16 Mart’ı unutmadık unutturmayacağız! Faşizme geçit vermeyeceğiz!

1960’lı yıllarda Türkiye'de işçi sınıfı giderek kitleselleşmekte, sendikal ve siyasal örgütlülük düzeyini arttırmaktaydı. Gençlik içerisinde devrimci fikirler hızla yayılıyordu. Üniversite gençliğinin merkezinde olduğu anti-emperyalist eylemler batı ile bütünleşmek isteyen sanayi burjuvazisine engel oluşturmaktaydı. 1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde yüz binlerce işçi DİSK'i savunmak için ayaklandı. 12 Mart 1971'de verilen muhtıranın ardından ordu güdümünde kurulan hükümet işçi sınıfına ve anti-emperyalist örgütlenmelere saldırdı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya gibi çok sayıda gençlik lideri ve sosyalist militan katledildi.

12 Mart muhtırası ile işçi sınıfı ve anti-emperyalist mücadeleyi ezmeyi planlayan sermaye başarılı olamadı. 70’li yıllar, solun ve işçi hareketinin daha fazla kitleselleşip güçlenmesine sahne oldu. 12 Mart’ı izleyen süreçte solun yükselişini engellemek için faşist çeteler devlet kontrolünde destekleniyor ve kontrgerilla saldırıları gerçekleştiriliyordu. 1 Mayıs 1977'de yüz binlerce işçinin katıldığı mitinge kontrgerilla saldırısı gerçekleşti ve onlarca emekçi katledildi. Bir sene sonra bir kanlı saldırı da gençlik üzerine yapıldı.

Devlet katliamın sorumlularının bulunmasını istemedi

16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüs'ten toplu olarak çıkan devrimci öğrenciler Eczacılık Fakültesi önünde bombalı ve silahlı saldırıya uğradı. Kendine ülkücü diyen faşistler tarafından gerçekleştirilen saldırıda Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt isimli öğrenciler yaşamını yitirmiş 50'den fazla kişi yaralanmıştı.

Saldırı sonrasında ortaya çıkan belgeler devletin katliamın sorumlularının bulunmasını neden istemediğini ortaya koyuyordu. Katliamda kullanılan bomba kontrgerilla olan yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker'in deposundaki Amerikan modeli TNT kalıplarından yapılmıştı. Katliamdan 9 gün önce emniyete iletilen “Sol gruplara mensup öğrencilerin fakülteye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerine dinamit atılacağı” bilgi notuna rağmen öğrencileri korumaya yönelik herhangi bir önlem alınmamıştı. Aksine 16 Mart günü güya öğrencileri korumak için gönderilen polis timinin başındaki Reşat Altay, öğrencileri meydan çıkışına doğru yönlendirerek katliamın zeminini hazırlamıştı. Saldırganları takip etmek için koşan polisleri de yine Reşat Altay durdurmuştu.

Katliamın ardından başlatılan soruşturmada Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, dönemin faşist liderlerinden Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Sıddık Polat gözaltına alındı. İçlerinden sadece Sıddık Polat'a hapis cezası verildi. O da, hapis cezası 5 Ekim 1982'de Askeri Yargıtay tarafından bozulunca beraat etti. Dava zamanaşımına uğradı. Burjuva yargısı dosyayı kapadı.

Devrim şehitlerinin anısını yaşatacağız!

Dosya kapandı fakat sınıf mücadelesi devam ediyor. 16 Mart katliamı bu memlekette emperyalizme ve sermayeye karşı hürriyet mücadelesini yükselten gençlere duyulan düşmanlığın göstergesidir. 16 Mart'tan bugüne faşist hareket kendini çok farklı kılıklara sokmuştur ama özü asla değişmemiştir. Faşizm tüm işçi sınıfının, ezilenlerin ve gençliğin düşmanıdır. Sermayenin hizmetindeki vurucu güçtür. Bugün de gençliğin hürriyet mücadelesinin karşısında istibdadın satırları, sopalı güçleri olarak karşımıza çıkmaktadır. 16 Mart'ı unutmamalıyız. Devrim şehitlerinin anısını, her yıl İstanbul Üniversitesi Eczacılık fakültesi önünde yaptığımız eylemlerin yanında faşizmin gerçek yüzü hakkında kitleleri bilinçlendirerek ve faşizme karşı omuz omuza mücadele yürüterek yaşatacağız!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2018 tarihli 102. sayısında yayınlanmıştır.