İdlib krizi ve Astana’nın ipi

Morik gözlem noktası ortada kaldı

İdlib’te beklenen oldu. Suriye ordusu ve Esad taraftarı milisler, İran’ın karadan, Rusya’nın hem havadan hem de karadan desteği ile askeri operasyona başladı. Bu beklenen bir gelişmeydi çünkü Rusya, İran ve Suriye ordusunu ilerlemekten alıkoyan Soçi ve Astana’da yapılan anlaşmalardı. Ancak El Kaide önderliğindeki HTŞ (Heyet Tahrir Şam) başta olmak üzere terörist olarak ilan edilen grupların temizlenmesi görevini Türkiye’ye yükleyen bu anlaşmalar fiilen geçersiz hale geldi. Türkiye, HTŞ’yi temizleyeceğine söz vermişti. Ancak Türkiye bu sözü tutmadığı gibi HTŞ bölgenin neredeyse yüzde 90’ında hâkim duruma geldi.   

24 saatlik ültimatom ya da 321 gün artı 24 saatlik

3 Ağustos’ta Rusya, Türkiye’ye Astana anlaşmasının tam olarak uygulanması için 24 saat süre verdi ve geçici bir ateşkes ilan etti. Aksi takdirde askeri operasyonun başlayacağını bildirdi. Türkiye tarafı bu sürenin HTŞ ile Türkiye’nin taşeronu örgütlerin ayrılması, silahtan arındırılmış bölge oluşturulması için yetersiz olduğundan şikayet ediyor. Elbette ki 24 saat böyle bir şey için yetersiz bir süredir. Ancak başka bir bakış açısıyla, 17 Eylül 2018’de yapılan Soçi anlaşmasından başlayarak Türkiye’ye sözlerini yerine getirmesi için verilen süre 321 gün artı 24 saattir.

Soçi zirvesinden sonra İdlib’te çatışmalar tamamen kesilmemişse de Rusya ve İran, Suriye ordusu ile birlikte kara operasyonlarında yer almamıştır. Bu yüzden bir dizi cephede Suriye ordusu ve Esad taraftarı milisler ilerleme kaydedememiştir. Rusya ve İran fiilen sahaya indiğinde ise HTŞ başta olmak üzere tekfirci mezhepçi çetelerin kalesi olarak görülen Han Şeyhun kasabası iki hafta içinde düşmüştür. Han Şeyhun’un düşmesi ile birlikte Türkiye’nin Han Şeyhun’un hemen güneyindeki Morik’te kurduğu 9 no.lu gözlem noktası bir anda kuşatma altında kalmıştır. Dahası kuşatmayı kırmak ve gözlem noktasının ikmal hatlarını açık tutmak için bölgeye gönderilen TSK-ÖSO konvoyu Suriye ordusu tarafından vurulmuştur. Vurulan araçlarda ÖSO unsurları ölmüştür. Türk askerlerine bir şey olmamıştır. Türkiye derhal Rusya nezdinde girişimlerde bulunduğunu açıklamışsa da Türkiye’yi sıcak çatışmaya girmeye provoke etmeksizin ameliyat hassasiyetiyle iletilen bu mesajın bizzat Ruslardan geldiğini onlar da gayet iyi biliyordu. Nihayetinde kapı kapanmış bölgede de gözleyecek bir şey kalmamıştır.

