Türkiye Amerikan oyununa geliyor

Tayyip Erdoğan, “bir gece ansızın gelebiliriz” söylemini değiştirdi ve tarih verdi. Afrin’i işaret ederek askeri harekâtın bir haftaya kalmadan başlayacağını söyledi. Erdoğan’ın konuşmalarının ardından ABD ordusunun Suriye’deki sözcülerinden Thomas Veale konuştu ve sorun yeni bir boyut kazandı. ABD,  Kuzey Suriye’de PYD’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’yle 30 bin kişilik bir Sınır Muhafız Gücü oluşturacağını ilan etmişti. Türkiye hükümetinin “terörist” olarak tanımladığı güçler, ABD himayesinde ordulaşıyor ve haliyle olası bir harekâtta Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD’nin karşı karşıya gelmesi olasılığı doğuyordu.

Erdoğan, bu olasılığı açıkça değerlendirdi ve ABD’nin geri çekilmesini istedi. Oldukça da sert bir üslupla şunları söyledi: “teröristlerle aramızda durmayın, katil sürüleriyle aramıza girmeyin, aksi takdirde ortaya çıkabilecek istenmeyen hadiselerden biz sorumlu olmayız, terör örgütünün üslerindeki bayraklarınızı kendiniz indirin ki o bayrakları biz size teslim etmek zorunda kalmayalım.” Bu sözlerin sıradan sözler olmadığı açık. Ama büyük oranda da iç kamuoyuna yönelik söylenmiş sözler. En azından en sıcak şekilde gündemde olan Afrin’de herhangi bir ABD birliği ve bayrağı mevcut değil. İlk aşamada ve devamında daAmerikan askerleriyle herhangi bir karşılaşma beklenmiyor.  Dolayısıyla bu sözleri duyup heyecana kapılanlara biraz itidal tavsiye ederiz. Kazın ayağı pek de sanıldığı gibi değil.

Türkiye, ABD ile cephe cepheye mi geliyor? Yoksa ABD’nin oyununa mı geliyor? Suriye’deki durum Erdoğan’ın sözleriyle anlaşılamayacak kadar karışık ve tuzaklarla dolu. Bu yüzden yaşanan olgulara çok daha yakından, koşullarını ve çerçevesini ciddi biçimde analiz eden bir biçimde bakmak gerekiyor.

Erdoğan hâlâ ABD ile yürümek istiyor

Türkiye ve ABD’nin askeri bir çatışmaya girme ihtimalinin arttığını ama hâlâ çok düşük bir olasılık olduğunu belirtelim. Çünkü Erdoğan, AKP iktidarı ve Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD ile çatışmak istemiyor. Erdoğan’ın güya ABD’ye posta koyarken söylediği şu cümleye bakın: “Biz bölge politikalarını ABD ile yürütmek istiyoruz!”

Bu cümle laf olsun diye söylenmemiştir. Erdoğan’ın ve devletin resmi çizgisidir. Aksi olsa ve Türkiye, planlarını ABD ile çatışma olasılığı üzerine yapsaydı, Afrin’e, Mınbiç’e harekât düzenlemeden önce İncirlik Üssü’nün ABD’ye kapatılması, Genelkurmay’da görev yapan Amerikan generallerinin Ankara’dan kovulması, nihayet Türkiye’nin NATO’dan çıkmaya yönelmesi gerekirdi. Oysa Erdoğan ve AKP iktidarının itina ile bu tür hamlelerden kaçındığını görüyoruz. Tam tersine baştan beri izledikleri politika Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini ABD’nin çıkarlarıyla uyumlu hale getirmeye odaklanmaktadır. Türk askerinin, ABD ile ittifakta PYD’nin yerini almasıdır. Rakka operasyonu için ABD’ye önerilen bu olmuştur. Fırat Kalkanı ile sağlanmak istenen amaçlardan biri budur.

