Türkiye bıçak sırtında, düğümü işçi sınıfı çözer!

Devrimci İşçi Partisi olarak 1 Kasım'ın bir hayalet seçim olduğunu ve AKP'nin iktidar gaspına devam ettiğini vurguluyoruz. Diğer yanda, AKP'nin aldığı yüksek oy oranına rağmen Türkiye'nin başta ekonominin kırılganlığı, Suriye politikasının içine girdiği çıkmaz ve Kürt sorununun krize sürüklenmesi dolayısıyla iç ve dış politikadaki önemli problemlerinin hiçbirini çözmüş olmadığının altını çiziyoruz. Bu temelde 1 Kasım'dan itibaren, özellikle işçi ve emekçi sınıfları mücadeleye çağıran ve fabrika ve işyerlerinde mevzilenmeye ağırlık veren bir politika izledik. Pratikte de DİP militanları 2 Kasım'la birlikte her yerde artan baskıya karşı direnişin ön saflarında yer aldılar.

Ayrıca Devrimci İşçi Partisi olarak öteden beri Erdoğan ve AKP'nin kadiri mutlak bir diktatörlük kurduğuna dair yanılsamalara karşı bu gerici iktidarın zaaflarına işaret ediyoruz. Son yıllarda bir dizi kritik aşamada bu iktidarın düşmenin eşiğine geldiğini ancak sermayenin iktidarın tepetaklak devrilişinden korktuğunu ve düzenli geçiş istediğini ve hem sermayenin bu tutumu hem de muhalefetin bir bölümünün koltuk değneği olmasıyla Erdoğan ve AKP'nin iktidarda kalabildiğini vurguluyoruz.

1 Kasım sonrasında ise AKP'nin aldığı yüzde 49 oyla birlikte Türkiye'nin siyasi atmosferinde ciddi bir değişim olmuştur. Erdoğan ve AKP iktidarı 1 Kasım'ın rüzgârıyla yelkenlerini doldurmak, elde ettiği moral üstünlükle baskıyı arttırarak iktidarını perçinlemek istemektedir. Erdoğan bir adım daha ileri giderek yeniden başkanlık sistemi tartışmalarını ülke gündemine taşımıştır.

Önce Gezi ile başlayan halk isyanı, ardından 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları ve daha sonra Kobani serhildanı ile defalarca sarsılan AKP, 7 Haziran'a doğru bir dizi müttefikini de yitirmiş şekilde geliyordu. Ayrıca, AKP'nin saflarından çatlak sesler giderek daha fazla duyulur olmuştu. 7 Haziran'dan sonra da Erdoğan ve AKP, savaş çıkartmak dâhil bir dizi siyasi hamle ile yeniden seçimlere gidilmesini sağlamışsa da ne olur ne olmaz diyerek hesaplarını AKP'nin tek başına iktidar olmadığı seçeneklere göre yapanlar çoğunluktaydı. Öyle ki Erdoğan bile oğlunu İtalya'ya göndermişti. Ancak 1 Kasım'dan sonra Erdoğan ve AKP açısından tüm bu olumsuz faktörler değişmektedir. Bu değişimin ne kadar köklü ve istikrarlı olacağı,  AKP ve Erdoğan'ın ciddi bir yükseliş içerisine girip girmeyeceği, iç ve dış politikadaki kriz dinamiklerinin üstesinden gelip gelemeyeceği tartışma konusudur.

Baştan şöyle söylenebilir ki Erdoğan ve AKP'nin lehine ve aleyhine olan faktörler bir arada bulunmaktadır. Gelecek bu faktörlerin hangisinin daha belirleyici şekilde kendisini göstereceğine bağlı olacaktır. Bu faktörler üzerinde etki yapma potansiyeli olduğu için işçi hareketi ile sol ve sosyalist güçlere önemli görevler düşmektedir.

