İstibdadın el koyduğu düşünce ve ifade hürriyetidir
İstibdad rejimi, Türkiye’de yargıyı baskı altına alarak muhalif sesleri susturmak için kullanmaya devam ediyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Can Dündar’ı duruşmaya gelmeye zorlamak için malvarlığına tedbir koyma kararı da bu örneklerden biri. Mahkeme Can Dündar’ın 15 gün içinde mahkemeye gelmediği takdirde kaçak sayılacağına ve taşınır, taşınmaz ve banka mevduat hesapları ile üçüncü kişilerdeki alacak hesaplarına ilişkin tedbir kararı verileceğine hükmetti. Mahkemenin bu siyasi kararına istibdad medyası Can Dündar’ın İş Bankası’ndan aldığı krediyi, sahip olduğu evin fiyatını vb. gündeme getiren bir kampanya ile katıldı. İstibdad medyası Can Dündar hakkındaki MİT TIR’ları haberi ile ilgili, casuslukla suçlandığını hatırlatarak Dündar için “kaçak”, “casus”, “terörist” algısını oluşturmaya çalıştı.
Kaçak mı dediniz?
Tabii ki aynı yayın organları Can Dündar’ın yargılandığı söz konusu davanın tüm duruşmalarına katıldığını ve en son katıldığı duruşmanın çıkışında Çağlayan meydanında iktidarın hedef gösteren açıklamalarından üstüne vazife çıkaran bir saldırgan tarafından kurşunlandığını yazmıyor. Bu apaçık gerçeğin unutulmasını istiyor. Olayda Can Dündar yara almazken bir basın mensubu da seken kurşunla hafif yaralanmıştır. Can Dündar’ın yurtdışına çıkması bu olaydan sonradır. Geçen zaman zarfında ise saldırgan kısa süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmiştir. Daha sonra mahkeme saldırgana 10 ay hapis cezası ve 4.500 lira para cezası vermiştir. İşte muhalif bir gazeteciye kurşun sıkmanın cezası budur! Bu saldırının tekerrür etmeyeceğinin bir garantisi verilebilir mi? Bu koşullar altında Can Dündar’ın “kaçak” sayılması iddiası gülünçtür ve daha da kötüsü devletin aczinin bir göstergesi niteliğindedir.
Hedef gösterme rejimi
İlk saldırı Erdoğan’ın Can Dündar’ın adını zikrederek “bırakmam onu” diyerek hedef gösterdiği açıklamaların ardından gerçekleşmişti. Can Dündar’ın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Anayasa Mahkemesi Başkanı’na “haydi yapabiliyorsan korumasız, bisikletinle dolaş” diyerek meydan okuduğu bir ortama gelip mahkemeye katılması beklenmektedir. Meselenin bu boyutuyla sadece Can Dündar’ı ve onun yaşadığı mağduriyetle ilgili olmadığı açıktır! Bugün benzer bir gazetecilik faaliyeti gerçekleştirdiği için ODA TV yazarı Müyesser Yıldız hala tutukludur. Yıldız tutuklanmadan önce Soylu tarafından twitter üzerinden hedef gösterilen yazarlardan biridir. Yine ODA TV yazarları Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan yakın zamanda tahliye olmuşlardır. Ancak Barış Terkoğlu da tahliye olduktan sonra İçişleri Bakanlığı’nı eleştiren bir yazısı dolayısıyla yine Soylu’nun “berduş” diyerek hedef aldığı bir isim olmuştur. Can Dündar yurtdışındadır ve mal varlığına tedbir konması söz konusudur ancak ülke içindeki muhalif gazetecilerin de genellikle pek de fazla olmayan mal varlıklarından çok daha fazlası tehlike altındadır.
Basın, düşünce ve ifade hürriyeti en çok emekçi halk için gereklidir
İstibdadın karşısında basın, düşünce ve ifade hürriyetinin savunulması işçi sınıfı ve emekçi halk için son derece önemlidir. Bu hürriyetin savunulması baskı altına alınan yazar, çizer, gazeteci, akademisyen, siyasetçi ve benzerlerinin siyasi görüşlerini paylaşmayı, illa bu görüşleri savunmayı gerektirmez. Temel hak ve hürriyetlerin en çok işçi sınıfına ve emekçi halka gerekli olduğu bir ortamda yaşıyoruz.
Mülkiyet hakkı değil emekçi halkın hak ve hürriyetleri dokunulmazdır!
Elbette ki bizler işçi sınıfının saflarında, bu hürriyetleri savunurken burjuva liberallerinin argümanlarından farklı argümanlar kullanırız. Mülkiyet hakkının dokunulmazlığı gibi safsatalara başvurmayız. Bir gün işçi sınıfı ekmek ve hürriyet için hem kendisinin hem de ülkenin kaderini eline aldığında elbette ki emekçi halkı sömürerek, kamu kaynaklarını yağmalayarak elde edilmiş üretim araçlarının ve zenginliklerin tazminatsız ve işçi denetiminde kamulaştırılmasını sağlayacaktır. Burjuvaların yanlarında servetlerini de alıp emperyalist efendilerine sığınmalarına müsaade edilmeyecektir. Ancak işçi sınıfının bu eylemi bir baskı uygulaması değil tam tersine halkın çoğunluğunun çalışma, insanca yaşama, düşünce, ifade ve örgütlenme hürriyetini sağlamak için olacaktır. Bugün ise elbette ki istibdadın baskısının amacı tam tersidir. Bu yüzden Can Dündar’ın İş Bankası’ndan aldığı kredi ile aldığı 4 milyon liralık evi üzerinden halkın sınıfsal içgüdülerine oynama ikiyüzlülüğünü teşhir edeceğiz. Bu konuda müteahhitlere ihalelerle milyarlarca dolar peşkeş çeken, yabancı sermayeye ülkeyi bir dikensiz gül bahçesi olarak sunan, ülkenin tüm kamusal birikimlerini özelleştirip satan iktidarın ikiyüzlülüğünü ortaya koyacağız.
İktidarı yerli ve yabancı sermayeye şikâyet etmek boşunadır
Türkiye’deki istibdad rejiminin sınıf karakteri hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde burjuvadır. Erdoğan ve müttefikleri her gün emperyalist finans merkezleri nezdinde bu imanlarını tazelemektedirler. Bu iktidarı yerli ve yabancı sermayeye şikâyet edenler büyük yanılgı içindeler. Bu sömürücü sınıflar ve emperyalistler adamlarını gayet iyi tanıyor. Erdoğan ve müttefikleriyle ne kadar çelişseler de sınıfsal olarak barikatın aynı tarafında olduklarını biliyorlar. En basitinden bugün Can Dündar’ın sığındığı Almanya’nın lideri Merkel, Türkiye’deki istibdad rejiminin ne zaman başı sıkışsa yardımına koşandır. Alman sermayesi tatlı emperyalist karlarını sürdürdüğü, Suriyeli mülteciler Avrupa kapılarından uzak tutulduğu müddetçe istibdadın dostu olmaya devam etmektedir.
Ekmek ve hürriyet mücadelesi bir bütündür!
Bu mücadele sermayeye, emperyalizme istibdada karşıdır!
İşçi sınıfı düzen muhalefetinin liberal yanılsamalarına kapılmadan, istibdadın yerli ve milli masallarına kanmadan gerçeği çok berrak biçimde görmelidir: İstibdad rejimi işçilerin emeğine el koyma bunun için de düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne el koyma rejimidir. Ekmek ve hürriyet mücadelesi bir bütündür!