İstibdadın grev yasaklarını ve barikatlarını aşacağız: “Her yer Kavel her yer Polonez!”
Gece yarısı Resmî Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanı kararı ile DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’te örgütlü metal işçilerinin grevleri bir kez daha erteleme adı altında yasaklandı. Bu kararla birlikte AKP döneminde yasaklanan grev sayısı 21’e çıkmış ve bu alanda sermayenin partisi AKP ve onun lideri Erdoğan kendi rekorunu tazelemiştir. 12 Eylül darbesi ile mevzuatta yapılan değişiklikle grev ertelemesi bir yasaklama haline getirilmiştir. Çünkü 60 günlük ertelemenin ardından grev süreci yasal prosedür açısından tekrar başlamamakta, toplu iş sözleşmesi doğrudan Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağlanmaktadır. Yüksek Hakem Kurulu da bir darbe ürünüdür. Adındaki “hakem” ifadesi aynı “erteleme” kavramı gibi bu kurulun sermayenin bir aracı olduğu gerçeğini gizlemek içindir. Yüksek Hakem Kurulu hakemlik yapmak için değil sermaye adına, sermayenin isteklerini işçi sınıfına dayatmak için kurulmuştur ve bu işlevini her fırsatta yerine getirmektedir.
Hakem değil MESS hükümeti
Grev yasağı, işçilerin geçinebilecek bir ücret ve sosyal haklar için verdikleri mücadelede devlet gücünün patronlar için seferber edilmesidir. Grevler başlamadan önceki son toplu pazarlık görüşmelerinde MESS yetkilileri masaya işçiler tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan sefalet ücreti dayatmalarıyla gelmiştir. MESS patronları masadan kalkar kalkmaz da grev yasağı taleplerini iletmek için soluğu Ankara’da almıştır. Erdoğan’ın hükümeti bir sermaye iktidarı olduğunu yine göstermiş ve patronların talebini talimat kabul ederek grevleri yasaklamıştır. Yasağın Hitachi’de ilk grev pankartının asılmasından 10 gün sonra gelmesi anlamlıdır. Sermaye ve onun hükümeti işçilerin kararlılığını sınamıştır. Hükümet, Hitachi işçilerinin tam katılım ve kararlılıkla gerçekleşen grevine, aynı kararlılık ve coşkuyla Grid Solutions ve Schneider Electric işçilerinin de katılmasından sonra grev yasağı ile MESS lehine müdahalede bulunma ihtiyacı hissetmiştir.
Milletin güvenliğine aykırı olan sermayedir ve sermayenin iktidarıdır
Grevlerin “milli güvenliği bozucu nitelikte” olduğu iddiası temelsizdir ve dahası emperyalist tekeller lehine bir çarpıtmadır. Grevlerin yasaklandığı şirketler Amerikan, Japon ve Fransız sermayelidir. Yaptıkları üretim tamamen ihracata yöneliktir. Dolayısıyla iktidarın grev yasağıyla koruduğu şey milli güvenlik falan değil emperyalist şirketlerin kârlarıdır. Kaldı ki eğer bu şirketler yerli sermayeli olsa ve askeri/stratejik vb. nitelikte üretim yapıyor olsalardı da grev yasağı meşru olmazdı. Ortada “milli güvenlik” açısından stratejik nitelikte bir üretim olduğu varsayılsın. Eğer bir grev söz konusu ise bunun sebebi işçilerin “geçinecek bir ücret almadığımız sürece üretmiyoruz” demesi kadar aynı zamanda da sermayenin “eğer sefalet ücretlerini kabul etmezseniz üretmiyoruz” demesidir. Bu durumda devlet stratejik üretimin sürekliliğini sağlamak için bu üretimi yapan işçilerin geçinecek koşullara kavuşmasını temin etmek zorundadır. Eğer özel sermaye (ister yerli ister yabancı olsun), milletin kopmaz parçası ve çoğunluğu olan işçilere geçim koşullarını sağlamıyor ve üretiminin sürekliliği için sefalet koşullarını dayatıyorsa o takdirde bu fabrikalar işçi denetiminde kamulaştırılmalıdır. Madem belirli işletmelerin ürünlerinin milli güvenlik için vazgeçilmez ve stratejik nitelikte olduğu söyleniyor o zaman üretimin sürekliliği kâr güdüsüyle hareket eden yerli/yabancı özel şirketlerin tasarrufuna bırakılmasın, devlet tarafından garanti edilsin.
Grev yasağı gayri meşru ve haksızdır! Metal işçisinin fiili grevi meşrudur ve haklıdır!
Konuya bir avuç sömürücü ve zengin azınlık olan sermayenin değil milletin çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin gözünden bakmak bu gerçeği görmek için yeterlidir. Milli güvenliğe tehdit oluşturan milletin çoğunluğunu oluşturan işçiler değil yerli ve yabancı tekellerin kârlarını her şeyin üzerinde tutan sermaye iktidarı ve istibdad rejimidir. Tüm bu gerekçeler ışığında açıkça görülmektedir ki mevcut grev yasağı tamamen gayri meşru niteliktedir. Metal işçilerinin yasağa rağmen greve devam etme kararı haklı ve meşrudur. Milletin ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi halk bu haklı ve meşru mücadelede metal işçisinin yanında olmalıdır.