Erdoğan ve AKP'nin lehine olan faktörler

Erdoğan ve AKP'yi orta vadede güçlendirecek faktörler şunlardır: Birincisi siyasal gündem açısından, 1 Kasım sonuçları dolayısıyla bir süre muhalefet partilerinin iç çalkantıları ön plana çıkacaktır. CHP çalkantılı bir kongre sürecine girmiştir, lider kültüne dayalı faşist bir parti olan MHP'de buna rağmen Bahçeli'nin genel başkanlığı ciddi şekilde sorgulanmaya başlamıştır. HDP saflarında da AKP ile mesafeyi daraltmaya, öz savunma yapan Kürt halkı ve gençliğine ise mesafe koymaya yatkın bir sağ kanadın yeni süreçte etkinliğini arttırma çabasına giriştiği biliniyor. İkincisi Erdoğan ve AKP, dış politikada biraz olsun nefes alma olanağına kavuşmuştur. ABD, Erdoğan'ın savaşına yol vererek İncirlik ve Diyarbakır üslerini kazandı. Şimdi Davutoğlu, Çin'den füze almaktan vazgeçerken ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Cerablus'ta Türkiye ile beraber operasyon yapacaklarını söylüyor. AB ilerleme raporu Türkiye'yi bir dizi konuda sert şekilde eleştirdi ama Almanya Şansölyesi Merkel'in seçim öncesi Türkiye ziyaretinde de gördüğümüz üzere, Erdoğan'ın mülteci kozu karşısında Avrupalı emperyalistler tavizkâr olmaya yatkınlar.

Üçüncü olarak iç politikada Erdoğan ve AKP'nin burjuva muhaliflerinin hemen çark etmeye başladığını görüyoruz. Basında Doğan grubu yelkenleri suya indirdi. Cemaat paramparça, basın yayın organlarına el kondu, cemaatçi patronlar fare misali birer ikişer cemaatçi sanayici konfederasyonu TUSKON gemisini terk ediyor. Tüm bunlar olurken Erdoğan, daha dün cemaatle işbirliği içinde Ergenekoncu diye içeri attıklarını yavaş yavaş yanına çekmiş durumda. Tüm bunlar şu anda AKP açısından pozitif etki yapan faktörler.

Erdoğan ve AKP'nin aleyhine olan faktörler

Ancak yine orta vadede AKP'nin yeniden zayıflamasına yol açacak faktörler de var. Bu faktörlerin başında ekonominin kırılgan yapısı geliyor. AKP'nin tek başına iktidarının dövizdeki artışı durdurmadığı görüldü. İşsizlik, 2009 yılının kriz koşullarında gördüğü seviyenin üzerine çıktı.  2014 yılında TÜİK'in verileri işsizliği düşük gösterecek şekilde yeniden düzenlendiği halde resmi rakamlara göre 3 milyon (yüzde 10,4), gerçekçi rakamlara göre ise 5 milyon 754 bin kişi işsiz durumda. Sanayi üretimi Eylül ayında geçen senenin aynı ayına göre yüzde 7,9 oranında düştü. Hem enflasyonun yeniden çift hanelere doğru yükselmesi hem de işsizliğin daha da artması bekleniyor. Büyüme beklentisi ise sadece yüzde 2,9.

Kürt sorununda da AKP'nin savaş politikasının tekerleği hendeğe düşmüş durumda. Her hafta başka bir Kürt şehri abluka altına alınıyor. Bir haftadan fazla süre ilçeler abluka altında aç susuz bırakılıyor. Siviller öldürülüyor. Hendekler kapatılamadığı gibi, sokaklara ırkçı yazılamalar yapan, havaya tekbir getirerek silah sıkan özel harekât polisleriyle, tanklarıyla ve helikopterleriyle Türkiye bölgede tam bir sömürgeci devlet görüntüsü çiziyor. 11 günlük işgalden sonra jandarmanın Silvan’dan uğurlanış tarzı, Kürt halkının ruh durumu konusunda çokşey söylüyor.

