Gelecek hırsızı kapitalizm

 

Yunanistan, tarihsel olarak tüm dünyada intihar oranının en düşük olduğu ülkelerden birisiymiş. Son iki yıldır ise, özellikle gençlerde çok daha yüksek olmak üzere, intihar oranı toplamda yüzde 35 artmış. Bu artışa ve nedenlerine ilişkin bir dizi araştırma, inceleme yapılıyor. Anlamak için Yunan emekçi halkına kulak vermek yeterli. O zaman, insanları ilk önce depresyona, ardından da intihara sürükleyen nedenlerin başında, muazzam boyutlara ulaşan işsizliğin bulunduğunu görmemek mümkün değil. Gelecek kaygısından da öte bir durum söz konusu. İnsanları evlerinden barklarından eden ve uzun yıllar süren işsizlik, insanların geleceğe dair tüm umutlarını, hayallerini de yok ediyor.  Yunan emekçi halkı, çalışma hakkı gasp edildiği için, isteyip de çalışamadığı için ölüyor.

Türkiye'de ise, sadece geçtiğimiz temmuz ayı içinde, her gün en az beş işçi ailesinin evine ateş düştü. Tarımda, madenlerde, inşaatlarda ve çeşitli fabrikalarda çalışan 166 işçi, çalışırken yaşamını yitirdi. Tıpkı kendilerinden önce 2015 yılının ilk yarısında ölen 805 işçi gibi. Türkiye'de son 10 yılda iş cinayetlerinde yaşamını yitiren 12 binden fazla işçi gibi. Sayı her yıl biraz daha artıyor. Emekçilerin, Yunanistan'da çalışamadığı için sönen hayatları, Türkiye'de  çalışırken sona eriyor.

Elbette intiharın, kişinin kendi tercihi olduğu söylenebilir. Bu ilk bakışta doğru görünebilir. Peki, kemer sıkma paketleri ile sağlık hakkının birçok yönüyle gasp edildiği, bu yüzden de insanların ağır maddi ve manevi koşullar altında yaşarken, ihtiyaç duydukları psikolojik yardımı alamadıkları bir ülkede, intiharın tümüyle kişisel bir tercih olduğu ileri sürülebilir mi? Elbette hayır! Artan intihar oranlarının asıl sorumlusu, kendisi ile birlikte insanlığı da çöküşe götüren kapitalizm. Bu intiharlar, bir anlamda, bu düzenin yarattığı sorunlarla başa çıkamayarak yenilmenin bir ifadesidir. Tek başına aksini başarmak da, orada yaşanan yıkımın düzeyi dikkate alınırsa, hiç kolay olmasa gerek.

Ege'nin bu yakasında çalışırken iş cinayetlerinde ölenlerin katili de aynı, kapitalizm. Ve onun karşısında tek başına ayakta durmak mümkün olmadığı gibi, katilin eline düşmemeyi garantilemenin de imkânı yok. Son yaşanan bir iş cinayeti, acı bir şekilde, görmek istemeyenlere bile gösteriyor bunu ne yazık ki. Soma'da 301 madencinin öldüğü katliamda, Rahmi Sözüer isimli bir işçi, vardiya değişimi için madene gitmiş ama arkadaşı onun yerine madene girdiği için şans eseri kurtulmuştu. O madene ya da başka madenlere tekrar girmek, yakınlarını kaybedenler için ne kadar ağır, ne kadar zordur. Rahmi Sözüer de bir daha madene girmemiş. Geçen ay İzmir Bayraklı Belediyesi'nde taşeron işçi olarak çalışmaya başlamış. Ancak işe girdikten sadece birkaç hafta sonra, 1 Ağustos'ta, çalıştığı şantiye alanında kullandığı kamyonun kasasının yüksek gerilim hattına değmesi sonucu elektrik akımına kapıldı ve hayatını kaybetti. Kapitalizm denen seri katil, onu madende değil, belediyede taşeron işçi olarak çalışırken buldu. 

Tek başına bir kurtuluşun mümkün olmadığı gibi, tek başına geleceğe umutla bakabilecek gücü bulmak da mümkün değil. Çünkü kapitalizm, ileride bir şeylerin değişebileceğine dair bir inanç yaratma kapasitesini bile yitirmiş durumda. Ne bugün ne de gelecek için işçilere, emekçilere vaat edebileceği bir şey yok. Ama biz geleceğe umutla, inançla bakabiliyoruz. Çünkü ekonomik anlamdaki depresyona karşı da, onun yarattığı psikolojik anlamdaki depresyona karşı da, işçi ölümlerinin son bulması için de en etkili şeyin, hepsinin kaynağı olan kapitalizmin ortadan kaldırılması için mücadele etmek olduğunu biliyoruz. Çünkü bunun için işçi sınıfının  örgütlü gücünden başka bir şeye ihtiyacımız olmadığını ve geleceği kendi ellerimizle inşa edebileceğimizi biliyoruz. Hem bu topraklarda hem de Yunanistan'da ve bütün dünyada!