ABD, Türkiye’yi Afrin’e itiyor

ABD de Türkiye ile askeri olarak karşı karşıya gelmek istemiyor. Bu gayet açık şekilde görülüyor. ABD’nin Türkiye’nin olası bir Afrin harekâtına açıkça karşı çıktığı da vaki değil. Niye çıksın? ABD’nin ne Afrin’de ne de Rojava’nın diğer bölgelerinde Kürtleri düşündüğü yok. Sadece ve sadece emperyalist çıkarlarını düşünüyor. Öncelikle ABD’nin Suriye’deki stratejik planı, Fırat’ın doğusunda askeri üslerle donatılmış bir Amerikan nüfuz alanı oluşturmaya odaklanmış durumda. Afrin ve Mınbiç, Fırat’ın batısında kalıyor. Bunlar içinde Mınbiç’ten ayrı olarak Afrin’de ABD’nin doğrudan ve görünür bir askeri konuşlanması yok. Tam tersine bölgede, bugüne kadar Türkiye’yi müdahaleden caydıran bir güç olarak Rusya’nın birlikleri var. Türkiye Afrin’e askeri operasyonda bulunursa ABD’den önce Rusya ile ordusu ile karşı karşıya gelecektir. Rusya, TSK’nın önünden çekilirse Kürtler üzerindeki nüfuzu azalacaktır. Tersine, Rus askerleri TSK’nın karşısına çıkarsa (bugün bu ihtimal azalmıştır çünkü Rusya ABD ile bu kadar yakın işbirliği içine giren PYD’yi savunmak için aktif bir askeri tutum almaya istekli olmayacaktır), S-400’lerden Astana sürecine kadar, ABD’nin diplomatik ve siyasi çabalarıyla önleyemediği Türkiye-Rusya yakınlaşması ışık hızıyla çökecektir.

Afrin’e yapılacak bir askeri harekâtın, bu işin en önemli yanıdır, Türkiye içindeki Kürt sorununu alevlendirmesi kaçınılmazdır. Bunun siyasi bedelini ABD değil Türkiye’deki iktidar ödeyecek, acısını ise emekçiler ve yoksul Kürt halkı çekecektir.

Hal böyle iken ABD niye Afrin harekâtına karşı çıksın? Zaten karşı da çıkmıyor. Tam tersine Türkiye’yi provoke ediyor. Bunun için özel bir çaba içine girmesine de gerek yok. PYD ile yakın birkaç poz fotoğraf çekilmesi yeterli. Milliyetçisi, ulusalcısı, ülkücüsü, siyasal İslamcısı ile ABD’nin oltasına atlamaya hazır bir sazan sürüsü var Türkiye siyasetinde.   

ABD’nin pazarlık kozu Mınbiç 

Bu perspektifle baktığımızda ABD’nin olası bir Mınbiç harekâtına bile karşı çıkmayacağını öngörebiliriz. ABD’nin Afrin bölgesinden farklı olarak Mınbiç’te askeri varlığı bulunmaktadır. Ancak ABD daha önce birçok defa Mınbiç için TSK ile askeri bir çatışmaya girmeyeceğini belli etmiştir. Hatta ABD ve Türkiye arasında bölge DAİŞ’ten temizlendikten sonra PYD güçlerinin çekilmesine dair anlaşma bile yapılmıştır. Türkiye hükümeti sık sık bu anlaşmaya referans vererek ABD’ye sitemde bulunmaktadır. Bu anlaşma hayata geçmemiştir ancak tamamen etkisiz de değildir. Fırat Kalkanı sürecindeki El Bab muharebesinin ardından TSK ve ÖSO güçleri Mınbiç’e yöneldiğinde, ABD Türkiye’yle yaptığı anlaşma dolayısıyla aktif bir karşı duruş sergileyememiş, Rus askerleri araya girip bir tampon bölge oluşturarak Mınbiç’e yönelik taarruzun önünü kesmek zorunda kalmıştır.

