Trump’ın testeresi

Trump'ın testeresi

“Yurtta testere, cihanda testere”. Trump Türkiye’ye devlet başkanı olsaydı programını bu sloganla tarihî bir çerçeveye oturtabilirdi. İlk günden beri Nazilerin “yıldırım savaşı”na benzer bir strateji sürdürdüğünü söylediğimiz Amerikan başkanı, içeride Elon Musk aracılığıyla devlet harcamalarında tasarruf gerekçesiyle kamu hizmetlerine büyük bir taarruz başlatmış durumda. Sanki bir yıkım güllesi ABD devlet kuruluşlarının her birini teker teker hedef alıyor. Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei’nin Washington ziyaretinde Musk’a bir zincirli testere hediye etmesi, Musk’ın da bunu elektrogitar çalan bir rock müzisyeni edasıyla havaya kaldırması en çok işin bu yanını sembolize ediyor. Milei kendisi de Arjantin’de göreve geleli beri, “şu bakanlığı kapatacağım, bu hizmeti durduracağım” diye çarpıcı olmasına özen gösterdiği bir üslupla aynı işi yapıyor. Eşitsiz ve bileşik gelişme! Bu alanda ABD Arjantin’den örnek alıyor!

Trump, Musk ve yıkım ekibi bu taarruzun amacını “israf, yolsuzluk, istismar” bataklığını kurutmak olarak açıklıyor. 300 yaşını geçkin insanların emekli maaşı aldığını keşfetmişler, öyle diyorlar. Oysa amaç bambaşka. Faşizm radikal bir karşıdevrim hareketidir. Eski neoliberaller Thatcher, Reagan, hatta Pinochet ve 12 Eylül karşıdevriminin önderleri Evren ve Özal onun yanında uslu çocuklar gibi görünür. Trump yönetimi henüz bir ön-faşizm karakterini taşıyor ama kanında bu radikalizm var. Yaşanan, uluslararası burjuvazinin 1970’li yılların sonunda kapitalist dünya ekonomisinin içine girdiği ekonomik krizin bedelini işçi ve emekçi kitlelere ödetmek için benimsediği, devletin sosyal hizmetlerini budamaya, hatta yok etmeye dayanan politikanın 2008 sonrası büyük depresyon ortamında uç noktalara taşınmasıdır. Amaç “israf, yolsuzluk, istismar”ı önlemek değildir; kapitalist krizin zaten yoksullaştırdığı halka kamusal desteğin kesilmesidir, emekçi kitlelerin atomizasyonudur. Bunun en iyi kanıtı, Amerika’da nüfusun en yoksul 70 milyonuna kısmi bir sağlık güvencesi sağlayan Medicaid’e saldırılmasıdır. Başka kanıtı, savaş malûl gazilerine hizmet eden kuruluşun on binlerce çalışanın işine son verme planıdır. Başka kanıtı Sosyal Güvenlik Kurumu’na planlanan saldırıdır. Musk başta (aynen Milei’nin çeşitli bakanlıklar için düşündüğü gibi) Eğitim Bakanlığı’nı kapatmayı (evet, doğru okudunuz, Eğitim Bakanlığı’nı!) bile düşünmüştür!

21. yüzyıl faşizminin ekonomik görevleri 1930’lu yılların faşizminden bir ölçüde farklıdır. Klasik faşizm 1930’lu yıllarda, henüz kapitalizmin “sosyal devlet” ya da “refah devleti” gibi ideolojik terimlerle anılan emniyet supaplarına başvurmamış olduğu bir aşamada iktidara gelmişti. Yalın söyleyelim, iyi anlaşılsın: 1930’lu yıllar “Lenin etkisi” öncesi dönemdi. Ya da 1917 Ekim devrimi etkisi öncesi, işçi devleti etkisi öncesi. “Sosyal devlet” veya “refah devleti” cafcaflı adlarıyla anılan kamusal hizmetler, 1930’lu yılların Büyük Depresyon’unun içinde başlayan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasına uzanan bir süreç içinde Sovyetler Birliği ve daha sonra diğer işçi devletlerinde işçi ve emekçilerin elde ettiği haklarla rekabet edebilmek için geliştirilmiş bir yığınak tarzıydı. Kapitalizmin sosyalizme karşı, onun etkisi altında oluşturduğu bir yığınak. 

20. yüzyılın tarihinin yaklaşık üç çeyrek yüzyıl boyunca Ekim devriminin etkisi altında biçimlendiğini uzun zamandır ısrarla yazıyoruz. İşçi devletlerinin kurulmuş olduğu ülkelerde 1989-1991 aralığından itibaren kapitalist restorasyon gerçekleşince artık bu yığınağa ihtiyaç kalmadı. Neoliberalizmin ve küreselciliğin bir boyutu işte bu gereksiz yığınağın kaldırılmasıydı. Ama tamamlanmış değil bu. Ön-faşist Trump, anlamlı bir cepheleşme içinde dünyanın en zengin kapitalisti olan Musk ile birlikte, Thatcher ve Reagan’ın başlattığı bu işi radikal yöntemler kullanarak bitirmeye girişmiş bulunuyor. Siz Ekim devriminin heybetine bakın! Devrim kendi anavatanında çökmüş durumda. Ama o çöküşün ardından artık 30-35 yıl geçtiği halde dünyanın başka yerlerinde devrimin izleri hâlâ duruyor. Burjuvazi hâlâ bunlarla uğraşmak zorunda. 

Kısaca özetleyelim: Trump ve Musk’ın el ele yapmakta olduğu şey çılgınlık gibi görünüyor, kaotik bir süreç olarak yürüyor, 19 yaşında mühendise dünyanın en zengin devletinin Hazine’sini ardına kadar açıyor. Ama çılgınlığın ardında bir metot var. Amaç, en kısa süre içinde sosyal hizmetleri yıkarak işçi sınıfını atomize etmek, yani toplumsal destekten yoksun bireyler olarak yalnızlaştırmaktır!

21. yüzyıl faşizmi (şimdilik ön-faşizmi) kapitalizmin krizine son verebilmek için bu “gereksiz maliyetler”den kurtulmak zorunda!

Dünya pazarını parçalamak

Ama mesele bundan ibaret değil. Trump aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden bu yana ABD başta olmak üzere emperyalist ülkelerin elbirliği ile oluşturmaya gayret ettiği birleşik dünya pazarını gümrük tarifeleriyle, burjuvazinin çeşitli bölüklerini tehdit ederek ve üretim ve ticareti gittikçe daha sert güvenlik izinlerine bağlayarak paramparça etmeye yöneliyor. Burjuvazinin gittikçe zayıflamakta olan liberal kanadı dehşet içinde 80 yıldır taş üstüne taş koyarak, Bretton Woods sistemidir, GATT’tır, “en fazla müsaadeye mazhar ülke” kuralıdır, Dünya Ticaret Örgütü’dür, adım adım inşa edilmiş olan serbest ticaret sisteminin Trump’ın güçlü zincirli testeresi ile parça parça birbirinden koparılmasını çaresiz gözlerle izliyor.

Neden? Budala burjuva medyasına bakarsanız Trump bir ülkenin ticaret açığı vermesinin aslında otomatikman o ülkenin zararına olmadığını anlamıyor; iç pazarın, Amerikan sermayesinin rekabete karşı gümrük vergileriyle korunmasının enflasyona yol açacağını, sanayide verimlilik artışını düşüreceğini anlamıyor; Amerikan sermayesinin düşük ücretli, doğal çevreyi koruyan düzenlemelerin hemen hemen hiç olmadığı yabancı ülkelerde üretim yapmasının ve göçmen işçilerin rekabetinin Amerikan işçi sınıfının aleyhine etkiler yaratmadığını anlamıyor; başka ülkelerden ithal edilen tarım ürünlerinin Amerikan tüketicisine yararını anlamıyor vb. vb. Sakallı Celal’in “bu kadar cehalet ancak eğitimle olur” sözünün uluslararası geçerlilik kazandığı bir çağda yaşıyoruz. Felsefi idealizm burjuvazinin bütün liberal aydınlarını zehirlemiş durumda. Dünyada yaşanan devasa değişimi bir adamın aptallığına bağlıyorlar. “Ah, biraz ekonomi bilseydi! Ah, ne yazık ki her şeyi yanlış anlamış!”

Bizim açıklamamız, ta 2008’de yaşanan finansal çöküşe, onun ertesinde doğan Üçüncü Büyük Depresyon’un başlangıcına kadar geri gidiyor. Uluslararası burjuvazi içinde bir kanat küreselciliğin iflasının kapitalizmin 1970’li yıllardan beri süren krizinden kurtulmak için tek çözümün milliyetçilik olduğunu gösterdiğine inandı. Bütünleşmiş bir dünyada ekonomik milliyetçilik yoluyla kendi ulusunun kurtuluşunu sağlamak, 1930’lu yılların klasik faşizminin, en başta da Nazizmin politikasıydı. O zamandan beri faşizmin bu köklü biçimde çelişik ekonomi politikasının uluslararası burjuvazinin saflarında adım adım yayılacağını söyleyip duruyoruz. Elbette bu süre içinde bu tezi “işte görüyorsunuz yayıldı” olarak ifade etmeye başladık. Şimdi diyoruz ki, faşizm (ön-faşizm aşamasından tam faşizm aşamasına henüz geçmemekle birlikte) dünyanın en güçlü ülkesini fethediyor! Ama bütün ülkelerin liberal burjuvazisinin düşünürleri, akademisyenleri, medya silahşorları, hâlâ aptal aptal “anlamıyor” demeye devam ediyor! Yine çılgınlığın ardında metot var! 

Trump Amerikan sermayesine “memlekete geri dönün, burada üretim yapın” diye aralıksız baskı uyguluyor. Trump, inanılır gibi değil ama, komşuları Kanada ve Meksika’nın kapitalist sınıflarına “eğer gümrük vergilerinden korunmak istiyorsanız, fabrikalarınızı kapatın, ABD’ye yatırım yapın, burada üretin” diyor. Trump Tayvan’ı ve dünyanın en büyük ve en ileri teknolojiyi kullanan yarı-iletken çip üreticisi Tayvan şirketi TSMC’yi sıkıştırarak ABD’de Arizona’da 100 milyar dolarlık yatırım yapmasını sağlıyor. Trump zaten Amerika’da üretim yapmakta olan bir dizi geleneksel sektörün (demir-çelik, alüminyum, genel olarak metalurji, özel olarak otomotiv vb.) kapitalistlerini, ithalata gümrük vergisi uygulayarak ödüllendiriyor. Trump, Çin ürünlerini gümrük vergileriyle pahalılaştırmanın yanı sıra “ulusal güvenlik” gerekçesiyle bunların ithalatını kısıtlayarak veya yasaklayarak dünyanın en büyük pazarından yoksun kalmasına yol açıyor ve böylece Çin sermayesiyle rekabetinde Amerikan sermayesine yardım ediyor. Mesele Trump’ın “anlamaması” değil, liberal aptalların “anlamaması”!

Kuzey Atlantik ittifakını parçalamak

Bundan da ibaret değil. Zincirli testere bir üçüncü operasyon için de kullanılıyor. Amerika’nın, kimi yüz küsur yıllık (diyelim İngiltere), kimi seksen yıllık (diyelim Almanya ve İtalya) müttefikleriyle ilişkilerini de kesip atmak için.

Trump önce NATO ortağı ve komşusu Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti haline getirme, yine NATO ortağı Danimarka’ya ait bir toprak parçası olan Grönland adasını kendi kontrolüne alma, güney komşusu, özel ortak pazar partneri Meksika’ya uyuşturucu kartelleriyle mücadele bahanesi altında asker sokma, Latin Amerika’da en Amerikancı ülkelerden biri olan Panama’nın kanalına el koyma gibi tehditlerle başlattığı politikayı şimdi Ukrayna konusunda son attığı adımlarla esas yörüngesine sokuyor. Savaşı bitirmek için Putin Rusya’sı ile baş başa, neredeyse gizli görüşmelere dayalı bir politikayı benimsemesi, yani ABD’nin savaşın başından beri sürdürdüğü Avrupa ile ortak NATO politikasını terk etmesi, ilk bakışta Ukrayna meselesine özgü bir tutum gibi görülebilir. Öyle değil. İş çok daha derinlere gidiyor. 

Trump’ın değerlendirmesi açısından Avrupa Birliği (AB), ABD’nin “posasını çıkarmak” (kullandığı yakası açılmadık “screw” fiilini biz burada Türkçeleştiremeyiz!) amacıyla kurulmuş bir ülkeler bloku. Onlar 450 milyon nüfusu olan (AB nüfusu, Britanya ayrılmadan önce elbette daha da yüksekti, 520 milyon idi) yeni bir dev Avrupa pazarını ABD ile rekabet gücüne kavuşturmayı amaçlayan bir ekonomik inşa süreci yaşayacaklar, askerî harcamalarını asgari düzeyde tutacaklar, güvenliklerini ise dev askerî harcamalarla ABD sağlayacak, var mı öyle yağma diyor açık açık Trump. İlk döneminde özellikle Kanada’daki bir G-7 toplantısında bunu Avrupa ülkelerine askerî harcamalarını mutlaka yükseltmek zorunda olduklarını tebliğ ederek bir ucundan ortaya koymuştu zaten. Şimdi çok daha ileri bir görüş ifade ediyor: Avrupa Birliği sorumsuz bir müttefik güç değildir Amerika açısından; Trump’ın akıl yürütmesine göre ABD’nin altını oymaya çalışan rakibidir, kim bilir gelecekte düşmanıdır. Batı emperyalizminin İkinci Dünya Savaşı’ndan beri üzerine titrediği Kuzey Atlantik ittifakı sarsılıyor. Dünya yeni çizgiler üzerinden bölünüyor. Trump, Avrupa’yı, hatta yüz yıldır “özel müttefiki” olan Britanya’yı bile terk ederek, buna karşılık Rusya’yı yanına alarak Çin ile daha güçlü bir mücadeleye hazırlanıyor.

Yarış bir başladı mı yeni dinamikler doğurarak Amerika’da ortaya çıkan gelişmeleri başka ülkelere yayıyor. Şimdi AB Rusya’ya karşı Amerikan askerî şemsiyesinden yararlanamayacağı kaygısıyla derhal silahlanmayı gündemine alıyor. Bir yandan, AB’nin dış politikasının kadın sorumlusu Kaja Kallas, Trump’ın AB’nin ABD’nin “posasını çıkarma” diye çevirdiğimiz küfürbaz fiiline aynı fiili (“screw”) kullanarak, “hayır öyle yapmaya niyetimiz yok” yollu bir demeçle cevap verirken bir yandan da Avrupa Komisyonu Başkanı, şahin mi şahin Ursula von der Leyen “Avrupa’nın yeniden silahlanması” (“Rearm Europe”)  sloganına sarılarak 800 milyar avroluk bir bütçenin gerekli olduğunu belirtip bunun önünü açacak ekonomik önlemler öneriyor. Zaten Avrupa burjuvazisinin akıldaneleri mutabakat içinde: “Refah devleti”nden büyük “fedakârlıklar” gerekiyor. Yani aynen kapitalist firmalar gibi kapitalist ülkelerin burjuva devletleri de ne zaman dışarıda rakipleriyle başları belaya girse hemen dönüp kendi işçilerine saldırıyorlar. 

“Üçüncü Dünya Savaşı ile kumar oynayan” kim?

Trump başa gelmeden uyardık. Yaşlı faşistin acelesi var dedik. Daha ilk bir ayı yeni geçtik, eski dünya düzeni her yanından çatırdıyor. Trump Zelenski’yi nasıl azarladı? “Üçüncü Dünya Savaşı üzerine kumar oynuyorsun” diyerek. “Sen oynayamazsın, zamanı geldiğinde ben oynarım” diyor. Marksistler söyleyince inanmayanlar belki Trump gerçek tehlikeyi ağzına aldığında inanırlar. 

İşçi sınıfına gelince, öncü bilincine kavuşmuş işçilerin zaten Trump’a ya da Erdoğan’a değil Marksistlere kulak vermesi sınıf bilincinin gereğidir.

Bu yazının çok daha kısa bir versiyonu Gerçek gazetesinin Mart 2025 tarihli 186. sayısında yayınlanmıştır.