İstibdat rejimine doğru bir adım daha
Erdoğan, Davutoğlu’nu ezdi. Önce mobbing (psikolojik yıldırma) uyguladı. Davutoğlu’nun il ve ilçe başkanlarını atama yetkisini, AKP yönetimindeki adamlarını harekete geçirerek elinden aldı. Ardından “pelikandosyası” adlı bir internet sayfasından yayınlanan bir bildiri ile muhtıra verdi. Ardından Davutoğlu’nu Saray’a çağırarak fiilen istifasını aldı. Şimdi Davutoğlu 22 Mayıs’ta AKP’yi olağanüstü kongreye götürecek ve bu kongrede de aday olmayacak.
Erdoğan 7 Haziran seçimlerinin sonucu işine gelmeyince meclisi feshetmiş ve 1 Kasım’da yeni bir seçime gidilmesini sağlamıştı. 1 Kasım’dan sonra ise Davutoğlu ile ters düştü. Şimdi sadece Davutoğlu’nu görevden uzaklaştırmıyor. Fiilen meclisi feshettiği gibi Başbakanlık makamını da feshediyor. 1 Kasım’da bir seçim değil eşitsiz koşullarda ve bombaların gölgesinde bir oylama yapıldığını söylemiştik. AKP bu oylamanın sonucunda iktidarı bir kez daha gasp etmişti. Şimdi de 22 Mayıs’taki AKP kongresinde herhangi bir seçim yapılacağını düşünmek abesle iştigal etmek olur. Tayyip Erdoğan kimi aday gösterirse o oylanacak ve AKP’nin başına getirilecek. 22 Mayıs AKP’nin 1 Kasım’ı olacak.
Bu noktada Erdoğan’ın Berat Albayrak gibi kesin şekilde kendisine bağlı ve tamamen arkadan yöneteceği bir kişiyi aday göstermesi şaşırtıcı olmamalı. Erdoğan fiilen kendisini yürütmenin başı haline getirecek bir seçeneği tercih edecektir. Bekir Bozdağ, Mehmet Müezzinoğlu ve Binali Yıldırım gibi isimler de telaffuz ediliyor. AKP’nin başına kim atanırsa atansın ona verilecek vazifenin Erdoğan’ı “başkan yaptırmak” olacağı ise kesin.
Bu tablo Türkiye’nin eli sopalı parlamenter rejiminin içinin giderek boşalmakta olduğunu ve adım adım parlamentarizmin tasfiye olarak sopanın tek adamın/kliğin eline geçtiği bir istibdat rejimine doğru ilerlediğini gösteriyor. Bu gelişmenin sancılı olmayacağı düşünülemez. Erdoğan, 7 Haziran sonrasında meclisi feshedip 1 Kasım seçimlerini dayatırken ülkeyi yangın yerine çevirmekten geri durmamıştı. Öyle görünüyor ki kendini başkan yaptırmak üzere yaptığı hamleler çok daha kanlı ve çalkantılı bir süreç başlatabilir.
Erdoğan sadece kendi partisini değil MHP’yi ve CHP’yi de kendi istediği doğrultuda şekillendirmek için müdahalelerde bulunuyor. En kötü zamanlarda hep kendine koltuk değneği olan Bahçeli’yi MHP’nin başında tutmakta kararlı. CHP sadık bir düzen partisi olduğundan onu kâh Baykal’ı kullanarak kâh HDP umacısıyla kâh istikrar vaadiyle kendi çizgisinde tutuyor. HDP’lileri ise dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla tümden tasfiye etmenin peşinde. Bugün amaçları için kendine bağlı yargıyı fütursuzca kullanmaktan çekinmeyen Erdoğan ve kliğinin, yine kendilerine bağlı çete, mafya ve kontrgerilla oluşumlarını da aynı fütursuzlukla kullanacağı unutulmamalıdır.
Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki kriz her ne kadar Erdoğan’ın iktidarını perçinlemesiyle sonuçlanmış gibi gözükse de, Davutoğlu ezik bir görüntüyle kenara çekilmişse de tam tersine yaşanan süreç Erdoğan kliği ve AKP iktidarının zayıflıklarının, çelişkilerinin ve artık kronikleşmiş krizlerinin bir göstergesidir. Erdoğan, tümüyle çökmüş dış politikanın, Suriye’de yaşanan siyasi hezimetin tüm faturasını Davutoğlu’na kesecektir. Davutoğlu’nu paralel yapıyla ilişkili gösterecektir. Yine Davutoğlu’nu tasfiye ederken, alttan alta tabana Davutoğlu’nun Batı’nın ajanı olduğu izlenimini verecektir. Hepsi koca birer yalandır. Suriye’de Erdoğan ve AKP’nin çizgisi çökmüştür, iflas etmiştir. Sorumlusu bizzat Erdoğan’dır. Vaktiyle paralel yapıya ne istediyse veren de zaten bizzat Erdoğan’ın kendisidir. Erdoğan karşısında Gül’lü, Gülen’li, Kılıçdaroğlu’lu bir Amerikan muhalefeti vardır. Meral Akşener’le MHP’den de bu muhalefete daha etkin bir katılım sağlama çabaları mevcuttur. Ancak Amerikan muhalefetinin varlığı Erdoğan’ın Amerikancı olduğu ve emperyalizme hizmet ettiği gerçeğini değiştirmez. Randevu almak için Obama’nın kapısını aşındıran, Suriyeli mültecileri kullanarak Alman emperyalizmi ile her türlü kirli anlaşmaya girişen de kendisidir.
Erdoğan kendisini sıyırıp faturayı Davutoğlu’na kesmesine rağmen, Erdoğan/AKP iktidarının çelişki ve krizlerinin hiçbiri çözülmüş değildir. Bununla birlikte Erdoğan ciddi şekilde müttefiklerini yitirmeye devam etmektedir. Daha önce yitirdiği müttefiklerini TSK içinden ve Perinçek gibi ulusalcılardan ikame ettiği gibi, yeni güçler bulamazsa ilk sarsıntıda mevcut krizler daha sarsıcı şekilde kendisini gösterecektir. Erdoğan’ın İsrail ve ABD’ye kendisini desteklemesi için yanaşması ya da uçak krizini de Davutoğlu’na yıkıp Rusya’ya karşı tükürdüğünü yalaması şaşırtıcı olmayacaktır.
İşçiler, emekçiler Amerikancı Erdoğan kliğinin demagojilerine de Amerikan muhalefetinin kendisini sureti haktan göstermesine de kanmamalıdır. “Oy verin gitsinler” diyen CHP’nin, güya kendini laiklik ve cumhuriyetin teminatı olarak gösteren TSK’nın, HDP’nin “seni başkan yaptırmayacağız” söyleminden dönmesi için gece gündüz çalışan sağcı-solcu liberallerin bu gidişata engel olmak bir yana, bu gidişattan sorumlu olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye’nin bir istibdat rejimi altında Suriyeleşmesini ve kanlı savaşlara sürüklenmesini engelleyecek tek seçenek işçi sınıfı siyasetindedir. Bu siyaset gerçekten anti-emperyalisttir. Türkiye’yi NATO’dan çıkaracak, bölge halklarıyla emperyalizme ve Siyonizme karşı dayanışma içine sokacak tek siyasettir. Bu siyaset İslamcısı, laiki, Batıcısı, cemaatçisi ayırt etmeden sermayenin tümüne karşı uzlaşmaz bir siyasettir. Bugün artık eşitliğe, özgürlüğe, laikliğe, kardeşliğe, barışa işçi devriminden geçmeden çıkılacak bir yol yok! Çürümüş ve tel tel dökülen iktidarın da bu devrimi engelleyecek gücü yok! İş ki işçi sınıfını siyaset sahnesinde etkin bir güç olarak yükseltelim. İş ki bin kere denenmiş ve fiyaskoyla sonuçlanmış burjuva muhalefet seçeneklerinin peşine takılmayalım!