BDP kiminle siyaset yapacak?
Çok değil bundan iki sene evvel Radikal gazetesi, milletvekili seçimleri ertesinde mecliste gerçekleştirilen BDP'lilerin yemin töreni sırasında Cumhurbaşkanı Gül, komutanlar, Başbakan Erdoğan ve CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun salonu terk etmelerini bu başlıkla afişe etmişti. Çok değil bundan yaklaşık bir buçuk sene önce Ahmet Türk, Diyarbakır’da KCK operasyonlarını eleştirmek için başkaldırı çağrısı yapmıştı. Bugünse Türk ve Kürt tarafları arasında adına “çözüm süreci” denen bir gelişme ile karşıyayız. Savaşan iki taraf, değişen güç dengelerini ve politik ortamı da hesaba katarak bir uzlaşmaya varmış olabilirler. Elbette barış herkesin, en çok da bu savaşta çocuklarını yitiren Türk ve Kürt emekçilerinin, ezilenlerinin özlemidir. Ama insan ister istemez şu Alman sözünü hatırlamadan edemiyor: “Yükselen daima neyin üzerinde yükseldiğini bilmelidir”.
İnsan, barış süreci hangi toplumsal güçlerin üzerinde yükseliyor, bu sürecin “vizyonu” ve özneleri kimlerdir sorusunu sormadan edemiyor. Zira bu sürecin üzerinde yükseldiği burjuva çözümün siyasi boyutta Kürt hareketini çözmek ve bir bölge gücü kimliği kazanmak, iktisadi boyutta ise Ortadoğu’da bir iktisadi entegrasyona gitmek olduğuna dair epey işaret var. Barış, çözüm vb. adlarla anılan sürecin Türk tekelci sermayesinin AKP hükümeti eliyle gerçekleştirdiği bir “petrol açılımı” olarak adlandırılması gerektiği, Kerkük’teki petrol ve doğalgaz yatakları başta olmak üzere enerjiye ulaşmak üzere gündeme sokulan bu açılımın, Türk tekelci sermayesinin ekonomik depresyondan korunmak için büyük bir iştahla sarılmış olduğu bir proje olduğu Gerçek gazetesi sayfalarında yıllardır vurgulanageldi.
Washington'da Kürt sorunu konusunda fikrine başvurulan uzmanlardan Profesör Henri Barkey de geçenlerde kendisiyle Milliyet gazetesinde yapılan bir söyleşide bu tespitleri teyit eden şu açıklamada bulunmuş: “Barış süreci Ankara ile Erbil arasındaki son engeli de kaldıracak. Bu da Türkiye ile Kuzey Irak arasında ciddi bir entegrasyona gidiş demek. Zaten Kuzey Irak’taki Kürdistan bölgesinin ekonomisi şu an tamamıyla Türkiye’ye bağımlı bir şekilde büyüyor”. The Economist dergisi de kısa süre önce Türkiye’nin yüzünü Ortadoğu’ya dönüşünü “tüccar siyaseti” olarak tanımlamıştı.
Son yıllarda Kuzey Irak Kürdistanı ile Türk hükümeti arasında siyasi alandaki yakınlaşma, iktisadi ilişkilere de yansımış durumda. Ezici bir bölümünü Kuzey Irak’a ticaretin oluşturduğu Irak’a ihracat son bir yılda yüzde 30 büyüyerek Almanya’nın ardından ikinci sıraya yerleşmiş durumda (10,8 milyar dolar). Türk mallarının Erbil’deki market raflarında çoğunluğu oluşturduğunu belirten işadamları, Irak’a ihracatın 2 yıl içinde Almanya’yı geride bırakarak birinci sıraya oturacağı görüşünde birleşiyorlarmış. Irak’a ihracat yapan Türk firma sayısının üç bini geçtiği, 433 müteahhitlik projesinin 114’ünün Türkler tarafından gerçekleştirildiği, bu projelerde 12 bin Türk ve Kürt işçinin çalıştığı belirtiliyor. Kuzey Irak Kürdistanı eski Başbakanı Behram Salih 2010 yılında şöyle diyordu: “Türkiye’yle Irak arasındaki ticaretin çoğu Kürdistan’da gerçekleşiyor. İkili ticaret hacmi 7-8 milyar doları buldu. Bu rakamı 20 milyar dolar ve hatta daha fazlasına da çıkarabiliriz. İşte bu, Türkiye’deki Kürt sorununun yarısının çözümü demektir. Çünkü bu denli bir ticaret, başta Diyarbakır olmak üzere bölgenin büyük bölümünde ekonomik bir refah ve kalkınma sağlayacaktır”.
Bu süreçten Türk ve Kürt burjuvazisi için daha fazla “refah ve kalkınma” çıkar mı bilemeyiz, ancak Türk ve Kürt halkları için demokrasi ve refah artışı değil, olsa olsa Türk ve Kürt emekçilerinin daha fazla ter ve kan akıtacakları bir geleceği geçmiş deneyimler ışığında öngörebiliriz. Şimdi baştaki soruyu tekrar soralım. Gerçek bir çözümden söz edeceksek, cevap BDP’nin Türk ve Kürt işçi sınıfıyla birlikte siyaset yapmasıdır, “tüccar siyaseti”nin peşine takılmak değil.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mayıs 2013 tarihli 43. sayısında yayınlanmıştır.