Grev yasağı hukuksuzdur, yasadışıdır, anayasanın ayaklar altına alınmasıdır!
Grev yasağı gayri meşru olmanın yanında hukuksuzdur da. Cumhurbaşkanı kararı, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 63. maddesine dayandırılsa da Anayasa’ya ve Anayasa mahkemesi kararlarına aykırıdır. İşçi sınıfı karşısında baskıcı ve keyfi bir istibdad uygulamasıdır. Metal Sanayicileri Sendikası’na (MESS) bağlı Hitachi, Grid Solutions, Schneider, Green Transfo adlı dört şirkete ait 10 işyerini kapsayan “torba yasak” milli güvenlik gerekçesiyle gerçekleştirildi. Oysa 2015 yılında yine Birleşik Metal-İş’in MESS’e karşı başlattığı grevler yasaklanmış, bu yasak kararı Anayasa Mahkemesi tarafından “sendika hakkı ihlali” olarak nitelenmiş ve hükümet sendikaya tazminat ödemek zorunda kalmıştır. Anayasa Mahkemesi kararı hükümetin erteleme kararını tek tek her işletme için ayrı ayrı gerekçelendirilmesini şart koşmuş ve bu anlamda “torba yasak” kararı alınamayacağını belirtmiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi ilgili kararında grevlerin milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu iddiasının temellendirilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Son grev yasağı hem bir “torba yasak” olması hem de “milli güvenlik” iddiasını temellendirmemesi dolayısıyla açıkça Anayasa’ya aykırıdır.
“Anayasal Hak Yürüyüşü”nden “Anayasal Hak Grevi”ne!
Bugün Birleşik Metal-İş sendikası ve metal işçileri gayri meşru grev yasağına karşı greve devam kararı almıştır. İstibdad rejimi grevi yasaklamış olabilir. Ancak kimse işçileri zorla çalıştıramaz. Grev yasağı ile sendika ve grev hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 51. ve 54. maddelerini ayaklar altına almış olan istibdad kimsenin zorla çalıştırılamayacağını öngören ve “angarya yasağı” getiren 18. maddeyi de hiçe saymaktadır. Buna karşılık 1963’te grev hakkını grevle kazanarak işçi sınıfına armağan eden Kavel işçilerinin yolundan giden metal işçileri bugün grev hakkını grevle savunurken sadece kendi ücretlerini ve sosyal haklarını değil aynı zamanda istibdada karşı, geçmişten bugüne işçi sınıfının dişiyle tırnağıyla kazanarak Anayasa ve yasalara kazıdığı hak ve hürriyetleri de savunmaktadır. 148 gündür iş, aş, hürriyet ve Anayasal sendika hakkı için mücadele eden Polonez işçilerinin Ankara’ya Anayasal Hak Yürüyüşü başlattığı ve önlerini kesen istibdada karşı 7. gününe giren açlık greviyle birlikte düşünüldüğünde, metal işçilerinin grevi de bir Anayasal hak grevidir!
Ayrı gayrı yok işçiler birleşin! Her yer Kavel her yer Polonez!
Polonez işçisi Türk-İş bayrağı altında yürümekte metal işçileri DİSK’in bayrağıyla grev iradesini ortaya koymaktadır. Metal grevlerinden Polonez direnişine dayanışma mesajları yükselmekte Polonez’in direniş çadırında metal işçilerinin grevi coşkuyla selamlanmaktadır. Kavel grevinin yolundan giden metal işçileri ve Tekel direnişinin yolunda yürüyen Polonez işçileri Ankara’daki asgari ücret tiyatrosunun ipliğini pazara çıkarmıştır. İktidarın hakem kılığında sermaye hizmet ettiği, milletin çoğunluğu olduğu halde asgari ücret komisyonunda azınlıkta bırakılan Türk-İş’e figüranlığın dayatıldığı, Ankara’daki kayıkçı kavgasından işçi sınıfının payına sefaletten başka bir şey düşmeyecektir. Ama Polonez işçisi adliye sarayının önünde direniş çadırında metal işçileri fabrikalarının önündeki grev çadırlarında “hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır” diyerek yolu göstermektedir. Amaçlar ortak, mücadele ortaktır! Konfederasyon ayrımı gözetmeksizin tüm sendikalar bu mücadelenin gereği olarak el birliği yaparak grev yasağına karşı metal işçilerinin Anayasal Hak Grevi’nin yanında ortak tutum almalı, Polonez işçisinin Anayasal Hak Yürüyüşü’nde saf tutmalıdır! Metal işçisinin grevi yasaklandığında dayanışma grevleri tüm MESS fabrikalarına ve giderek Türkiye sathına yayılmalı, Polonez işçisinin yolu kesildiğinde tüm emekçi halk hürriyet için yollara dökülmelidir. İş aş hürriyet mücadelesinin parolası: “Her yer Kavel her yer Polonez”dir!