Ekonomik kriz ve sendikal örgütlenme

Ekonomik kriz ve sendikal örgütlenme

DİSK-AR (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi), 27 Şubat'ta kapsamlı bir Sendikalaşma Araştırması yayınladı. Araştırma, ekonomik krizin günden güne derinleştiği, sermayenin krizin bedelini emekçi halka ödetmek istediği bir ortamda, işçi sınıfının sendikal örgütlülüğünün bu saldırılara karşı ne denli hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Ama aynı zamanda araştırmanın ortaya koyduğu rakamlar, geçmiş yıllarla karşılaştırmalı olarak ele alındığında, patronların krizin bedelini işçi sınıfına ödetmesine izin vermemenin sadece bugün için değil, gelecek için de gerekli olduğuna işaret ediyor.

Resmi rakamlara göre Türkiye'de sendikalaşabilen işçilerin oranı %13,9. Ancak TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) bunu sadece sigortalı işçiler üzerinden hesaplıyor. DİSK-AR'ın araştırması, sigortasız kayıt dışı çalışan işçileri de hesaba katınca, bu oranın %11,4'e kadar düştüğünü gösteriyor.  Kamu emekçileri hariç Türkiye'deki 16 milyon 254 bin işçiden sadece 1 milyon 859 bini sendikalı. 2013-2019 yılları arasında, toplam sendikalı işçi sayısı 1 milyondan 1,8 milyona çıkmış durumda. Araştırma bunun temel nedeninin özellikle kamudaki taşeron işçilerin mücadelesinin bir sonucu olarak örgütlenmelerinin önündeki bazı engellerin kalkması olduğunu gösteriyor. Ayrıca sendikalı sayısındaki artışı, Türkiye'nin genç nüfusu ile toplam işçi sayısının artışından ve devletin işçi bürosu gibi çalışan konfederasyonların mücadeleci sendikal örgütlenmeye set çekmek amacıyla arkasına devletin desteğini de alarak büyümesinden ayrı da düşünmemek gerekir.

Ama bundan daha önemlisi toplu sözleşmeli gerçek bir sendika hakkını kullanabilen işçilerin oranının her yıl biraz daha azalması. 1 milyon 859 bin işçiden, 727 bini sendikalı olsa bile toplu iş sözleşmesinden yararlanamıyor. Onları çıkardığımızda toplu sözleşmeli çalışan işçi sayısı yalnızca 1 milyon 132 bin, yani işçilerin %7'si. Bir de toplu sözleşme hakkını kullanırken işçi sınıfının elindeki en önemli güç olan grevlerin yasaklanmasını da hesaba katın. AKP iktidarlarında, 7'si OHAL döneminde olmak üzere toplam 16 grev, erteleme adı altında yasaklandı. Bu 16 grev yasağı, 193 bin işçinin grev hakkını elinden aldı.

Peki bundan 30 sene önce işçilerin ne kadarı toplu sözleşmeli çalışıyordu? Bugün %7 olan oran, 1989 yılında %26,9! Başka bir deyişle 30 sene önce sendikalı ve toplu sözleşmeli çalışma hakkından, her 4 işçiden biri, bugün ise her 14 işçiden biri faydalanabiliyor. Bahar eylemleri ve Zonguldak maden işçilerinin mücadelelerinin damga vurduğu 80'lerin sonu ile 90'lı yılların başında bu oran hep %25-26 aralığında, 2000'li yıllarda %10-12 seviyelerine düşüyor, bugün ise % 6-7'ye kadar gerilemiş durumda.

1994, 1998-1999, 2001, 2008-2009 krizlerinin her biri işten çıkarmaların yanı sıra kazanılmış hakların tırpanlanması ve sendikasızlaştırma saldırısıyla birlikte geldi. Yani krize örgütsüz yakalanmak hem krizin bedelini ödemek hem de krizden daha da örgütsüz olarak çıkmak demek. Sendikal hareket içinde kriz döneminde sendikalaşmanın zorluğu haddinden fazla dillendiriliyor. Bu söylem sendika bürokratlarının yeni işyerlerini örgütleme külfetinden kaçınmak için sarıldığı bir gerekçeye dönüştü. İşten atılma korkusu bir gerçek ve bu korku kriz dönemlerinde artmaktadır. Ama bu korkunun üstesinden örgütlenmeyle gelmek mümkündür ve bunu yapacak olanların korkuyu gerekçe göstererek görevden kaçması kabul edilemez.

Üretimin canlı olduğu dönemlerde işçilerin elindeki kozların daha fazla olduğunu yadsıyamayız. Ama kriz dönemlerinde de işçiler sürekli saldırı altında olduğundan savunma refleksleri canlanmakta ve tüm işten atılma korkusuna rağmen örgütlenme isteği artmaktadır. İşçilerin işlerini ve haklarını koruma isteğinin bürokratların koltuklarını koruma refleksine üstün gelmesini sağlamalıyız. Krizin bedelini ödemeyeceğiz demekle olmaz. Bunun için örgütlenmek zorundayız!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2019 tarihli 114. sayısında yayınlanmıştır.