Suriye politikasının açmazları, ABD ile bir dizi konuda yakınlaşma sağlanmış gibi görünse de devam ediyor. ABD her ne kadar PYD'ye silah vermiyoruz dese de Türkiye'nin terörist ilan ettiği PYD, Türkiye ve mezhepçi müttefikleri Suudi Arabistan ve Katar dışında tüm dünya tarafından DAİŞ karşısında savaşan meşru bir güç olarak tanınıyor. Türkiye'nin DAİŞ'e el altından, El Nusra ve başkaca tekfirci örgütleri ise daha açık desteklemeye dayalı politikasının sürdürülebilirliği büyük tartışma konusu. Paris katliamının ardından Erdoğan ve AKP, Suriye politikasını tekfirci mezhepçi örgütler aleyhinde yeniden düzenlemezse üzerindeki baskı hem Batı hem de Rusya cephesinden artacaktır.

Erdoğan ve AKP bıçak sırtında

İşte tüm bu faktörler de önümüzdeki dönemde AKP'yi zayıflatacak şekilde etki edecektir. Dolayısıyla da AKP'nin sadece 1 Kasım sonuçlarına bakarak tayin edici bir zafer kazandığını söylemek, önlenemez bir yükselişe geçtiğini düşünmek yanlıştır. AKP düştü düşecek bir pozisyonda da değildir. Daha ziyade bıçak sırtında ilerlemektedir.

Bu bıçak sırtı durumun Erdoğan'ı ve AKP'yi bir dizi alanda uzlaşmaya değil daha da sert saldırmaya itmesi beklenmelidir: Kürt sorununu daha fazla şiddetle bastırma,  işçi sınıfına ve kamu emekçilerine kıdem tazminatını ve 657'yi kaldırarak saldırma, basını daha fazla baskı altında tutma, başta toplanma ve gösteri hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetleri daha fazla gasp etme...

Tayin edici faktör: Sınıf mücadelesi

Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin "yeni anayasa"nın tartışılacağı bir entellektüel tartışma kulübünden ziyade tüm sınıfsal, sosyal ve ulusal çelişkilerin alabildiğine keskin yaşandığı bir savaş meydanına benzeyeceğini söyleyebiliriz. Erdoğan ve AKP saldıracaktır. Ama bu saldırılarla yeni mevziler mi kazanacağı yoksa direnişin karşısında 1 Kasım'da elde ettiği mevzileri yitirmeye mi başlayacağını zaman gösterecek. Bu zaman zarfında geleceği emekçi halkın lehine şekillendirmek için yapılacak çok şey var. AKP'nin karşısına bir kez daha Amerikan destekli zavallı bir burjuva muhalefetiyle ya da mücadeleyi müzakereye kurban eden liberal bir politik ataletle çıkılırsa, korkarız ki gericiliğin ve baskının daha da arttığına, emekçi halkın haklarının alabildiğine tırpanlandığına tanık olacağız.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden yol, artık burjuva muhalefetinin ne kadar sefil bir güruh olduğunu açıkça göstermiş olmalıdır. 7 Haziran ertesinde Erdoğan karalar bağlamıştı, halkta büyük bir umut ve heyecan vardı. Bu moral üstünlüğü Erdoğan’ın zaaflarının, en başta meclis çoğunluğuna dayanarak 17-25 Aralık yolsuzluklarının üzerine giderek Erdoğan ve AKP’nin yenilgisini derinleştirme olanağı vardı. MHP, resmen AKP’nin koltuk değneği oldu. 2 milyon seçmeni tarafından cezalandırıldı. O zaman neden kopyasına vereyim dedi seçmen, aslına veririm. CHP TÜSİAD’ın “istikrar” talebini amentü yaptı, olmayacak koalisyon uğruna Erdoğan’ı rahat bıraktı. Karşılığında Türkiye’de istikrar olmadı, savaş oldu. İstikrara kavuşan bir tel CHP’nin oyları oldu, parti olduğu yerde saydı. “Beşinci parti” Abdullah Gül ve arkadaşları, karınlarından konuştular, korkaklıktan ille önce AKP’nin çökmesini beklediler. Çöken kendi stratejileri oldu. Artık bu burjuva muhalefetine umut beslemekten vazgeçmenin zamanıdır!

