan emekçi kadınlardan uzaklaşması sonucunu doğurması karşısında, emekçi kadınları merkeze alan bir odağın gelişmesi anlamına geldiği için önem taşıyor.

Böyle bir birlikteliğin oluşturulmasında çıkış noktası, farklı sendikalardaki, meslek örgütlerindeki kadınların kendi örgütlerinde yürüttükleri çalışmalar üzerinden karşılıklı bir deneyim paylaşımının gerçekleştirilmesi idi. Çünkü toplum genelinde olduğu gibi kadınlar kendi sendikalarında ve meslek örgütlerinde de kadın emeğini görünür kılmak, bu örgütlerin kendi içinde süregiden erkek egemenliğine karşı mücadele etmek zorundalar. Ve bugün biraraya gelen kadınların üyesi oldukları örgütlerde bu alandaki mücadele açısından deneyim düzeyleri eşit olmadığı için, böyle bir paylaşım herkes açısından yararlı. Ama faaliyet alanını deneyim aktarımı ya da son dönemde çeşitli sendikalarda yaşanan taciz ve mobbing saldırılarından hareketle kadına yönelik şiddet ve cinsiyetçi uygulamalara karşı mücadele ile sınırlı tutması, bu birlikteliğin hem belli sayıda kadının ötesine geçememesine hem de kadınları sendikalarda ve meslek örgütlerinde sadece kadın sorunu alanına hapsederek bu sayılan amaçları bile yerine getirememesine neden olurdu.

Oysa Emek ve Meslek Örgütlerinden Kadınlar, bu amaçları da taşımakla birlikte faaliyetin merkezine kadın emekçilerin mücadelesinin ve örgütlülüğünün kendisinin yükseltilmesi hedefini koymuş durumdalar. Bu yaklaşım 8 Mart öncesinde biraraya geldiklerini ilan ettikleri basın toplantısında şu sözlerle ifade edilmişti: “Bizleri bir araya getiren nedenlerimiz çok açık. Kadınların örgütlü gücünü kuvvetlendirmek, kadın emeğini daha fazla görünür kılmak, kadın emekçilerin seslerini daha fazla duyurmak, emek ve çalışma alanına ilişkin yapılan tüm yasal düzenlemelerin ve uygulamaların kadın boyutunu gündeme taşımak, kadın emekçiler aleyhine yapılan tüm düzenlemelere karşı oluşturduğumuz ortak mücadele hattını perçinlemek.” Daha sonra yapılan grev ziyaretleri, 1 Mayıs çağrısı gibi pratikler de bu anlayışın örnekleri. Şimdiden en çok kadınları hedef alan esneklik, güvencesiz çalışma, ücret eşitsizlikleri, kreş sorunu gibi başlıklarda kadın emekçilerin örgütlülüğünü güçlendirecek tarzda kampanyalar düzenlemeyi önlerine koymuş durumdalar.

Bu mücadele bu gün ifade edilen yöneliş doğrultusunda büyüdüğü ölçüde, hem sınıf mücadelesi hem de kadın kurtuluş mücadelesi ileriye taşınmış olacaktır. Çünkü güvencesiz çalışan bir kadın için işten atılma tehdidi ile mesela işyerinde yaşadığı şiddet ve cinsel tacize ses çıkarmak daha zordur. İş güvencesi olmadığında her an karşısına dikilen geçim kaygıları nedeniyle mesela evde yaşadığı yaşadığı şiddete katlanmak zorunda kalabilir. Örnekler çoğaltılabilir. Ama şu bir gerçek ki sınıf mücadelesi alanında kadınların kazanacağı güvenceli, sigortalı çalışma koşullarına, sendikal hakların gelişkinliğine paralel olarak işyerinde tacize karşı ses çıkarmak, evde maruz kaldığı baskıya karşı durmak, bedenimiz bizimdir demek daha mümkün olacaktır. Elbette kadınların kurtuluşu için bunlar yeterli değildir ama bu alanın ne kadar önemli olduğu da ortadadır. İşte bu nedenle Emek ve Meslek Örgütlerinden Kadınlar’ın attığı bu adım, İstanbul’la sınırlı kalmamalıdır. Diğer şehirlere de yayılmalıdır. Bugün ulaşamadığı sendika ve meslek örgütlerindeki kadınlara da ulaşıp onları da mücadeleye katmalıdır.