Mınbiç, ABD açısından stratejik olarak elinde tutmayı planladığı bir bölge değil, pazarlıkta uygun fiyata elden çıkarmayı hesapladığı bir kozdur. ABD’nin, TSK’nın olası bir Mınbiç harekâtına fiilen mukavemet etmesi olasılığı son derece düşüktür. Böyle bir şey, sürecin hızla bir ABD-Türkiye savaşına dönüşmesine sebep olabilir. ABD açısından buna gerek de yoktur. Silah ve mühimmatla donatıp, eğitim verdiği güçler, ABD işin içine doğrudan girmeksizin, Fırat’ın doğusundan ikmal edilerek uzun süre direnebilir ve bölgeyi kaybetse bile karşı tarafa ağır kayıplar verdirebilir.

ABD açısından hem Afrin’de hem de Mınbiç’te TSK’nın yenilmesi değil ağır kayıplar vererek bölgede hâkimiyet kurması, adeta bir Pirus zaferi elde etmesi tercih edilecektir. Zira günün sonunda Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak misali Erdoğan ve iktidarının, karşılaşacağı askeri, ekonomik ve siyasi maliyetleri taşıması son derece güç hale gelebilir. ABD maliyetleri arttırmak, böylece Amerikan muhalefetinin iktidarlaşmasının yolunu döşemek için elinden geleni yapacaktır.  Bunun için AKP’nin Suriye’deki tüm kirli çamaşırlarını ortaya serebilir. Sadece Suriye’de değil Irak’ta, Libya’da, Sudan’da ve daha pek çok alanda Erdoğan ve AKP iktidarını “terörizm destekçisi” olarak suçlayabilir. Bu tür bir kampanya ile Erdoğan ve AKP’yi yıpratmakla kalmayacak, aynı zamanda Afrin ve Mınbiç’e yapılacak askeri harekâtı Suriye’nin kuzey ve doğusundaki kendi varlığına meşruiyet kazandırmak için kullanabilecektir. TSK’nın bu operasyonlarda kullanacağı tekfirci-mezhepçi çetelerin fotoğraflarıyla servis edilen birkaç haber dünya kamuoyunda ABD’nin isteyeceği etkiyi yaratmaya yetip de artacaktır bile. Tüm bunlara ABD’nin hâlihazırda Zarrab davası dolayısıyla elde ettiği siyasi ve mali kozları eklersek olası askeri başarıların bile Erdoğan ve AKP iktidarına istikrar getirmeyeceği açıktır.

ABD’nin sadık yâri: Türk milliyetçiliği

Erdoğan’ın iç politikadaki sıkışmışlığı, Kürt siyasetini tamamen TSK ve MHP’ye havale etmiş olduğu gerçeğiyle birleştiğinde, kendisini Afrin ve Mınbiç tuzağına çekilebilecek kolay bir av haline getiriyor. Erdoğan ABD’nin oyununa gelir ve tüm Türkiye’yi kurulan tuzağa düşürürse iktidardan bile düşebilir. Bu durum askeri bir fiyaskoyla birlikte yaşanırsa Afrin’i ve Mınbiç’i alacağım derken Fırat Kalkanı bölgesinden de olur. Eğer bu olmaz da ağır bedeller karşılığında TSK bu bölgelerde hâkimiyet kurar ama buna karşın Türkiye’deki Amerikan muhalefeti zaaf içine düşen Erdoğan’ı yenip iktidarlaşabilirse ABD’nin kazancı çok daha fazla olacaktır. Fırat’ın batısını zaten gözden çıkartmış olan ABD, sonuçta bu bölgeye bir NATO ordusu sokmuş olacaktır. Erdoğan’ın yerinde Gül, Akşener, hatta Kılıçdaroğlu gibi biri olduğunda (NATO’ya emir komutayla bağlı bir askeri rejim de aynı iş için kullanılabilir) TSK’nın bölgedeki varlığının ABD’ye çok daha çekici geleceğine kuşku yoktur. Kürtlerin itirazları petrol payıyla satın alınmış burjuva politikacılar aracılığıyla teskin edilecektir. Yine ABD, daha önce bin defa yaptığı gibi, PKK ve benzeri hareketlere karşı Amerikancı iktidarı milliyetçi sosla kamuoyuna pazarlayacaktır. Kim bilir o vakit belki daha önce Öcalan’ı teslim ettikleri gibi benzeri sansasyonel operasyonların önünü bile açarlar. Bugünlerde bırakın PKK liderlerinin Türkiye’ye getirilmesini, Kuzey Irak’ta PKK militanlarının MİT’çileri derdest edip rehin aldığına tanık oluyoruz. Amerikan emperyalizmi, yarım asırdan fazladır Türkiye’deki operasyonlarında Türk milliyetçiliğini kullanıyor. İşine geldiğinde yeniden kullanmak için yapması gerekeni iyi bilmektedir.

