Geleceğimize değil geçmişimize de sahip çıkmak için
Sürekli Osmanlı'yı öven, Abdülhamid'e özenen ve bir istibdad rejimini yeniden kurmaya çalışan bir iktidar var. Kendisini bu ülkenin tarihine, geleneğine sahip çıkan, karşı tarafı ise tarihinden kopuk, neredeyse köksüz ve Batı'ya, başka ülkelere öykünen bir kesim gibi göstermeye çalışıyor. Bunu yaparken Abdülhamid'e ve o döneme ilişkin her türden çarpıtmayı yapmaktan, yalana başvurmaktan da geri durmuyor. Bunun bir örneği olarak tümüyle özel bir amaca hizmet etmek üzere TRT'de yayınlanmaya başlayan "Payitaht-Abdülhamit" dizisinin Abdülhamid'le ilgili sahteciliğini Gerçek gazetesinde ve internet sitesinde ortaya koymuştuk. Biz ise tarihimize başka türlü yaklaşıyoruz. Gerektiğinde gurur duymaktan, gerektiğinde yüzleşmekten, hesaplaşmaktan çekinmeden bakıyoruz tarihe. Ve iktidarın yaratmaya çalıştığı algının aksine o dönemin tarihine de sahip çıkıyoruz, hatta gurur duyuyoruz!
İstibdadın kendisiyle ve onun bekçileriyle değil elbet. İstibdadın zalimi vardı da mazlumu yok muydu? İstibdadın çıkarlarını koruduğu toprak sahipleri, ağaları bir tarafta, sömürülen Osmanlı köylüsü diğer tarafta değil miydi? Onların da bir tarihi var. Erdoğan Abdülhamid'i örnek alıyor, biz ise istibdadın sopasını kıran, 1908 Hürriyet devrimi ile istibdadı yıkan her milletten halkın mücadelesini. Ömer Seyfeddin'in Hürriyet Gecesi isimli öykü kitabındaki şu sözler bu devrimi heyecan verici bir şekilde tasvir ediyor: "O ilk gün, o ilk hürriyetin ilân edildiği gün neydi Ya Rabbi? Sanki bir saniye içinde bütün dünya birdenbire değişti. ... Meydanlar kapandı. ... Her köşe başında bir düzine hatib... Susmayan bandolar, nihayeti gelmeyen nümayiş alayları. Sarılmalar, kucaklaşmalar, öpüşmeler, alkış tufanları ve bütün bunların üstünde hiç dinmeyen bir nâra: 'Yaşasın Hürriyet!'. Yine sonra kadınlardan, çocuklardan, ihtiyarlardan, gençlerden, askerlerden karmakarışık taşan dalgalanan bir akın!"
Hürriyet devriminde İttihat ve Terakki, istibdada karşı mücadelede öne çıkmış olsa da, devrim sadece İttihat ve Terakki'nin faaliyetlerinden ibaret değildi. Ömer Seyfeddin'in sözlerindeki gibi toplumun çok farklı kesimlerinin katıldığı bir halk devrimiydi. Bu devrimin içinde ve öncesindeki toplumsal hareketlerde kadınların neredeyse görünmez olmuş, gizli kalmış ya da unutulmuş bir yeri var.
1800'lerin sonunda kadınlar giderek artan bir şekilde, belli alanlarda yoğunlaşarak ev dışında çalışmaya başlamışlardı. Özellikle dokuma, kumaş, halıcılık gibi sektörlerde hatta madenlerde bile kadın işçiler çalışıyordu. 1908'e doğru sıkça görülen grevlerde işçi kadınlar da yer alıyor, kendi aralarında çeşitli örgütler kuruyorlardı. Daha 1900'lere gelmeden, 1800'lerin ortalarında bile işçi kadınların yaptığı eylemlerden bahsedilir. Türkiye işçi sınıfı tarihinde ilk önemli grev olarak bilinen 1876 Tersane grevinde de kadınlar bir rol üstlenmişler. Tersane işçilerinin eşleri olarak grevi desteklemiş, hatta grev kırıcıları engellemek üzere "Hanum Birlikleri" ismiyle kurdukları örgütle grev kırıcılara gereken dersi vermekten çekinmemişlerdi.
Abdülhamid döneminde İngiliz sermayesi yatırımlarını arttırdıkça Anadolu'daki üreticinin beli bükülüyor, onların makineleri ve sunduğu fiyatlarla baş edemez hale geldikçe de açlıkla, yoksullukla boğuşuyordu. Uşak ve çevresinde halı tezgahlarında çalışan binlerce kadın için de aynı durum geçerliydi. Avrupa'da olduğu gibi Anadolu'da da işçiler faturayı önce sermaye sahipleri yerine makinelere kestiler ve yeni kurulan fabrikalara, makinelere saldırdılar. Böylelikle dünyada "makine kırıcılık" olarak bilinen bu eylemlerin Anadolu'daki ilk örneği Abdülhamid döneminde yaşanıyor ve Uşaklı kadın işçilerin imzasını taşıyordu.
Kadınlar istibdada karşı yükselen mücadelenin sadece birer işçi ya da işçi eşi olarak parçası değildi. Farklı kentlerde ortaya çıkan irili ufaklı ayaklanmalarda, isyanlarda da saf tutuyorlardı. 1907 Erzurum isyanında Abdülhamid'in isyanı bastırmak üzere zor kullanan güçlerine karşı silahlanan kitlenin içinde kadınlar da vardı. 1908 başında Trabzon'da valiye karşı yapılan gösterilerde en ön saflarda yer alan 200'e yakın insan tutuklandığında kadınlar onların serbest bırakılması için örgütlendi, vilayete yürüdü ve önemli bir bölümünün serbest bırakılmasını sağlamayı başardı.
Bu isyanların en önemlisi Haziran 1908'de yani Hürriyet devriminin arifesinde Sivaslı kadınların isyanıdır. O günlerde ekmeğin fiyatı 5 kuruştur, kadın işçilerin günde 16 saat çalışıp aldığı ücret ise en fazla 2 kuruş! Neredeyse bütün gün çalışıp evine bir ekmek bile götüremeyecek durumda olan kadınlar vilayet önünde toplanır. Boş vaatler kadınların öfkesini dindirmeye yetmeyince 50 kadınla başlayan gösteri yüzlerce insanın katılımıyla hızla yayılır. Abdülhamid'in güçleri bu isyan karşısında çaresiz kalır, un vurguncuları ve onlarla işbirliği halindeki yerel devlet yöneticileri isyancıların hışmından ancak kaçarak kurtulur. Sivaslı kadınların ekmek isyanı bir bakıma neredeyse tam bir ay sonra, 23 Temmuz 1908'de başarıya ulaşacak, istibdadı devirecek Hürriyet devrimine giden yolda gelişen olaylarda bardağı taşıran son damla, fitili ateşleyen bir kıvılcım gibi değerlendirilebilir.
1908'de "Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!" sloganı yükselmişti bu topraklarda. Bu slogan yüz yılı aşkın bir süre sonra bir kez daha dilimizde. Tek adama dayalı bir istibdad rejiminin inşasında önemli bir dönüm noktası olan referandumda, Abdülhamid'in ve istibdadın modern hali karşısında bu toprakların gururla andığımız tarihinin izinde yürüyelim. Hem geçmişimize hem de geleceğimize sahip çıkalım. Uzun mücadelelerle elde ettiğimiz haklarımızın elimizden alınmasına HAYIR diyelim ve haykıralım: Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!