Bu savaş kimin savaşı?
Yeni yılda dünya ekonomisinin seyrini belirleyecek önemli gelişmelerden biri hiç kuşkusuz ABD’nin 2017 yılından bu yana özellikle Çin ve Avrupa Birliği (AB) ekonomilerine karşı yürüttüğü ticaret savaşı. Trump yönetimi önce Çin’den gerçekleştirilen çelik ve alüminyum ithalatına gümrük vergileri koydu, arkasından benzeri ek gümrük vergilerinin AB ülkeleri, Kanada, Meksika, G. Kore gibi ülkeler için de geçerli olacağını belirtti. 2019 yılının başında ise ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı, akıllı telefon ve telekomünikasyon alanında 5G teknolojisinin önde gelen tedarikçisi konumunda olan Çin menşeli Huawei firmasının patronunun kızının ABD devletinin baskısı altında Kanada’da tutuklanması ile iyice kızıştı. ABD’nin tüm bu korumacı müdahalelerde gerekçesi, “stratejik rakip” olarak görmeye başladığı Çin’in ABD için “ulusal güvenlik” tehdidi oluşturduğu ve haksız rekabet yaptığı idi. Peki ne olmuştu da yıllarca “küreselleşme” ve “serbest ticaret” savunuculuğuna soyunan ABD emperyalizmi korumacılığa yönelmişti?
Türkiye’de de kitapları yayınlanmış bulunan tanınmış iktisat tarihçisi Niall Ferguson 2006 yılında ABD ile Çin arasındaki karşılıklı bağımlılığı ve işbirliğini ifade etmek üzere “Chimerika” diye bir kavram bile türetmişti. Aynı yazar bugün ünlü Alman ekonomi gazetesi Handelsblatt’a verdiği röportajda, Trump’ın “Önce Amerika” sloganına destek veriyor ve “hatta ABD’nin yeniden ekonomik gücünü kazanması, yatırım yapması ve 6G teknolojisinde yeniden önderlik edebilmesi için yeni bir soğuk savaşı bile destekliyorum” diyor. Bir liberal Amerikalı gazeteci ise “Facebook ve Google gibi ABD’nin ileri teknoloji ürünü firmaları, dünyanın diğer her yerinde hizmet verirken neden Çin’de tutunacak zemin bulmakta zorlanıyor? Çin bu şirketlerin eşdeğerlerini yaptı ve çok da iyi sonuç aldı. Ancak bunu yalnız yerli geliştiricileri muhafaza ederek yapabildi. Bu durum kabul edilemez.” diyerek Trump’ı haklı bulduğunu belirtiyor.
Huawei gerilimi ile iyice açığa çıkan ABD-Çin ticaret savaşının arkasında yatan asıl nedenleri ortaya koyması bakımından bu tespitler önemli ipuçları içeriyor. Zira Trump’ın saldırgan ve milliyetçi politik yönelişinin arkasında ABD burjuvazisinin Çin karşısında rekabet gücünü ve bunun altında yatan teknolojik üstünlüğünü kaybetme endişesi yattığını ortaya koyuyor. Yıllarca Çin’deki ucuz işgücünü sömürerek dünya pazarında yüksek kârlı üretim gerçekleştirirken Çin’e övgüler düzen, serbest ticareti savunan bu burjuva sınıfı, şimdi dünya ekonomisinin bunalımdan çıkamadığı ve kâr oranlarının düşmekte olduğu bir dönemde yeniden yüzünü korumacılığa dönmüş ve bir “teknolojik soğuk savaş” başlatmış durumda. Çünkü Çin burjuvazisinin bir yandan dünya çapında dış ticaretin genişlemesinden faydalanırken, öte yandan Çin devletinin de desteğini arkasına alarak büyük çaplı AR-GE yatırımlarına girişmesi ve bu sayede ileri teknoloji sektörlerinde ABD ve AB sermayeleri ile rekabet edebilecek düzeye yaklaşması, en başta ABD burjuvazisini tedirgin ediyor. Huawei ve diğer Çinli teknoloji firmalarına karşı ileri sürülen “haksız rekabet” iddiasına kanıt olarak özellikle bunların telekomünikasyon altyapısı ve veri kullanımı alanında casusluk yapmaları ve Çin devletinin söz konusu firmaları teknoloji alanında sürekli desteklemesi gösteriliyor. Biz bu iddialar karşısında elbette Çin burjuvazisine kefil olacak değiliz. Gelgelelim ABD emperyalizminin ulusal güvenlik birimi NSA ve CIA aracılığıyla sanayi casusluğu ve uydularla gözetleme alanındaki marifetlerini, daha kısa bir süre önce Almanya başbakanı Merkel’i gizlice dinlediğini ve kendi ileri teknoloji firmalarını askeri sözleşmelerle savunma sanayisi üzerinden yıllardır himaye ettiğini hatırladığımızda, bu kadar ikiyüzlülük karşısında “doğrusu pes” diyoruz.
Meselenin özü, ABD emperyalist sermayesinin ileri teknoloji alanındaki rekabet üstünlüğünün tehdit altında olması ve ekonomik gücünün zayıflaması karşısında Çin’i boyun eğmeye zorlamasıdır. Ancak bu hamlenin yakın gelecekte üç önemli sonuç doğurması adeta kaçınılmazdır. Birincisi, ABD’nin bu savaşı Avrupa ekonomilerini de kapsayacak şekilde genişletme eğilimi karşısında Almanya liderliğindeki AB burjuvazisi ile gerilimin artacak olmasıdır. Nitekim ABD’nin Huawei’yi ticaret ilişkilerinden dışlamak konusunda Almanya üzerinde yürüttüğü yoğun baskılara Başbakan Merkel ve Enerji ve Ekonomi Bakanı Altmaier –Alman sermayesinin Çin pazarı ile olan çıkar bağını da dikkate alarak – en azından şimdilik mesafeli yaklaşıyorlar. Bu da bizi ikinci önemli noktaya götürüyor. Zaman içinde ABD’nin AB ve Çin ile yaşadığı bu ticaret savaşının bir bütün olarak dünya ekonomisinin durgunluğunu daha da şiddetlendirecek olması. Şimdiden 2020 yılında dünya ekonomisinin daha yavaş büyüyeceği, küresel ticaret hacminin daha fazla daralacağı, dünya ekonomisinin bir bütün olarak yeniden – belki de 2008 krizinden daha ağır – bir küresel durgunluk evresine girmesi öngörülüyor. Buradan vardığımız üçüncü sonuç ise ticaret savaşının ya da yukarıda ifade ettiğimiz şekliyle aslında teknoloji alanındaki soğuk savaşın adım adım bir sıcak dünya savaşına evrilme potansiyeli taşıdığı.
Günümüzde dünya ekonomisi, tarihte görülmemiş ölçüde bütünleşmiş olmasına rağmen, özel mülkiyete ve rekabete dayalı kapitalist üretim ilişkileri nedeniyle ulus-devletler arasında bölünmüşlüğü bir türlü aşamıyor; uluslar ve halklar arasında işbirliğine dayalı, planlı bir dünya ekonomisinin temellerini atamıyor. Sonuç büyük olasılıkla dünya pazarının parçalanması, artan korumacılık ve milliyetçilik eğilimleri oluyor. Geçtiğimiz yüzyılın tarihsel deneyimlerinden ders alacaksak şu iki noktayı hiç unutmamak gerekiyor: “Milli güvenlik, ulusal çıkar ” gerekçesiyle dünya pazarında daha fazla güç elde etme politikasının asıl faturasını her bir ülkenin emekçileri ödüyor. Emekçilerin ücretlerini ve işyerlerini savunmalarının yolu ise başka ülkelerin emekçilerini rakip olarak görmek yerine hem kendi ülkelerinde hem de diğer ülkelerde sınıf mücadelesini yükseltmekten geçiyor.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2020 tarihli 124. sayısında yayınlanmıştır.