HDP, Kürt halkının yanı sıra toplumsal muhalefetin en diri katmanlarının umudu idi. 80 milletvekili ile büyük bir fırsat yakalamıştı. Maalesef liberallerin etkisi altına girdi. “Yetmez ama evet”çi liberaller, AKP’nin kapısından kovulduktan sonra HDP’nin başına musallat oldu. “Yapıcı muhalefet” fikrini ölümcül bir strateji olarak HDP yönetiminin kulağına fısıldadılar. HDP bir geniş koalisyon kurulsun, ben de dışarıdan destekleyeyim derken felç oldu. 7 Haziran’da yüzde 13 oyla, 80 milletvekili ile, bütün toplumun sempatisini çeken genç Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ile muazzam bir fırsat yakalamıştı, O fırsatı tepti. Politika yapmamayı tercih etti! Kürt halkı kahramanca direniyor. HDP bunun hakkını veren bir politik çizgiye geldiğinde Erdoğan’ın ve AKP’nin işi çok daha zor olacaktır.

Gelecek işçi sınıfının ve halkındır!

Umut asla tükenmiş değil. Gerek emperyalizm, gerekse onun müttefiki AKP hükümeti, önlerine gelen hiçbir sorunu çözemiyor. Dünya ekonomik krizi kapitalizmin ufkunu karartıyor. Bir örnek Japonya’dır: son dönemde, yedi yıl içinde beşinci defa dararalma sürecine girmiştir! Suruç ve Ankara’dan sonra Beyrut ve Paris katliamları, Ortadoğu’nun nasıl bir girdap hâline geldiğini gösteriyor. Dün Cizre, bugün Silvan Kürt halkının baskılara karşı nasıl direndiğini gösteriyor.

Bütün seçimlerden ayrı bir süreç yaşandı Türkiye’de bu yıl. On binlerce metal işçisi ayağa kalktı, iki ay süresince o şehir senin, bu şehir benim, fiili grevlerle sarı gangster sendikası Türk Metal’e karşı muazzam bir mücadele ördü. Büyük Tekel eylemi dışında yıllardır durgun olan işçi hareketi yeni bir dönemin açılmakta olduğunun ilk işaretini verdi. Yapılması gereken bu işçi sınıfının içinde örgütlenmek, onun mücadelesini daha etkili hâle getirmektir. 2015 tuhaf seçimler yılı oldu. Metal işçisinin seçimi sınıf mücadelesi idi. Bunu bütün sektörlere ve diğer emekçilere yaymak gerekir. Sınıf mücadelesi bıçak sırtı dengesini halkın lehine çevirecek faktör olacaktır. Devrimci İşçi Partisi yolunu burada belirliyor.

Dünyada ve Türkiye’de büyük ekonomik kriz ve yeni devrimci dalga düzeni tehdit ettiği içindir ki, Türkiye milli gelirinin onda birine yakınını kontrol eden bir holdingin sorumlularından Ali Koç, kapitalizm oldukça eşitsizliğin kalacağından yakınıyor. Bu kapitalist düzen artık tehdit altında olduğu içindir ki, dünyanın en güçlü 20 ülkesinin ve bir o kadar da davetli ülkenin yöneticileri karşısında Tayyip Erdoğan “fakiri kışkırtmayalım” diyor. Bu kapitalist düzen tehdit altında olduğu içindir ki, dünyanın en zengin birkaç adamından biri, Microsoft denen tekelin sahibi Bill Gates, “özel sektör yapamaz, sosyalizm gerek” diyor. Burjuvazi krizin derinliğinin farkındadır. Bunaldı, ne dediğini bilmiyor. Solda ise yakınma tek modadır!

Pek akıllı siyasi analistler bundan sonra iktidar sorununun 2019’a kadar gündeme gelmeyeceğini söyleyip duruyorlar. Onların sorunları dünyanın ve bu coğrafyanın içinde kıvrandığı çelişkileri görmek yerine gözlerini sadece ve sadece parlamenter dengelere dikmeleridir. Türkiye bir çelişkiler girdabı içinde kıvranıyor. Önümüzdeki dönem işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde güçlü bir tahkimat yapılırsa çok uzun değil, hele hele 2019’u beklemeye hiç gerek kalmadan AKP iktidarının fabrikalara, madenlere, tersanelere, otellere, hastanelere, okullara, kampüslere gömüldüğünü görebiliriz.     

Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi