Mısır’da devrimin ilk yılı: Saflar artık daha net
Mısır devriminin başladığı gün olan 25 Ocak, Mısırlı devrimcilerce devrimin yıldönümü olarak kutlanıyor. Gerçek sitesi olarak, bu tarihi bir bütün olarak Arap devriminin yıldönümü olarak kabul ediyor ve Arap devrimini değerlendiren bir dizi yazı yayınlıyoruz. Sungur Savran yoldaşımızın 25 Ocak günü yayınlanan genel değerlendirme yazısından sonra, ikinci sırada Arap devrimini başlatan ülkede, Tunus’ta devrimin ne durumda olduğunu ele alan bir yazı yayınlamştık. Daha sonra, Suriye’yi bütün karmaşıklığı içinde ele alan (BirGün gazetesinde daha önce yayınlanmış) bir yazısıyla Korkut Boratav’ı sitemize konuk ettik. Şimdi de, bu dizinin son yazısında, Evrim Erol yoldaşımızın, 25 Ocak’ın birinci yıldönümü vesilesiyle yaşanan olayları da ele alarak, devrimin bu aşamadaki olanaklarını ve devrim ile karşı devrimin saflarının billurlaşmasını inceleyen yazısını yayınlıyoruz.
Arap devrimi Tunus’la başlamış olsa da, Mısır devrimi hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bu uluslararası fırtınanın ağırlık merkezini oluşturuyor. Bunda hem Mısır’ın çeşitli nedenlerle (nüfus, yüzölçümü, coğrafi konum, ülkenin askeri gücü, emperyalizm ve Siyonizm açısından belirleyici yeri, erken bağımsızlaşma, tarihin derinliklerinden gelen bir kültür, siyasi gelenekler vb.) Arap dünyasında her zaman merkezi bir yer tutmuş olması rol oynuyor, hem de Mısır devriminin çok özel gücünün (büyük kentlerde yoğunlaşma, işçi sınıfının ağırlığı, devrimin öz bilincinin daha gelişkin oluşu, solun zayıf da olsa öteki ülkelerden daha etkili olması ve elbette Tahrir’in şaşaası) etkisi var.
Bu yüzden Arap devriminin birinci yıldönümünde yapılmış olan bu değerlendirmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Tunus’ta başlayan devrimin, son on senedir sınıf mücadelelerinin keskinleştiği, zaman zaman isyanlar biçimini aldığı Mısır’a sıçraması İskenderiye’de 28 yaşındaki Halit Sait’in iki polis tarafından dövülerek öldürülmesinin ardından gerçekleşti. 25 Ocak ve 11 Şubat tarihleri arasındaki kalkışmada, Mübarek ülkeyi saran genel grevle devrilene kadar, 846 kişi öldürüldü. Mübarek devrilince ordu bir darbeyle Yüksek Askeri Konsey adı altında yönetimi ele aldı.
Geçen bir yıl boyunca işçi sınıfı ve gençliğin devrimi ileriye taşımak için attıkları her adım ordu tarafından bastırılıyor. Geçen sürede öldürülenlerin sayısı bini geçti. Eylemler henüz devrimin doruk noktasındaki kitleselliğe ulaşamasa da kısa dönemli duraksamalar hariç gerçek bir geri çekilmeden bahsetmek güç. Bahar, yaz ve sonbahar aylarında aralıklarla devrimin yeni kalkışma dalgalarına tanık olduk.
Biz buradayız!
Ama kitleler devrimin birinci yılında tam anlamıyla “Biz buradayız, ona göre!” dediler. 25 Ocak 2012’de yüz binlerce, belki iki milyona yakın Mısırlı yaşadıkları şehirlerin meydanlarını zapt ettiler. Başkent Kahire’de burası efsanevi Tahrir Meydanı oluyordu. Yılların diktatörü Hüsnü Mübarek’in devrilmesine vesile olan bir önceki yılın gösterileriyle kıyaslanabilecek bir kalabalık sabahtan akşama kadar meydanda devrimi ‘kutlamak’ için hazır bulundu.