İdlib’te kriz daha da derinleşebilir

Türkiye’nin İdlib’te içine düşmüş olduğu vahim durum 9 no.lu gözlem noktası ile sınırlı değildir. Gidişat sırasıyla 8-7-6-5 nolu gözlem noktalarının da aynı akıbetle karşılaşmasını kuvvetle muhtemel hale getirmiştir. Zira Suriye ordusunun Rusya ve İran’la ortak yürüttüğü operasyonun amacı Halep ve Şam’ı birbirine bağlayan M5 karayolunu muhafaza altına almaktır. Soçi anlaşması hayata geçmiş olsaydı bu karayolu trafiğe açılmış olacaktı. Ancak anlaşma fiilen geçersiz hale gelince Suriye, Rusya ve İran güç kullanarak bunu gerçekleştirmeye yöneldi. Türkiye’nin güneyden kuzeye sıralanan 8-7-6-5 no.lu gözlem noktaları ise bu karayolu ile Rusya’nın gözlem noktaları arasında kalıyor. Dolayısıyla Han Şeyhun düştüğünde 9 no.lu gözlem noktası kuşatma altında kaldığı gibi M5 karayolu ele geçirildiğinde diğer gözlem noktaları da aynı pozisyona düşeceklerdir. Bu yüzden Rusya bu noktalarının boşaltılması ve Afrin’e doğru taşınması için bastırmaktadır. Türkiye şimdilik buna hayır dese de ne diplomatik ne de askeri açıdan mevcut koşullar altında buralarda tutunma şansı kalmamıştır.

Türkiye Astana’daki NATO’dur

Bu kriz ortamı içerisinde Erdoğan ve Putin arasında yapılan telefon görüşmesinden de bir sonuç çıkmadı. Bunun üzerine Erdoğan’ın 27 Ağustos’ta Moskova’ya giderek Putin’le yapacağı görüşmeye gözler çevrildi. Bu görüşmede Erdoğan’ın operasyon öncesi duruma dönmek için Rusya’yı ikna etmesi hemen hemen imkansızdır. Zira Rusya için mesele Soçi ve Astana’da verilen sözlerin tutulmamasının ötesindedir. Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda ABD ile ortak harekat merkezi kurmasının Rusya nezdinde büyük bir rahatsızlık kaynağı olduğu açıkça dillendirilmektedir. Erdoğan’ın Putin’i ikna etmek için ABD ile yakınlaşmada frene basmasını beklemek yanlış olur. Tam tersine Erdoğan, Rusya’ya karşı daha fazla ABD’ye yaslanarak İdlib’teki kapana kısılmış durumunu dengelemeye çalışacaktır. Erdoğan ve Putin geçtiğimiz yıl Soçi’de yanlarına İran lideri Ruhani’yi de alarak muharebeyi durduran bir anlaşmaya imza attılarsa bunu sağlayan söz konusu üçlünün ahbaplığı değildi. Bu anlaşmayı zorlayan en önemli etkenlerden birinin “İdlib’te katliamı önlemek” adı altında Doğu Akdeniz’e yığınak yapan Amerikan, İngiliz ve Fransız donanmaları olduğunu unutmamak gerekir. Önümüzdeki günlerde “kimyasal silah” iddiaları temcit pilavı gibi yeniden sofraya  getirilirse hiç kimse şaşırmamalıdır. Bu sefer Erdoğan’ın Moskova’da Avrasyacı arabuluculara değil emperyalist donanmalara daha fazla ihtiyacı olacak.   

Astana’nın ipini çektiler

Biz uzun süredir Türkiye’nin Rusya ile yeni bir eksen kurmakta olduğuna dair hayali iddialar peşinde koşanların aksine Türkiye aracılığıyla NATO’nun masada yerini aldığını söylüyoruz. Birçokları S-400 krizinin ardından da aynı yanlışa düştü. Türkiye ve NATO ilişkisinin sona doğru gittiğini zannettiler. Oysa Ankara’ya getirilen S-400 füzelerinin paketi açılmadan Türk ordusu ile Rus ordusu karşı karşıya gelmiş (getirilmiş) bulunuyor. S-400’le Amerikan uçağı vuracağını düşünenler Rus malı bombaların Türk askerlerinin yüzlerce metre ötesinde patlamakta olduğu gerçeği ile yüz yüze gelmiş durumdalar. ABD Suriye özel Temsilcisi James Jeffrey, “Astana’nın ipini çekme vakti geldi” demişti. Dediğini yaptı, önce Türkiye ile ortak harekât merkezi kurdu ve bu harekât merkezinin ilk hareketi Astana’nın ipini çekmek oldu. Böylece S-400 krizinin neden beklenenden yumuşak bir şekilde sonuçlandığı da anlaşılmış oldu.

Türkiye’nin bugün içine düştüğü vahim durum ABD ve NATO’dan uzaklaştığı için değil onların oyununu oynadığı içindir.