Tunus devriminin anlamı (4)

Tunus devriminin İslamcı bir rejimle son bulması tehlikesinin en büyük iç nedeni, elbette başka güçlü bir önderliğin olmamasıdır. Öyleyse, yine aynı noktaya geri dönüyoruz: Tunus devriminin en acil sorunu, işçi sınıfının devrimci bir önderliğini mücadelenin ateşi içinde inşa etmektir.

Devrimin önündeki üç tehlike

Tunus devriminin potansiyellerini ve sınırlarını bu yazının ilk üç bölümünde inceledik. Sözünü ettiğimiz potansiyeller arasında biri şimdiden bütünüyle gerçekleşmiş durumda. Tunus devrimi, ilk günden beri öngördüğümüz gibi, Arap devriminin tetikleyicisi oldu. Bu satırların yazılmakta olduğu anda, Mısır’ın 30 yıllık cumhurbaşkanı Mübarek’in Nil’e dökülmesi gün işi. Yemen ihtilaçlarla sarsılıyor. Bütün Arap dünyası tetikte. Yarın devrimin nerede başlayacağını kimse bilmiyor.

Tunus’un kendisinde ise işçi ve emekçiler sebatkâr direnişleriyle eski rejimden taviz üzerine taviz koparıyorlar. En son, 27 Ocak’ta, yani hükümetin kuruluşundan sadece dokuz gün sonra, Başbakan Gannuşi eski rejimin kadroları olan bazı bakanları görevden almak zorunda kaldı. Bunun devrimi yavaşlatmak yönünde bir etki yaratıp yaratmayacağını göreceğiz.

Devrimin önündeki en büyük sorun, işçi sınıfının güçlü bir siyasi önderliğe sahip olmaması. Bu, sendikal konfederasyon UGTT’nin omuzlarına, muhtemelen taşıyabileceğinden daha büyük bir yük yüklüyor. Dolayısıyla, acil görev mücadele içinde, kitlelerin hareketi ile teması hiç ama hiç yitirmeden böyle bir önderliği inşa edebilmek.

Bu durum, devrimin karşısında tehlikeli birtakım gelişme patikalarının da mevcut olması anlamına geliyor. Bunlardan birincisi, ordunun duruma hakim olması ve bu sayede eski rejimin bazı önemli değişikliklere rağmen varlığını sürdürmesi. Hatta devrim çok sert karşıtlıklara doğru evrilirse, ordunun bir askeri diktatörlük deneyine girişmesi bile olasılık dahilinde olabilir.

Bunun nedeni şu: Tunus ordusu, devrim sürecinde son derecede kurnaz bir politik hat benimsedi.Devrim başkent Tunus’a sıçradığında bin Ali, polisin artık yeterli olmayacağını görerek kenti ordu güçlerine teslim etmek istedi. Ama Genelkurmay Başkanı Raşid Ömer halkın üzerine ateş etmeyi reddedince ordu bir gece kaldığı Tunus sokaklarından çekildi. Hatta basına sızan bazı haberler, ordunun bin Ali’yi çekilmeye “ikna” ettiği yolunda. Bu haberler, elbette ordunun kendini devrimci halka şirin göstermek için giriştiği bir halkla ilişkiler operasyonu olabilir. Ama aynı zamanda, hakim sınıfların sorumlu ve kurnaz bir muhafızı olarak ordunun rejimi, hatta yaklaşan tehlikeyi görerek belki de burjuva devletini kurtarmak amacıyla bin Ali’yi tasfiye etmeye karar vermiş olması da mümkün. Ordu, bin Ali’nin kaçışından sonra da onun “hassa ordusu” olarak bilinen özel güçleriyle silahlı çatışmalara girmiştir.