Şehrin her yanından meydana akan yürüyüşlerin de meydanın da ana sloganı, son zamanlardaki tüm gösterilerde olduğu gibi, “Yıkılsın yıkılsın askeri yönetim!” (“Yaskut yaskut hükmül askeri!”) oldu. Kurşunlara göğsünü siper ederek devrimi başlatan halkın, ordunun yönetimi gasp etmesine göz yummaya hiç niyeti yoktu. Dolayısıyla ortada kutlama falan da yoktu: olan düpedüz, devrimi durdurmak için emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle iktidarı alan ordunun yaygın ve kitlesel biçimde protesto edilmesiydi. Kitleler devrim sürüyor mesajını, dosta düşmana, kuvvetli biçimde iletmiş oldular.
Ülkenin dört bir yanında işçiler gösterilere geçici çalışmanın yasaklanması, asgari ücretin yükseltilmesi, grev yasağının kaldırılması, greve katılanların askeri mahkemelerde yargılanmasına son verilmesi, batan ve özelleştirilen işletmelerin kamulaştırılıp açılması, zorla emekli edilen ve gösterilere katıldıkları için işten atılan işçilerin geri alınması, temel ihtiyaçlardaki fiyat artışlarının devlet tarafından engellenmesi, ücretsiz sağlık ve eğitim talepleriyle katıldılar. Örgütlü işçiler ülkenin kalanındaki emekçilere işçi birlikleri, sendikalar, işçi komiteleri kurarak mücadeleye katılma çağrısı yaptılar.
Devrimciler en önde
25 Ocak’ta cuntanın katlettiği sosyalist Mina Daniel (kendisi Hıristiyan azınlıktandı) şahsında devrim şehitleri için Kasr El Nil Köprüsü’nde yapılan anmaya üniversite öğrencileri başta olmak üzere yüz bine yakın insan eşlik etti. Yürüyüşlerin birçoğunda başı sosyalistler ve devrimciler çekti, ajitasyonları onlar yürüttü, sloganlara onlar yön verdi. Kolluk kuvvetleri piyasada yoktu, güvenlik ise gösterilere destek veren Halk Komiteleri tarafından sağlanıyordu.
Devrimciler 27 Ocak Cuma’yı İkinci Öfke Günü ilan ederek büyük eylemlere girişmeye karar verdiler. Mübarek’in düşüşü de benzer bir çıkışın ardından gerçekleşmişti. Cuma’ya kadar Tahrir’de çadır eylemleri devam etti. Cuma günü yapılan protestoda da yüzbinlerce kişi sokaktaydı. Bu eylemlerin de başını sosyalistler ve devrimi devam ettirmek isteyen diğer gençlik grupları çektiler.
Bunların yürüyüşleri sık sık cunta yanlıları tarafından saldırıya uğruyor. Bu saldırılarda çoğunlukla asker, polis ve bıçaklı saldırgan çeteler elbirliği ile hareket ediyorlar. Polis ve asker eylemleri dağıttıktan sonra çeteler dağılmış gruplara saldırıyor. 27 Ocak eylemlerinde de benzer saldırılar gerçekleşti. Yaşananlar emperyalizmin oyunu diyen siyasi güçler Mısır’da olsalar develi saldırganların ve kolluk kuvvetleriyle koordineli hareket eden bıçaklı çetelerin arasında mı olacaklardı? Olan biteni hâlâ emperyalist bir oyun olarak niteliyorlarsa bu tarafta saf tutmak onlara çok yakışır.
Şehit yakınları adalet istiyor, devrimci askerler açlık grevinde, devrimin imamı sorguda
Bir yıl boyunca katledilenlerin aileleri ve yakınları devrimin en ateşli gruplarından birini oluşturuyor. Birinci yıl anmalarının Müslüman Kardeşler ve Selefiler tarafından bir kutlamaya dönüştürülerek evcilleştirilmesine en çok karşı çıkan da onlar. Müslüman Kardeşler’in “Devlet tarafından kan parası verilsin, eski defterler kapansın, yöneticiler hakkındaki şikâyetler geri çekilsin” önerisine şiddetle karşı çıkıyorlar. Tüm yargılamaların canlı yayınlanmasını istiyorlar. Ölümlerden sorumlu siyasi otoriteler, kolluk kuvvetleri ve onlara kimi zaman silahla destek veren işadamları salıverilmeye devam edilirse hesabı doğrudan kendilerinin soracağını söylüyorlar.