İşte Türkiye, Amerikan karşıtı demagojiyle süslenmiş Kürt düşmanlığı ile böyle bir tuzağa sürükleniyor. Aslında milliyetçilikle kör edilmemiş gözlerle ve dikkatle bakıldığında görülebilecek bir tuzak bu. Ama görmek tuzağa düşmemek için yeterli değil. Gidilecek doğru yolu da belirlemek gerekiyor. Erdoğan ve AKP, TSK ve MHP’nin desteğiyle Kürtleri hedef alan, ABD’ye çekil aradan diyen bir politika izliyor. Bu politika eninde sonunda Türkiye’yi ABD’nin eline düşürüp, tüm komşularıyla ve kardeş Kürt halkıyla düşman edecektir. Oysa izlenmesi gereken politika Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya geldiğinde Kürtleri emperyalizme karşı yanına çağırmasıdır.

Tabii ki bu süreçte pek çok şey kontrol dışına çıkabilir. Türkiye ve ABD’de siyasi iktidarlar askeri çatışmadan ne kadar kaçınırsa kaçınsın, gelişmeler, beklenmedik durumlar, kazalar ya da düpedüz provokasyonlar bir askeri çatışmaya neden olabilir. Bunun bir savaş halini alması mevcut durumda son derece düşük bir olasılıktır. ABD ile çatışma söz konusu olursa elbette ki dünya halklarının ve uluslararası işçi sınıfının baş düşmanı ABD emperyalizminin yenilgiye uğratılması için mücadele etmeye devam ederiz. Ancak bu olasılığı hesaba kattığımızda dahi, olası bir Afrin ve Mınbiç müdahalesine karşı çıkmak gerekir. Zira ABD emperyalizm ile kazara çıkacak bir savaş, hele ki Kürt halkını tamamını ABD’nin yanına itecek, Türkiye’yi Suriye’de işgalci konumuna düşürecek şekilde (Suriye devletinin TSK’nın bölgedeki varlığını resmen bu şekilde tanımladığını unutmamalıyız) gelişirse, bölünmüş ve birbirine düşmüş halkların emperyalizmi yenmesi nasıl mümkün olabilir? Bu yüzden Afrin ve Mınbiç tuzağından emperyalizme karşı zafer çıkmayacaktır!  

İkinci Barzani rolü Kürtler için intihar olur!

Kardeş Kürt halkının desteğini alan güçlerin, Ortadoğu’nun içinden geçmekte olduğu sancılı dönemde izlemekte olduğu politika, onlarca yıl boyunca sadece bütün bölgeye değil, bu halkın kaderine de damga vuracaktır. Bu bakımdan, Suriye Kürt hareketi PYD/YPG’nin, Sınır Muhafız Gücü adıyla kurulacağı açıklanan ve Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda ile kendi hâkimiyetini sağlamasında ABD’nin maşası rolünü oynayacak olan ordunun içinde yer alması, vahim bir gelişme olacaktır.  Böylece, Suriye Kürtlerinin en güçlü siyasi akımı ve onunla benzer bir politika izleyecek diğer Kürt örgütleri, ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusu için adım adım uygulamakta olduğu, şimdiden kurulmuş olan 12 askeri tesisin ön habercisi olduğu kalıcı hâkimiyet planlarının bir parçası haline gelecektir.

