Bir enternasyonalist, iki yıl, dört ay, üç gün


Bu yazı 8 Temmuz 2012 tarihinde BirGün gazetesinin Pazar ilavesinde yayınlanmıştır.

KCK İstanbul davası, Kürt illerinde ve Çukurova’da yaşanan dramı Türkiye’nin siyasi kalbi İstanbul’un yeni kapısı Silivri’ye taşıyarak bütün Türkiye’nin KCK davası denen dramı somut olarak yaşamasını mümkün kıldı. Diyarbakır davasında ya da diğerlerinde yaşananlar, BirGün ve benzeri sol basının okuyucuları için elbette meçhul değildi. Ama bu davalar düzen medyasının radarına ancak çok kısmi ve çarpık biçimde girebildiği için olup bitenler Türkiye’nin güncel gelişmeleri izleyen çoğunluğu için bile büyük ölçüde karanlıkta kalıyordu.

Şimdi KCK İstanbul davası sayesinde mesela kendi anadilinde konuşmak isteyen sanıkların sözünün kesildiğini biliyoruz. Mahkeme heyetinin anadili Kürtçe olan sanıkların kendi anadillerinde savunma yapma taleplerini “Türkçe anlıyor ve konuşabiliyorlar” diyerek reddettiğinde, anadili tartışmasının ne olduğundan haberdar bile olmadığını anlıyoruz. Aynı heyet, sanıklar Türkçe ifade verdikleri takdirde çeviri sorunu doğmayacağını belirtince demokratik hakları bir ekonomik yük olarak gördüklerini kavrıyoruz. Yahut mesela avukatların baskıya ve tacize maruz kaldığını, duruşmaların avukatsız yapıldığını öğreniyoruz. Yahut mesela KCK İstanbul davası sanığı aydınlar (Ragıp Zarakolu, Büşra Ersanlı, Deniz Zarakolu vb.) ile dayanışma için İstanbul’a gelmiş Uluslararası PEN sorumlularının taciz edildiğini, bilgisayarlarının ve cep telefonlarının çalındığını (ama nakit paralarına dokunulmadığını!) öğrendiğimizde, Kürtlerle enternasyonalist dayanışma gösterenin nasıl cezalandırıldığını seziyoruz.

Kürtlerle enternasyonalist dayanışmanın bedeli
Tabii, Kürtlerle enternasyonalist dayanışmanın bedeli her zaman bu kadar hafif olmuyor. Şayet Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iseniz, geçmişte İsmail Beşikçi, Haluk Gerger, Fikret Başkaya ya da birçok başka aydının ve devrimcinin başına geldiği gibi hapis cezasına da çarptırılabiliyorsunuz. Bu tür cezaların en yenisi, avukat Şiar Rişvaoğlu’na verildi. Geçtiğimiz günlerde Adana 6. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi, 1 Mayıs 2010’da Roj TV’de çıktığı programda Kürt sorununa ilişkin olarak ifade ettiği fikirlerden dolayı Şiar’ı 2 yıl 4 ay 3 gün hapis cezasına çarptırdı.


Şiar dünya görüşü olarak Marksizmi bütünüyle kucaklamış bir devrimci aydındır. Dolayısıyla enternasyonalisttir. İnsanlığın kurtuluşunun ancak dünya çapında bir mücadele sonucunda mümkün olacağına, dolayısıyla halklar arasında kardeşliğin ve uzun vadede kaynaşmanın sınıfsız topluma gidişte vazgeçilmez olduğuna inanmıştır. Ama bu soyut bir enternasyonalizm değildir, proleter enternasyonalizmidir. Yani ulusların arasında derin eşitsizliklerin olduğu, emperyalizmin damga vurduğu bir dünyada göğsüne “dünya vatandaşı” yazmakla işlerin hallolmayacağını, bunun çok gezen, dil bilen, ayrıcalıklı bir azınlığın ideolojisi olduğunu bilir. Uluslar arasında kaynaşmanın, bir olmanın, ancak bugün ezilmekte olan ulusların özgürleşmesine destek olan bir proleter politikasıyla mümkün hale gelebileceğini, aksine bir yaklaşımın insanlığın sosyalist geleceğini dinamitlemek olacağını kavramıştır.


Bu yüzden de bütün politik hayatı boyunca ezen ulusun proletaryasının toplumsal kurtuluşunu sağlamak amacıyla yola çıkmış bir mücadelenin parçası olarak, ezilmiş Kürt halkı ile dayanışma içinde, onun özgürleşmesinin koşullarını yaratma çabası içinde yaşamıştır. Şayet Kürt halkıyla dayanışması için verildiyse, bu ceza bütünüyle hak edilmiş bir cezadır! Aynen bir yazısında “fikir gerilllası” olarak andığı İsmail Beşikçi ve benzerleri gibi, Şiar’a da bu tür cezalar vız gelir tırıs gider! Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!


