Yüz yüze eğitimde ilk hafta: Devlet okullarında eğitim hakkı sınırlanıyor!
Sermaye düzeninin kamusal eğitim ve sağlığı bir yük olarak gördüğünü ve yıllardır pek çok iktidar tarafından özelleştirilmeye çalışıldığını biliyoruz. AKP iktidarları ise bu yönde çok ciddi adımlar attı. Eğitimi ele alacak olursak; bu iktidar, eğitimin niteliğini düşürmekten öğretmen atamamaya, devlet okullarından kesilen ödeneğin özel okullara teşvik olarak verilmesine kadar pek çok yöntem uyguladı. Ancak bugün, pandemi döneminde, çok daha cüretkar bir yol izliyor: Devlet okullarındaki eğitimi bütçe yok bahanesiyle yarı yarıya sınırlıyor!
Salgın nedeniyle okulların kapandığı Mart ayından beri Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk okulları açmak için yoğun bir çaba sarf edildiğini anlatıp durdu. Bu çabaların ne olduğunu ise aslında tam olarak kimse anlayamadı. Farklı senaryolar üzerinde çalışıyoruz dedi, ancak tek bir senaryonun planlandığı, onun da “tek bir kuruş harcamadan okulu normal zamanki gibi açmak” olduğu bugün görülmüş oldu. Önce ilkokul 1. sınıflar yüz yüze başlamıştı, geçtiğimiz pazartesi ise ilkokulların tüm kademeleri ile sene sonunda sınava girecek olan 8. ve 12. sınıflar da haftada iki gün olmak üzere başladı.
Eğitim döneminin başından beri hafta sonları gece yarısı hatta pazartesi sabah gönderdiği yazılarla o hafta ne yapılacağını söyleyebilen MEB süreci müthiş bir belirsizlik ve karmaşa ile sürdürüyor. Okulların açılacağını ise yine bir yazı ile birkaç gün önceden okul idarecilerine bildirebildi. Gönderdiği yazıda sınıfların ikiye bölünmesini, öğrencilerin iki gün gelecek şekilde ayarlanmasını ve bunun öğretmen normu yaratmadan halledilmesini söyledi. Özetle şunu dedi: “bizden tek kuruş çıkmaz, öğretmen filan da beklemeyin, okulları bir şekilde açın.” Hal böyle olunca okullar da, öğretmenlerin girdiği ders saatlerini değiştiremediği için öğrencilerin ders saatlerini yarıya indirdi. Bunun karşılığında müfredatın kısaltılmasını beklersiniz doğal olarak. Ama öyle olmadı. Özel okullar tam zamanlı ders işlemeye devam ederken, üstelik çok daha erken açılmışken, devlet okullarındaki öğrenciler onların yarısı kadar ders görüyorlar. Sene sonunda da aynı sınava girecekler…
MEB’in “benden bir şey beklemeyin, siz halledin” tavrı okulların fiziki koşullarının salgına uygun hale getirilmesi konusunda da geçerli. Okul idarecilerine “gereğini yapın” diyor sadece ve bakanlığın görevi burada bitiyor. Normalde MEB okulların sadece faturalarını ödüyor. Temizlik, kırtasiye ve eğitim malzemeleri, teknik, idari ve yardımcı personel giderleri okulların kendi bütçesinden yani velilerden topladığı paralarla karşılanıyor. Yüz yüze eğitimi başlatmak isteyen bir bakanlık, temizliği bile okullara bırakıyor. Okulların büyük çoğunluğu ise bu masrafı kaldıramıyor, böylece mahallelerin yoksulluklarıyla orantılı olarak hastalığın yayılma olasılığı da kat be kat artıyor.
İktidar, salgının bedelini emekçi halka işsizlikle, yoksullukla, hastalıkla ağır bir biçimde ödetiyor. Maaşlar daha elimize geçmeden, aldığımız her şeyden dünyanın vergisini alıyor ama hastalığa karşı korumadığı gibi çocuklarımızın da eğitim hakkını, geleceğini elinden alıyor. Bizden gasp ettiklerini para babalarına teşvik olarak veriyor. Kendilerine her gün test yapıyorlar, ambulans uçaklarla sağlık hizmeti alıyorlar, çocuklarına en iyi eğitimi aldırıyorlar, geleceklerini garanti altında tutuyorlar. Bu gidişe dur demediğimiz, baş kaldırmadığımız her gün, çocuklarımızın geleceğinden eksiliyor. İktidar emekçi halka geçmedikçe bize gelecek yok!