Tunus’ta parlamenter demokrasi durağı
Deyin ki 12 Eylül askeri diktatörlüğünün en koyu günlerinde Doğu Karadeniz’de işsiz gençler ayaklanıyor. Günlerce sokak gösterileri yapıyor, ölüler veriyorlar. Deyin ki, polis baskısına rağmen bu ayaklanma adım adım Türkiye’nin başka bölgelerine yayılıyor. Bütün bu olaylar sırasında ayaklanmanın tek örgütlü sesi de Türk-İş. Sonunda isyan İstanbul ve Ankara’ya sıçrıyor. Kenan Evren, kendisine kısa süre önce Dimitrof Nişanı vermiş olan Bulgaristan’a kaçıyor. Bütün siyasi tutuklular salıveriliyor. Mülteciler memlekete dönüyor. Herkes özgürce örgütleniyor. Dokuz ay sonra da bütün dünyanın burjuva standartları bakımından düzgün bulduğu seçimler yapılıyor. Deyin ki, bu seçimlerden Tayyip Erdoğan gibi bir politikacı galip çıkıyor.
Deyin ki 12 Eylül askeri diktatörlüğünün en koyu günlerinde Doğu Karadeniz’de işsiz gençler ayaklanıyor. Günlerce sokak gösterileri yapıyor, ölüler veriyorlar. Deyin ki, polis baskısına rağmen bu ayaklanma adım adım Türkiye’nin başka bölgelerine yayılıyor. Bütün bu olaylar sırasında ayaklanmanın tek örgütlü sesi de Türk-İş. Sonunda isyan İstanbul ve Ankara’ya sıçrıyor. Kenan Evren, kendisine kısa süre önce Dimitrof Nişanı vermiş olan Bulgaristan’a kaçıyor. Bütün siyasi tutuklular salıveriliyor. Mülteciler memlekete dönüyor. Herkes özgürce örgütleniyor. Dokuz ay sonra da bütün dünyanın burjuva standartları bakımından düzgün bulduğu seçimler yapılıyor. Deyin ki, bu seçimlerden Tayyip Erdoğan gibi bir politikacı galip çıkıyor.Şimdi soru şu: Türkiye bu farazi gelişmeler sonucu işçi sınıfı ve emekçilerin siyasi çıkarları açısından ileri gitmiş midir, gitmemiş midir? Solda aklı başında herhangi biri, “hayır Evren rejimi daha iyiydi, bunlar şeriatçı” falan der miydi? Kendine sol diyen, Batı emperyalizmiyle bütütüyle aynı duyarlılığa sahip bugünün “ulusalcıları” acaba bu soruya ne cevap verirlerdi? Unutmayın, tercih edecekleri bugünün komutanları değil Evren olacaktı!
Soruyu Tunus için sorduğumuzda bizim için sorunun cevabı açıktır. Tunus işçi sınıfı ve emekçi halkı despotik bir kapitalist rejimi devirme yolunda muazzam bir devrimci enerji sergilemiş ve savaşın ilk muharebesini 30 yıllık diktatör bin Ali’nin Suudi Arabistan’a kaçmasıyla kazanmıştı. Daha sonra işçi sınıfı Mayıs ve Haziran aylarında bütünüyle yasadışı bir grev dalgasıyla devrimi derinleştirme yolunda bir atak daha yaptı. Ama, örgütsüzlük bu derinleşmeyi engelledi. Ülkenin tek işçi konfederasyonu UGTT eski rejimin bürokratik bir kalıntısı idi, daha ileri gitmeye ne isteği vardı, ne mecali. Ülkenin afrokomünistleşmiş, pardon avrokomünistleşmiş eski Stalinist partisi Ettecdid (Yenilenme), başlangıçta rejimin yanında, kitlelerin karşısında kalacak kadar alçalmış bir güçtü. Gerçek Marksistler ise ancak devrimin ateşinde başlarını yeni doğrultuyorlardı.