ABD’nin Kürtlerle ilişkisi yeni başlamıyor. 1991 Körfez Savaşı’nda da, 2003 ve devamında ABD’nin Irak’ı işgalinde de, Irak’ın kuzeyindeki bölgenin (bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi adını taşıyan bölgenin) Kürt hareketleri ve en başta Mesud Barzani, Kürtlere verilecek bazı haklar karşılığında ABD’nin destekçisi olmayı kabul etmişti. Barzani’nin, çeyrek yüzyıl bekledikten sonra, geçtiğimiz yılın sonlarında bir bağımsızlık referandumu düzenlediğinde nasıl sefil bir duruma düştüğünü hep beraber izledik. Bu, Irak Kürtlerinin sorunlarının sonu da olmayacaktır muhtemelen.

Şimdi Suriye Kürtlerinin aynı yola girmesi, tarihten hiçbir şey öğrenmemek, Kürtleri bölgenin diğer halklarına emperyalizmin ajanı gibi sunmak, bu nedenle yarın koşullar değiştiğinde ağır baskılar altında bırakmak anlamına gelir. Kaldı ki, Filistin halkının İngiliz emperyalizmi sayesinde özgürlük elde etme hayallerinin, sonunda 100 yıllık bir sömürgeciliğin pençesine düşmüş olduğu hiç unutulmamalıdır. Kürtleri de aynı gelecek bekliyor. PYD yetkililerinin ABD’nin Suriye’de uzun süre kalmasını kendilerinin de istediğini açıklaması, emperyalizme açık çek niteliği taşımaktadır.

Elbette, PYD/YPG’yi emperyalizm yanlısı bu yönelişinden dolayı eleştirirken, Suriye’nin ve diğer ülkelerin Kürtlerini bu yönelişe iten bölge ülkelerinin hâkim sınıflarının bundaki sorumluluğunu ilk planda tutmak gerekir. 20. yüzyılın neredeyse tamamında kardeş bir halkın, bırakın kendi kaderini tayin hakkını, kendi varlığını ifade etmesini bile kurşunla, işkenceyle, idamla cezalandıranlar, bugün ABD emperyalizmine bölgede bir köprübaşı elde etmek bakımından mükemmel bir fırsat sunmuş olduklarını görmezlikten gelerek, aynı inkâr ve imha politikasını daha da güçlü biçimde sürdürmeye can atıyorlar.

Bugün Ortadoğu’da, emperyalizmin bütün tarihi boyunca Hindistan’dan Kıbrıs’a her yerde uygulamış olduğu “böl yönet” politikasının çocukların bile anlayacağı kadar açık ve yüzsüz bir örneğiyle karşı karşıyayız. Buna rağmen Türkiye’de AKP yönetimi başta olmak üzere, hâkim sınıf güçleri bu politikanın tuzağına düşmeye devam ediyor. Görev emperyalizm yanlısı politikaları yerden yere vururken ezilen Kürt halkını kucaklamak, onu Türk emekçilerin yanına çekerek emperyalizmi bütün bölge halklarıyla birlikte Ortadoğu’dan kovmaktır.

 

Emperyalizmi enternasyonalizmle yeneceğiz! 

Devrimci İşçi Partisi’nin politikası tüm kardeş halklarla birlik olup Amerikan emperyalizmini kovmanın yolunu açmaya odaklanmıştır. Emperyalizmle kazara çatışmayı değil anti-emperyalist bir programın işçi sınıfının gücüne ve halkların kardeşliğine dayanarak uygulanmasını öngörmektedir. Düşman ABD emperyalizmi ise, bakılacak yer Afrin ya da Mınbiç değil Adana’daki İncirlik’tir. TSK sınır dışına çıkmamalı, Türkiye NATO’dan çıkmalıdır. ABD’nin er ya da geç ihanet edeceği Kürt halkına samimi bir kardeşlik eli uzatılmalıdır. Bu samimiyet Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını tanıyarak ortaya konmalıdır. Bu politikalar ABD’nin elindeki kozları yok etmeye ve zayıflatmaya, anti-emperyalist cepheyi genişletmeye ve kuvvetleri toplamaya yönelik bir politikadır. Emperyalizme karşı zaferin yolu da başka türlü açılamaz. Milliyetçilik tuzağa çekiyor ve felakete sürüklüyor, enternasyonalizm haklı bir kavgaya çağırıyor ve emperyalizme karşı zaferin tek mümkün yolunu gösteriyor.