Büyük Zonguldak maden grevi ve yürüyüşü 25 yaşında!

1990-91 yılı dönemecinde, Zonguldak'ta maden işçileri Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinin en büyük, en etkileyici eylemlerinden birine imza atmıştı. Hükümet ile Genel Maden-İş Sendikası arasında yapılan ve 48 bin maden işçisini kapsayan toplu sözleşme görüşmelerinden bir sonuç çıkmaması üzerine başlayan aktif grevler, dayanışma eylemleri, Büyük Ankara Yürüyüşü olarak bilinen yürüyüş gibi eylemler 30 Kasım 1990-6 Şubat 1991 arasında sürdü. Bugün bu büyük mücadelenin 25. yılı.

Büyük Ankara Yürüyüşü'ne giden yol

23 Ağustos 1990'da başlayan toplu sözleşme görüşmelerinde Genel Maden-İş Sendikası, işçilerin 1980 sonrası kayıplarını dikkate alarak ücretlere yüksek oranda zam talep ediyordu. Hükümet ve dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal ise doğrudan taraf olarak sadece zamma karşı çıkmakla kalmıyor aynı zamanda KİT'lerin (Kamu İktisadi Teşekkülleri) özelleştirilmesi gerektiğini savunan neoliberal ekonomi politikalarını savunuyordu. Üç ay süren toplu sözleşme görüşmelerinde bir anlaşma sağlanamaması üzerine Genel Maden-İş Sendikası, 30 Kasım'da greve çıktı.

Kamu işletmelerinin tasfiyesi, özelleştirme politikaları ve işçi ücretlerine ilişkin hükümetin ve Özal'ın tutumu nedeniyle grev, maden işçilerinin toplu sözleşme için bir silahı olmaktan çıkmış, işçi sınıfının çok çeşitli kesimlerinden, sektörlerinden de destek almıştı. Türkiye'nin her köşesinde işçiler, maden işçileri ile dayanışma amacıyla iş bırakma eylemleri düzenliyordu, birer yevmiyelerini maden işçilerine gönderiyordu.

Sadece işçi sınıfı değil, Zonguldak da neredeyse bir bütün olarak maden işçilerinin mücadelesi etrafında kenetlenmişti. Zonguldak belediyesi işçileri iş bırakıyor, belediye ise işçilerden grev boyunca su parası türü tahsilâtı yapmayacağını açıklıyordu. Dükkânlar, camlarına grevle dayanışma için yazılar asıyor, hâsılatlarının bir kısmını maden işçilerine vereceklerini duyuruyordu.

Sendika greve devam ederken bir yandan hükümeti taleplerin kabul edilmesi için, diğer yandan da Türk-İş'i grevi aktif bir şekilde sahiplenmesi için zorluyordu. Hükümetle anlaşma sağlanmayınca 22 Aralık'ta sendika bir süredir planladığı Ankara yürüyüşünün kararını aldı. Yürüyüş 4 Ocak'ta başlayacaktı. Bir gün önce, 3 Ocak'ta Türk-İş'e bağlı sendikalardan işçiler bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. 4 Ocak'ta işçileri Ankara'ya götürmek için gelen otobüslerin Zonguldak'a girişinin engellenmesi, yürüyüşün atmosferini de belirledi. Neredeyse bütün Zonguldak maden işçilerini uğurladı, 48 bin maden işçisi, aileleriyle birlikte 100 bini aşkın emekçi, Ankara'ya doğru yürüyüşe geçti.

