Polonez işçisi nasıl kazandı?
Polonez işçisi 172 günlük direnişin ardından zafer kazandı. Bu zaferi doğru kavramak gerek. Zaferden kastımız işçilerin kıdem, ihbar, boşta geçen süre ve tüm bunlara ek olarak elde ettikleri maddi kazanımlar değil. Evet, Polonez işçisinin yaşadığı koşullara benzer koşullarda, sendikal yetkinin hilelerle engellendiği, sendikalı işçilerin tamamına yakınının işten çıkartılarak fabrika dışına atıldığı, fabrika içinde üretimin kör topal da olsa bir şekilde devam ettiği bir durumda bu kazanımları elde edebilen olmamıştı. Polonez işçisi aldığı her kuruşu söke söke almıştır. Ama yapılan haksızlığın ortadan kaldırılması anlamında işçinin hakkı elbette bundan fazlasıdır. İşçinin hakkı sendikalı olarak işbaşı yapmaktı. İşçinin anayasal hakkının tanınmasıydı. Sonuçta patron “parasını veririm Anayasa’yı çiğnerim” demiş oldu. Dedi ama pahalıya patladı. Polonez işçisi onlara tahmin edemeyecekleri kadar kabarık bir fatura çıkarttı. Polonez direnişinden sonra patronlar ayağını denk almak zorunda.
Çatalca’daki Polonez direnişinin Esenyurt’taki kardeşi Perfetti’de patron toplu sözleşme masasına geldiyse bundandır. Emin olun tüm patronlar Polonez’i çok yakından ve büyük bir endişeyle takip etmiştir. Perfetti işçisi ise Polonez’in direniş çadırlarına geldiğinde sadece sınıf dayanışması göstermiyor, aynı zamanda çok yoğun bir direniş stajı da görüyordu. Ve onlar Çatalca’dan Esenyurt’a dönüp fabrikanın önünde “şalter inecek bu iş bitecek” dediğinde patron bunun bir blöf olmadığını çok iyi anlamıştı. Türkiye’nin dört bir yanındaki işçiler Polonez’in zaferinden güç alacak ve mücadeleye atılmakta çok daha cesur olacak.
Türkiye’deki yargı sisteminin işleyişinde işçilere “gidin hakkınızı mahkemede arayın” demek “hakkınızın yenmesine sessiz kalın”, “mahkemeler yıllar sonra bittiğinde hakkınızdan geriye kalan kırıntılara razı olun” demektir. Polonez işçisi “alın teri kurumadan adalet istiyoruz” demiştir ve işçi sınıfına karşı işleyen bu adaletsizlik çarkına çomak sokmuştur. Polonez işçilerinin maddi kazanımlarını bir zafere dönüştüren işte budur. Bu öyle bir zafer ki Polonez işçisinin adı Kavel’in yanına yazıldı. Nasıl ki Kavel denince akla Koç’a ait bir kablo markası değil grev hakkını fiili grevle kazanan büyük işçi mücadelesi geliyorsa artık Polonez de bir sucuk markası değil işçi sınıfının “alın teri kurumadan adalet” talebinin sembolü olan bir büyük direniştir.
Bu zafer kolay kazanılmadı. Ama daha önemlisi bu direniş en zor koşullarda dahi zaferin mümkün olduğunu gösterdi. Zafere giden yolda işçilerin birlik ve dayanışması en önemli faktör. Bunun için mücadeleci öncü işçilerin varlığı olmazsa olmaz. Bu öncü işçilerin, işçiden aldığını işçiye harcayan bir sendikayla yola çıkması son derece önemli. Bu yolda onlara önderlik edecek, işçi mücadelesine meslekten değil gönülden bağlı olan, deneyimli, cesur, ahlaklı komutanlar da olmalı. Polonez işçisi, Tekel’in direniş geleneğini bugüne taşıyan, işçiden aldığı aidatı direnişteki işçiye harcayan Tekgıda-İş’le ve bu sendikal anlayışı yıllardır hayata geçiren Mustafa Türkel’le buluştu. Tekel’in önderlerinden Yunus Durdu Polonez işçisinin komutanı oldu. Polonez işçisi barikatları aşarken yine Tekel’in önderlerinden Suat Karlıkaya’yla birlikte savaştı. Polonez işçisi önderliği ile bütünleşti, zorluklar karşısında yılmadı, birliğini bozmadı. A planı tıkandığında B planına geçti. Bazen gelişine vurdu. Yeri geldi keçi gibi direndi yeri geldi tırtıl gibi ilerledi. Kelebek gibi uçmaya arı gibi sokmaya da hazırdı. Polonez işçisi böyle kazandı!
Devrimci İşçi Partisi olarak bizim de bu zaferde payımız oldu. Ama her zaman söyledik bizler olmasaydık da Polonez işçisi, birliğiyle, öncüleriyle, sendikasıyla ve komutanlarıyla kazanmaya muktedirdi. Biz bu mücadeleye güç verdik. Mücadelenin zaferini kolaylaştıranlardan olduk. Ama biliyoruz ki devrimci bir işçi partisinin görevi bundan daha fazlasıdır. Polonez işçisini zafere götüren bileşimi her zaman her yerde yakalamak kolay değil. Ama mutlaka gerekli. Bunun için işçi sınıfı içinde yeni bir öncü işçi kuşağını yetiştirmek, fabrikalarda mevzilenmek, tüm sendikalarda sınıf sendikacılığını yükseltmek, işçi sınıfını zafere götürecek komutanları kazanmak ve yeni komutanlar çıkarmak gerek! Tüm bunları başarmak için sınıfa güvenmek, sabırla ve sebatla çalışmak, işçi sınıfına komutan olmadan önce sınıf savaşının cephelerinde nefer olmayı bilmek gerek! Tüm bunların bilincindeyiz ve göreve hazırız. Tüm öncü işçileri de bu yolda göreve çağırıyoruz. Yalnız yürümeyeceğimizi biliyoruz!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2025 tarihli 184. sayısında yayınlanmıştır.