Hangi örgüt?
İşin bu yanı böyle, ama verilen kararın az bir siyasi ve hukuki ironisi yok değil. Şiar, Devrimci İşçi Partisi’nin kurucu üyesi ve sözcülerinden biri. Partinin yayın organları Gerçek gazetesinin ve Devrimci Marksizm adlı teorik derginin sorumlu yazı işleri müdürü. Buna rağmen “yayın yoluyla örgüt propagandası” yapma suçundan ceza yiyor! Bilenler bilir. Devrimci İşçi Partisi (DİP) Kürt halkının özgürleşmesini koşulsuz biçimde savunmakla ve Kürt hareketinin Kürt halkının haklarına ilişkin taleplerinin bütünüyle arkasında durmakla birlikte, hareketin politikalarına eleştirel mesafesinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Kürt hareketinin 2000’li yıllarda çeşitli dönemeçlerde benimsediği politik yönelişi ise gayet berrak biçimde eleştirmiştir.


Böyle bir partinin, sıradan üyesi değil, sözcülerinden biri, bütünüyle kendisine ve partisine ait fikirleri dile getirmiş olduğu için “örgüt propagandası” yapmakla suçlanıyor ve cezalandırılıyor. Devrimci İşçi Partisi’nin fikirlerinin propagandasını yapmak bugünün Türkiye’sinde suç değildir. Şiar da kendi kurduğu parti dışında hiçbir örgütün propagandasını yapmaz. Öyleyse, ilk bakışta, burada gördüğünü tanıyamayan bir göz vardır!


2009’un intikamı
Ne var ki, bu vaka, bir “gördüğünü tanıyamama” vakası değildir; başka birinin gözüyle bakmanın sonucudur. Türkiye’de yargı bağımsızlığına inanan safdiller bu kararı bir mahkemenin gerici bir yasayı (Terörle Mücadele Yasası’nı) haksız biçimde yorumlamasının ürünü sayabilir. Oysa burada bambaşka bir dinamik harekete geçmiştir.
Şiar 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde, BDP’nin atası DTP ile yerel sosyalist hareketin ortak adayı olarak Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışına girmişti. Aday olarak yalnızca Kürt halkını ve sosyalistlere kulak veren işçi ve emekçileri bütünüyle kucaklamakla kalmadı. Aynı zamanda kimi geleneksel olarak CHP’ye oy veren emekçi kitleleri de etki alanına kattı. Ne de olsa CHP adayı olarak karşısına çıkan, Adana Sanayi Odası başkanıydı. CHP burjuvazinin bir silahı olduğunu, Türkiye kapitalistlerinin en önemli yerel örgütlerinden birinin başkanını aday göstererek ilan etmişti. Onun karşısına bir komünist adayın çıkacağını hesaplayamamıştı muhtemelen.


Şiar sandıkta yüzde yaklaşık 10 dolayında bir oy alarak büyük bir başarı gösterdi. Adana Büyükşehir sınırları içinde kullanılan oylar göz önüne alındığında bu, DTP’nin desteklediği adayın 2007 seçimlerinde aldığından da, BDP’nin desteklediği adayın 2011’de aldığından da yüksek bir oy oranı idi. Adana burjuvazisi bu ataktan ciddi şekilde rahatsız olmuştur. Çünkü burjuvazi, Türkiye’de ve yerelde dengeleri esas değiştirecek olan şeyin, mücadele halindeki Kürt halkı ile mücadeleye girecek işçi ve emekçilerin ittifakı olduğunun farkındadır. Şiar, bu programla, yani işçi sınıfı ile Kürt halkının baş aktörleri olacağı bir Üçüncü Cephe’nin inşası programıyla yarıştığı ve bu denli büyük bir başarıya ulaştığı için tehlikeliydi.
Bu yüzdendir ki, 2013 yerel seçimlerine en fazla dokuz ay kala bu ceza ile karşı karşıya kalmıştır.


Şu ellerin taşı...”
Pir Sultan Abdal ne güzel söylemiş: “...şu ellerin taşı bana hiç değmez/ille de dostun bir tek gülü yaralar beni”! Bu satırlar yazılırken, Şiar hakkında ceza verileli tam bir hafta oluyor. Davanın ve cezanın somut ayrıntıları konusunda ne düşünürseniz düşünün, bunun bir düşünce suçu vakası olduğu tartışılmaz bir gerçeklik. Yani bu dava en azından bir düşünce özgürlüğü ihlali olarak basında yer alabilirdi. Şiar’a verilen cezanın burjuva medyasında yer almamış olmasını hiç mi hiç yadırgamıyoruz. Aynen KCK davası İstanbul dışında görüldüğünde ona da yer vermedikleri gibi. Ya sol basın? Ya Türkiye içinde yayınlanan Kürt basını? Buralarda da (haber bütün basına servis edildiği halde) bu olaya tek bir satırla haber değeri atfedilmemiş olmasını nasıl yorumlamalı? Ellerin taşı tamam da, dostun gülü?