4-8 Ocak 1991

4 Ocak'ta işçiler 33 kilometrelik yürüyüşün ardından Devrek'e varıp geceyi burada geçirdiler. İşçilerin Ankara'ya kararlı ilerleyişi karşısında dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut, 5 Ocak sabahı Bolu'da Genel Maden-İş Sendikası Başkanı Şemsi Denizer ile bir görüşme yaptı. İşçilerin talepleri yerine getirilmeyince yürüyüş ikinci gününde de devam etti. İşçiler o gün polis ve jandarma komando birliklerinin barikatları ile karşılaştılar ancak kararlılıkları sonucu devlet, barikatı işçilere açmak zorunda kaldı ve yürüyüş Mengen'e ulaştı. Ertesi gün, 6 Ocak'ta hükümetin işçilerin direncini kırmak için yaptığı hamle, Bolu-Mengen yolunu keserek işçilere battaniye, yiyecek gibi yardımların ulaşmasını engellemek oldu. İşçiler geceyi jandarma ve polis barikatları ardında kar, kış ve soğukla mücadele ederek geçirmek zorunda kaldı. Bir gün sonra ise ilk saldırı gerçekleşti. 7 Ocak'ta devlet, 201 maden işçisini gözaltına aldı. Yürüyüşün devamı ve barikatın açılması için sendika başkanı Şemsi Denizer ve diğer sendika yöneticileri resmi yetkililerle görüşmeler yaptılar. CHP'li sendikacıların arabuluculuğu grev kırıcı bir rol oynadı. Sonunda, 112 kilometrelik yürüyüşün ardından İstanbul-Ankara karayoluna sadece 8 km kalmışken Şemsi Denizer, işçilerden gelen "Ölmek var, dönmek yok!" tepkilerine rağmen yürüyüşü bitirdiklerini ve Zonguldak'a döneceklerini açıkladı. İşçiler Zonguldak'a dönerken, Şemsi Denizer ve sendika temsilcileri Ankara'ya gittiler. Ancak bu görüşmelerden de sonuç çıkmadı ve Zonguldak'a dönen işçiler greve devam ettiler. Ta ki 25 Ocak'ta, bugün de çok aşina olduğumuz bir şekilde Bakanlar Kurulu Körfez Savaşı'nı gerekçe gösterip milli güvenlik bahanesiyle erteleme adı altında grevi yasaklayana kadar.

Bu kararın ardından 27 Ocak'ta maden işçileri iş başı yaptı. Sözleşme de 6 Şubat'ta işçilerin tam istedikleri oranda olmasa da ona yakın bir oranla, %147 zam karşılığında imzalandı.

"Silkele başkan düşecekler!"

2010 yılında Tekel işçileri Ankara'nın göbeğinde Sakarya Komünü diye andığımız 78 günlük o büyük mücadeleyi sürdürürken muhatabı o dönem başbakan olan Erdoğan'dı. Gezi ile başlayan halk isyanının ardından ortaya çıkan tapelere bile yansıyan şekilde, Sakarya Komünü Erdoğan'ın kâbusu olmuş, Tekel işçilerinin her adımına karşılık verme gereği duymuştu. Zonguldak işçilerinin eylemlerinin hedefinde de Türkiye Taşkömürü Kurumu'ndan (TTK) ziyade o zaman cumhurbaşkanı olduğu hâlde başbakan gibi davranan Turgut Özal başta olmak üzere hükümet vardı. İşçiler, "Yolumuz Ankara, hedefimiz Çankaya!", "Hükümet istifa!", "Çankaya'nın şişmanı, işçilerin düşmanı!", "Silkele başkan düşecekler!" sloganları ile yürüyordu. Siyasi iktidarın ve izlediği ekonomi politikalarının işçi düşmanı sınıf karakterini teşhir ediyor, işçi sınıfının bütününü hedef alan kazanımlarına yönelik neoliberal saldırılara karşı Türkiye işçi sınıfının önüne düşmüş mücadele ediyorlardı. Çünkü maden işçilerinin sözleşmeleri ve kamuda genel olarak tıkanan toplu iş sözleşmeleri üzerinden işçi sınıfının ekonomik ve siyasi talepleri arasındaki kopmaz bağı görmüş, bunun üzerine yüzlerini Ankara'ya dönmüşlerdi. 1990-91 Zonguldak maden mücadelesi, sadece kitleselliği ve kararlılığı ile değil, belki de daha fazla bu nedenle de Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinin en etkileyici, en büyük derslerini barındıran eylemlerinden birisidir.

Sendika bürokrasisine karşı mücadele

Maden işçileri her türlü zorluğa göğüs germiş, Ankara'nın yoluna düşmüşken, sendika yönetimi hükümetle yaptığı görüşmelerden sonra sadece Zonguldak maden işçisinin değil, belki de Türkiye işçi sınıfında bir patlama yaratacak mücadelenin önüne geçmiş, bir bakıma hükümeti ve Özal'ı ipten almış oldu. O mücadelenin elbette kazanımları oldu ama daha da ileriye taşıyabilecek potansiyeli de kaybedildi. Bu bakımdan, 1990-91 Zonguldak maden grevi ve Ankara yürüyüşünden çıkarmamız gereken ders, işçi sınıfının kontrolü bütünüyle sendika yönetimine bırakmadan, onun üzerinde de etki sağlayacağı örgütlenmeye sahip olması, tabandan denetimini kurması gerektiğidir. Bugün yaşadığımız birçok deneyim de bu gerekliliği bize tekrar ve tekrar gösteriyor. O yüzden bir kez daha tekrarlayalım: sendikaya üye ol, sahip çık, denetle!

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2016 tarihli 76. sayısında yayınlanmıştır.