“Ağır ve tehlikeli yük”
Nasıl ki uluslararası burjuvazinin günümüz ekonomik krizi karşısında iyimser ve kötümser kanatları var, günümüzde Türk burjuvazisinde de benzer bir ayrışma söz konusu. Bunun altında burjuvazinin kendi içindeki sınıf savaşının yattığı gerçeğini bir kenara koyarak kriz eğilimleri karşısında bu ayrışmanın işçi sınıfı açısından ne anlama geldiğini soralım.
AKP etrafında kümelenen İslamcı burjuvazinin sözcüleri önceleri “kriz mriz yok!” derlerdi. Şimdi ise hükümet yanlısı Yeni Şafak gazetesi yazarının ifadesiyle “ne gelmez bir krizmiş bu; ne batmaz bir ekonomiymiş, ne Türkiye’ymiş, salla salla yıkılmıyor!” (Yeni Şafak, 25.12.2014) diyerek Türkiye’de de giderek belirginleşen kriz emarelerini küçümseyici bir tavırla hasıraltı etmeye çalışıyorlar. Yazar bu tespitini bir soru ile gerekçelendiriyor: “Ülkemiz ekonomisinin seyrini gösteren veriler, doğrudan yatırımların gittikçe arttığını ortaya koyuyor. Siz bir yatırımcı olsaydınız, ekonomik ve politik açılardan risk düzeyi artan bir ülkeye doğrudan yatırım yapar mıydınız?” Yazarın ülke ekonomisinin seyrini gösteren verilerden sadece birine odaklanmış olmasının altında, AKP hükümetinin ister doğrudan yatırım ister sıcak para biçiminde olsun, kısa vadede dışardan borçlanabilmek üzere gözünü “istikrar” bürümüş olması yatıyor.
Bunu bir kenara bırakıp olgulara bakacak olsak, hiç de iddiaları doğrulamadıklarını görüyoruz. Evet geçen seneye göre yabancı doğrudan yatırımlar bir miktar daha artmış görünüyor, gelgelelim biraz daha uzun vadeli baktığımızda 2005-2014 yıllarındaki gelen toplam yabancı doğrudan yatırımların ortalamasının bile altında. Yani belirgin ya da kalıcı bir artış söz konusu değil. Öte yandan yazarın sırtını döndüğü “ülkemiz ekonomisinin seyrini gösteren veriler” biriken kriz emarelerine dair çok şey söylüyor. Tüketicilerin ülke ekonomisine olan güvenlerini yansıtan Tüketici Güven Endeksi bu yıl en düşük seviyesinde; 2013’te Gezi’den başlayan Haziran İsyanı ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından bile bu düzeye gerilememişti. Özel sektör yatırımları tam anlamıyla durgunluğa saplanıp kalmış durumda. Sadece yatırımların artış oranı azalmıyor, bir de eskisine kıyasla daha az yatırım yapılıyor. 2011’in son çeyreğinden bu yana düşüyor özel yatırımlar. İşsizlik artıyor. Sanayi üretimi ve kapasite kullanımı gerilemeye devam ediyor. Kırılganlık endeksinde en yüksek puanı alan Türkiye, para birimi dolar karşısında Nisan ayından bu yana en yüksek değer kaybına uğrayan ülke durumunda. Onun ardından Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika geliyor. Özetle zemin zaten çürük ya da bir başka benzetmeyle kalp damarları tıkalı; geriye ekonomik krizi hangi olayın tetikleyeceğini öngörmek kalıyor.
Ekonominin gidişatına dair kötümser ama daha gerçekçi de olan ve çoğunluğunu batıcı burjuvazinin oluşturduğu İstanbul Sanayi Odası başkanı ise “en ağır ve tehlikeli yük özel sektörün sırtında” diyerek (Milliyet, 26.12.2014) olası kriz karşısında hükümetten sermayeyi koruyucu bazı önlemler talep ediyor. Yapısal reformlar adı altında işçi sınıfına saldırıyı artırmayı hedefleyen bir “eylem programı” hükümetten beklentileri. Aman dikkat! Ekonomiyi derin bir krize sürüklemekte olan politikaların baş sorumlusunun Türk burjuvazisi olduğunu unutmayalım. Dediklerinin tam tersine “en ağır ve tehlikeli yük” asıl Türkiye işçi sınıfının sırtındadır. Bireysel kredilerini ve kredi kartı borçlarını ödeyemeyen, yoksulluk ve muhtaçlık içinde yaşayan, Soma’da, Ermenek’te, Yırca’da, inşaatlarda, tersanelerde, fabrikalarda her an ya işten atılma ya da ölme tehlikesiyle yaşayan emekçilerin sırtındadır. Yeni yılda omuz verelim şu en ağır ve tehlikeli yükten kurtulalım.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2015 tarihli 63. sayısında yayınlanmıştır.