Sömürü ve zor kullanma

Önce gazetecileri ve milletvekillerini, aydınları ve akademisyenleri, sonra bunu genişleterek kendilerinden olmayan, kendilerini eleştiren hemen herkesi terörist ilan etmek, olmadı herhangi bir terör örgütüyle “iltisaklandırmak” iktidarın artık tek sermayesi; son çareleri ise iç savaş tehdidinden başka bir şey değil. Osmanlı Ocakları ne güne duruyor? Ya Sadat denen şirket ne için kuruldu? Anayasa referandumundan kısa bir süre önce AKP Manisa İl Başkan Yardımcısının “Bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazırlanın” demesi, çok daha yakın bir zamanda Cumhurbaşkanlığı Arşiv Müdürünün “Her eve bir otomatik tüfek ve 1000 mermi projesi şart” ifadesi boş yere değil anlaşılacağı gibi.

Sömürü, elbette gaspa dayalı. Emekçilerin kıdem tazminatına el uzatılması, taşeron düzeninin yaygınlaştırılması, grevlerin engellenmesi ve yasaklanması, performans kriterlerinin uygulanarak kamu çalışanlarının güvencesiz bırakılması, sağlık ve eğitim sisteminin giderek daha fazla özelleştirilmesi, üniversitelerin şirkete dönüştürülme çabaları, bu gaspa dayalı sömürünün örnekleri. Üstelik yatırım yok, işsiz çok, enflasyon artıyor, neoliberalizm son demlerini yaşıyor, 2008’de başlayan büyük depresyondan çıkış için burjuvazinin çıkarları çerçevesinde henüz dünya çapında bir çözüm bulunabilmiş değil. Tüm dünyada ve Türkiye’de genel eğilim, üst sınıflarda çarpıcı bir zenginleşme yaşanırken aralarındaki rekabet ve çatışmalarda yoğunlaşma; alt sınıflarda hızla yoksullaşma; devletin mali kriz içerisine girmesi. İşte tam da bu nedenle zor kullanımı, sömürünün devamı için sermaye açısından zorunlu. İktidar açısından ise iktidardan gitmemenin bir yolu, çünkü hem ulusal hem de uluslararası alanda çok suçları var. Bu nedenle iktidardan kuzu kuzu gitmelerini beklemek hata, zira onlar için iktidardan gitmek yargılanmak demek. Üstelik iktidarın yanında bu suça burjuvazinin, bürokrasinin, asker takımının önemli bir kısmı da ortak.

Ama zor kullanımı da para isteyeceğinden, giderek daha fazla sömürü, bunu devam ettirebilmek için de her gün giderek daha fazla zor kullanımı gerekir. Sonu olmayan bir gidiş. Bu yüzden de “vatan, millet, Sakarya” söylemiyle halkın bir kısmını diğer kısmına karşı kışkırtmak, herkesin başına bir asker ya da polis dikemeyeceklerine göre, özellikle kendilerinden saydıkları herkesi bir asker ya da polis haline getirmek, yapabilecekleri son “çözüm”. Dolayısıyla Doğu Perinçek gibi bir faşistin AKP iktidarını desteklemesi kimseye şaşırtıcı gelmeyecektir elbette. Ne demişti 2014’te Erdoğan: “Bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkâr gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hâkimdir hakemdir.”

Kısacası gaspa dayalı sömürü, bunu devam ettirmek için zor kullanımı ve giderek iç savaş tehdidiyle halkı korkutma, sindirme. Çok açık görülmektedir ki, Türkiye, sadece ekonomik değil fakat aynı zamanda bir rejim krizi içerisindedir ve bu krizin faturasının işçi ve emekçilere yükleneceğini söylemek bir kehanet olmayacaktır. Bu durumda işçi ve emekçilerin dostlarına ve sosyalistlere bir şey yapmak kalıyor: İşçi ve emekçiyi AKP’den koparmak, onları kendi çıkarları çerçevesinde örgütlemek. Elbette kendi dar çıkarlarını aşabilir ve kendilerini sürekli sağa çekmeye çalışanlara karşı çıkabilirlerse bunu yapmaları mümkün olacaktır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2017 tarihli 94. sayısında yayınlanmıştır.