Örgütsüz halk kazanamaz
Türkiye solu Şili’den ve genel olarak Latin Amerika’dan gelen bir sloganı bol bol atar: “Örgütlü halk yenilmez.” Bu bütünüyle doğru değildir, çünkü örgütün nasıl örgüt olduğu da zafer için belirleyicidir. Ama hiç olmazsa örgütlü olmayan halkın sonunda mutlaka yitireceği gerçeğini ifade ettiği için önemlidir. Ama anlaşılan sol en sık attığı sloganların bile içeriğini düşünmüyor. Nedense Tunus’ta örgütsüz halk bir aşamadan sonra kazanamayınca, “bu ne biçim devrim?” homurtuları başlıyor. 23 Ekim’de yapılan Tunus seçimlerini Tayyip Erdoğan’ın doğrultusunu benimseyen Ennahda (Diriliş) yüzde 40’ın üzerinde oyla kazandı. Çünkü bin Ali rejimi altında bu partinin başkanı Ğannuşi sürgünde iken, avrokomünist Ettecdid bin Ali’nin sahte parlamentosunda muhaliflik oynuyordu! Şimdi o sahte komünistlerle aynı Sovyetçi gelenekten gelenlerin “Tunus’ta devrim yoktu, ABD Ortadoğu’yu yeniden dizayn ediyor, Libya’dan sonra Tunus’ta da şeriat başa geçti” diye yaygara koparması, epey gülünç duruyor.
Zaten Arap devrimi düşmanlarının ağızlarına ne gelirse söyledikleri her aşamada ortaya çıkıyor. Tunus ve Libya’da şeriat başa geçiyorsa bu ABD’yi nasıl sevindirir? Bu o kadar doğru değil ki, emperyalizm İslamcılığın yükselişinden o kadar kaygılı ki, Tunus’un eski sömürgeci gücü Fransa’nın Dışişleri Bakanı Alain Juppé hemen tehdidi savurdu: insan haklarına uymazsanız yardımı keseriz. Ğannuşi de cevabı yapıştırdı: bin Ali döneminde pek dikkat etmiyordunuz ama! (Le Monde, 28 Ekim 2011) Ennahda bir yandan da hemen Batı’yı yatıştıracak açıklamalar yapmaya başladı. İşte ilk bildirisinden: “Ekonomik ve ticari partnerlerimizi ve yatırımcıları temin ederiz ki hızla isitkrara ve yatırımlara uygun koşullara döneceğiz.” (Le Monde, 26 Ekim 2011)
Sorun kapitalizm
Görüldüğü gibi, sorun, Ennahda’nın İslamcı olması kadar kapitalizm yanlısı olması. Tunuslu emekçiler bugün Ennahda’ya oy vermiş olabilirler. Ama Tunus’u ayağa kaldıran çelişki işsizlik ve yoksulluktu. İşsizlik azalmıyor, artıyor. Devrimin yarattığı belirsizlik yatırımlarda müthiş bir düşüşe yol açtığı için (2011’de yüzde 24 gerileme!), işsizlik yüzde 19’a yükselmiş durumda. 2010’da 500 bin olan işsiz sayısı (Tunus’un nüfusunun sadece 10 milyon olduğu hatırlansın) şimdi turizmin çöküşü ve Libya’dan kaçan Tunuslu işçilerin de katılımıyla 700 bine çıkmış durumda. (Le Monde, 26 Ekim 2011) Ennahda bu sorunu çözmeyeceğine göre, daha üç-dört ay öncesine kadar ayakta olan bir halkın, özellikle gençliğin ne yapacağını önceden söylemek mümkün değil. Seçimden sonra tuhaf bir partinin kazanmış olduğu bazı sandalyelerin seçim kurulunca iptal edilmesinin devrimin ilk başladığı kent olan Sidi Buzid’de binlerce kişinin katıldığı iki gün süren şiddet olaylarına yol açtığı, halkın vilayete, adliyeye ve Ennahda’nın bürosuna saldırdığı göz önüne alınırsa, Tunus kolay kolay normale dönmeyecek gibi görünüyor.
Yapılması gereken işçi sınıfı için bir önderliğin inşası için örgütlenmeyi hızlandırmaktır. Tunus işçi sınıfı bunun için eskisinden çok daha elverişli koşulları yaratmıştır. Bunu göremeyen politikadan anlamıyor demektir.
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.