İşçi sınıfı değilse kim? Şimdi değilse ne zaman? (İşçi Mücadelesi #32 - 17-06-2008)
Burjuvazinin iç savaşı bir tahterevalli oyununa dönüştü. Hafızlarımızı, cumhurbaşkanlığı tartışmalarını başlangıç noktası alarak tazeleyecek olursak, TSK'nın 27 Nisan 2007'de verdiği muhtıranın, dengeyi laik kanat lehine değiştirdiğini hatırlayabiliriz. 22 Temmuz seçimlerinin ardından ise %47 oyla AKP baskın çıkmış, ancak türbanı MHP'nin de desteğiyle yasallaştırdıktan sonra avantajlı konumunu hızla yitirmeye başlamıştı. Önce Anayasa Mahkemesi'nin AKP'ye kapatma davasını kabul etmesi, arada Yargıtay'ın yayınladığı muhtıra gibi bildiri ve son olarak yine Anayasa Mahkemesi'nin türban yasasını iptal etmesi ile denge yeniden laik kanat lehine bozuldu.
Tahterevalli oynadığı günleri hatırlayanlar bilir. Eğer ayaklarınızı yere değdirmeyi başarır ve oturağı da yere değene kadar ittirebilirseniz, karşı tarafın ağır basması artık çok daha zor hale gelir. İşte şimdiki tablo bu durumu çağrıştırıyor. Laik kanat ayaklarını yeniden yere basmıştır. Şimdi mesele, AKP yeniden avantaj kazanmadan tahterevalliyi tamamen yere sabitleyebilmesidir.
Türbana iptal kararıyla Anayasa Mahkemesi AKP'yi kapatacağına dair güçlü bir işaret vermiş oldu. Kapatmanın ardından AKP'yi bölme operasyonu veya erken seçim ya da daha büyük bir olasılıkla bunların her ikisi birden gündeme gelecek. Isınma hareketlerine çoktan başlayan Köksal Toptan ve eski AKP'li Abdüllatif Şener'in bu tür bir bölünmede rol almaya hazırlandıkları anlaşılıyor. Ancak kapatma kararı ve bölme operasyonu dahi AKP'ye son darbe olmayabilir. Kapatmanın ardından erken ya da ara seçim gündeme gelecektir. Ancak AKP hızlı davranıp mahkemenin kararını beklemeden de seçime gidebilir. Bu koşullarda seçimin sonuçlarını kestirmek ise olası değil.
Arka planda ise dünya ölçeğindeki krizin ekonomiye şiddetli bir darbe vurması olasılığı yatıyor. Ekonomide kötüye gidiş bir ihtimalden de öte bugün bir gerçekliktir. Faiz dışı fazlayı düşürerek ekonomide gevşeme sinyalleri veren AKP seçim yatırımlarına başlamış durumda. Kürt illerine özel bir destek paketi ile de burjuvazinin gözüne girmeye çalışıyor. Ancak ekonomideki bu gevşeme kriz karşısında sarsıntıya daha açık bir yapı oluşturuyor.
Belirsizliklerle örülü bu siyasi tablo ile ekonomik sarsıntı ihtimali bir araya geldiğinde bir askeri darbe ya da darbemsi bir girişim olası hale geliyor. Darbemsi girişim de ne oluyor demeyin. Son bir iki sene içerisinde burjuvazinin çeşitli güçlerinin kendi çizdikleri demokrasi sınırlarının dışına nasıl çıkabilecekleri konusunda her türlü yaratıcılığı sergilediklerine şahit olduk. Bir yüksek yargı organı iktidar partisini kapatma yoluyla düşürmeye girişti, üstelik bu girişim büyük olasılıkla nihayete de erecek.
Bu yaratıcılığın artmasında TSK'nın uzun süreden beri suskunluğunu korumasının da etkisi var. Ordunun suskunluğu, "sivil" alanda bütün kartlar oynanana kadar geri planda kalarak, bir aşamada hakem rolüyle müdahalede bulunma hesabına dayanıyor olabilir. Öte yandan Erdoğan ile Büyükanıt arasındaki Dolmabahçe görüşmesine ilişkin iddialar Büyükanıt'ın mecburen suskun kaldığına bir işaret olarak görülebilir. Bir başka olasılık ise Büyükanıt'ın AKP ile ABD'nin de arabuluculuğuyla bir anlaşma içerisinde olduğu ve şimdilik bu anlaşmaya sadık kaldığıdır. Özellikle Kürt hareketine karşı ABD ve Kuzey Irak'ın katılımıyla oluşan ittifak böyle bir olasılığın da azımsanmaması gerektiğini gösteriyor. Diğer taraftan TSK içinde alt kademelerin yukarıya müdahale yönünde basınç yapıyor olabileceğini de düşünmek gerekir. Bütün bunlar darbe veya benzeri bir girişim ihtimalinin göz önünde tutulması için yeterlidir.
Anayasa Mahkemesi'nin türban yasasını içerik yönünden bozmasının anayasaya uygun olup olmadığını tartışmak bir anlam taşımıyor. Zira özellikle cumhurbaşkanlığı tartışmalarından itibaren burjuvazinin, esas olarak da laik kanadın kendi dayandıkları gerici 12 Eylül anayasasını daha da gerici niyetler uğruna defalarca ezip geçtiklerine şahit olduk. AKP ise öncekinin gerici içeriğine dokunmadan kendi iktidarını güvenceye alacak bir anayasa hazırlamaya girişerek bu sürece katkıda bulundu. Burjuvazi için kaçınılmaz hale gelen bu hareket tarzının anayasasıyla, seçimleriyle, hukuk sistemiyle bütün bir burjuva düzenini hallaç pamuğu gibi attığını görmek gerekiyor.
Böyle bir siyasi ortamda çeşitli kesimlerden yeniden yükselmeye başlayan uzlaşma çağrılarına itibar etmek sendikal hareketin yapabileceği en büyük hatalardan biri olur. Çünkü burjuvazinin kanatları arasında bir uzlaşma bugün hem ihtimal dışıdır hem de mümkün olsa bile zorunlu olarak işçi sınıfının aleyhine sonuçlar üretir. Öte yandan, darbeci ve anti-demokratik eğilimlere destek vermek kadar, liberal saflardan yükselen yeni anayasa çağrılarına katılmak da yanlıştır. Zira bugünkü koşullarda bu, en az karşıtları kadar işçi düşmanı olan AKP'ye eklemlenmekten başka bir anlam taşımaz. Ayrıca gelişmelerin patlayıcı niteliği burjuvazinin bu tür zahmetli yöntemlerle oyalanmaya vakit ayıramayacak noktaya geldiğini gösteriyor.
Geçen birkaç ay içinde önemli mesafeleri alan ve son 1 Mayıs eylemiyle bir üçüncü odak olarak yükselebileceğini ortaya koymuş olan işçi sınıfının da sessizce beklemeyle, faydasız girişimlerle kaybedecek vakti yoktur. Siyasi ortam işçi hareketinin kendi bağımsız gücüne dayanarak çıkış yapması için son derece elverişli hale gelmiştir. Bu fırsat değerlendirilmediği takdirde yarın her şey için çok geç olabilir.
İşçi Mücadelesi işçi hareketine önerisini tekrarlıyor: Sınıf mücadelesine dayanan konfederasyonlar ötesi bir sendikal güçbirliği, bugün işçi sınıfı için hem bir olanaktır, hem bir gerekliliktir. Hak-İş'leşme tehlikesiyle karşı karşıya olan sınıf mücadeleci Türk-İş sendikaları, DİSK ve KESK büyük bir mücadele gücünün önünü açabilir. İşçi sınıfının kördüğümü kesebilmesi için gerekli kılıç ise devrimci bir işçi partisidir.