Bu gelişmeler sonucunda, ordu halk nezdinde çok ciddi bir sempati elde etmiştir. Halk, polisten farklı olarak orduyu kendi yanında görmekte, tanklarda ya da sokakta bekleyen askerlere sürekli olarak sempati jestleriyle yaklaşmaktadır. Eğer hükümet (yani eski rejim) ile devrimci halk ve onun başındaki UGTT arasındaki düello burjuvazinin çıkarlarına ağır zarar verecek kadar uzar ve sertleştirse, ordunun Bonapartist bir tavırla işleri eline almaya girişmesi ve böylece devrimi yarı yolda durdurması olasılığı ortaya çıkabilir.

İkinci tehlike, Tunus burjuvazisinin, ABD, Fransa ve AB’deki hamilerinin telkinleriyle, eski rejimi tasfiye ederek, yani bugünkü Gannuşi hükümetini de bin Ali gibi kullanılmış bir mendil gibi bir kenara atarak, AB’ci ve küreselleşmeci bir burjuva demokrasisi kurma yoluna girmesi karşısında devrimin çözülmesi olasılığıdır. Elbette bu yolun önünde büyük güçlükler vardır. Tunus devriminin (bu yazının üçüncü bölümünde incelediğimiz) sürekli devrim dinamikleri, eski rejimin bütünüyle tasfiyesini tehlikeli kılmaktadır. Rejim bir kez tepetaklak olduğunda, devrimin nereye doğru gelişeceği belli olmaz. Üstelik, Arap dünyasının devi Mısır’da derinleşmekte olan devrimci süreç, Tunus devrimine de yeni bir itilim vererek onu radikalleştirebilir. Ama yine de emperyalizmin yardımıyla Tunus’ta işçi sınıfının, emekçilerin ve kent yoksullarının bu kez “demokratik” bir boyunduruğa koşulması olasılık dışı değildir. Hatta belki de en büyük olasılıktır.

Devrim bu iki tehlikeyi atlatsa, yani derinleşmeye devam etse dahi, önünde üçüncü bir tehlike beklemektedir: İslamcı bir rejime dönme tehlikesi. Bu tehlike, aslında Tunus’un kendi içinden güçlü biçimde fışkıran bir İslamcı hareketten kaynaklanmıyor. Tunus’un en güçlü İslamcı hareketi En-nahda, 1989’da bin Ali kendi döneminin başlangıcında demokrasicilik oyunu oynarken, seçimlerde % 17 oy aldıktan sonra yasaklanmış, önderliği sürgüne gönderilmiş bir parti, ama son derecede ılımlı bir İslamcılığı var. Üstelik, Tunus, sık sık vurgulandığı gibi, Arap ülkeleri arasında laikliğin en çok mevzi kazanmış olduğu ülkelerden biri.

Tehlike daha ziyade uluslararası alandan kaynaklanıyor. Birincisi, son otuz yıl içinde bütün İslam dünyasında ve özel olarak da Arap dünyasında, İslamcı akımlar varolan despotik sistemlerin en güçlü muhalifi oldular. Dolayısıyla, Arap kitleleri onlara hep kulak verir oldu. Ama ikincisi ve daha önemlisi şu: Devrimin yükselmekte olduğu Mısır’da en güçlü muhalif örgüt İhvan-ı Müslimin, yani Müslüman Kardeşler. Bu hareket ne kadar ılımlı olursa olsun, devrimin çatışmaları içinde radikalleşebilir. Şayet Mısır devrimi İslamcı bir rejimin kurulmasına yol açarsa, bunun Tunus’taki etkisi çok, ama çok büyük olacaktır, çünkü Mısır Arap dünyasına yol gösterecek bir ülke ve bir uygarlık merkezidir.

Tunus devriminin İslamcı bir rejimle son bulması tehlikesinin en büyük iç nedeni, elbette başka güçlü bir önderliğin olmamasıdır. Öyleyse, yine aynı noktaya geri dönüyoruz: Tunus devriminin en acil sorunu, işçi sınıfının devrimci bir önderliğini mücadelenin ateşi içinde inşa etmektir.

Uluslararası işçi hareketi ve devrimci Marksist hareketler bu acil göreve destek olabildikleri ölçüde, Arap devriminin de, dünya devriminin de ilerlemesine çok önemli bir katkıda bulunmuş olacaklardır.

(Son)