25 Ocak günü şehit yakınları bunların tutulduğu hapishaneyi basarak halka karşı suç işleyenleri Tahrir’e getirmek ve orada kurulacak bir halk mahkemesi ile yargılamak amacıyla bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Ancak eylemin önü kesildi. Çok sıkı korunan bu hapishaneler sanki sorumluları cezalandırmak için değil de onları öfkeli halktan yalıtmak üzere tasarlanmıştı.
Bu arada rejim karşıtı eylemlere destek veren askerler ve subaylar hala tutuklu. Askeri disiplini çiğnemek suçuyla yargılanıyorlar. Onlar da devrimin birinci yılında başını kaldıran kitlelere seslerini duyurmak için açlık grevine başladılar. Devrimin İmamı olarak bilinen Tahrir Meydanı’ndaki caminin imamı Şahin ise halkı yönetime karşı kışkırtmak ve ordu ile halkın arasını açmak gibi suçlamalarla sorguya çekildi. Devrimin İmamı Cumaları meydanda verdiği vaazlarda özelleştirilen işletmelerin yeniden kamulaştırılması, asgari ücretin yükseltilmesi, devlet yatırımlarıyla işsizliğin azaltılması gibi talepler için halkı mücadeleye çağırıyordu.
Müslüman Kardeşler
Parlamentodaki koltukların yüzde ellisine yakınını kontrol eden Müslüman Kardeşler, Yüksek Askeri Konsey ile arayı çok açmamaya özen gösteriyor. Bu örgüt iktidarın bir an önce parlamentoya devredilmesi gerektiğini söyleyerek yönetime kurulmak istiyor. Kitlelere de sanki iktidarda Mübarek’in ordusu yokmuş gibi sürekli olarak devrimin başarıya ulaştığı fikrini pompalamaya çalışıyorlar.
Devrimi yapan kitleler üzerinde bu fikrin pek hükmü olmasa da devrime aktif olarak katılmamış ya da çok kısıtlı katılımda bulunmuş, tutuk, daha ileri gitmeye ne isteği ne de bundan bir çıkarı olan bir kesim bu söylemi ateşli biçimde sahipleniyor. Devrimin başarıya tam anlamıyla ulaşmadığı ama büyük mesafe kat edildiği, şimdi küçük adımlarla demokrasiye geçilerek sorunların çözüleceği ise daha yaygın bir kanı ve Müslüman Kardeşler’e esas manevra alanını da bu sağlıyor.
Bu tavır devrimi devam ettirmek isteyen güçlerle Müslüman Kardeşler’i artık daha sık karşı karşıya getiriyor. Üstelik son haberlere göre Müslüman Kardeşler sadece cunta ile değil Mübarek’in eski partisinden yöneticiler ile de pazarlığa oturarak Mısır’ın geleceğine ipotek koymaya başlamış durumda.
27 Kasım’daki İkinci Öfke Günü eyleminde alanı kontrol etmek için kürsüsünü kaldırmayan ve alanın kontrolden çıkmasını engelleyecek kadar gücünü meydanda hazır bulunduran Müslüman Kardeşler devrimcilerin sert tepkisi ile karşılaştı. On binlerce kişinin katıldığı eylemde Müslüman Kardeşler’in kürsüsünü sararak ellerinde ayakkabılarıyla devrimcilerin “Kürsüden inin, Tahrir’den defolun!” sloganı yeri göğü inletti. Mansura’da Müslüman Kardeşler üyeleriyle devrimciler arasında taşlı sopalı kavga çıktı.
Selefiler
Köktendinci gruplar ise kendi aralarında oldukça dağınık durumda. Bir kısmı cuntaya tam anlamıyla destek verip devrimcilere ve Kıpti Hristiyanlara fiili saldırılarda bulunurken bir kısmı devrimcilerle birlikte meydanlara çıkıyor. Saldırgan bir tutum içindeki Selefi gruplar 25 Ocak’ta İskenderiye’deki yarım milyonluk eylemden zor kullanılarak uzaklaştırıldı.
Ama esas büyük Selefi gruplar Nur Partisi etrafında birleşmiş durumdalar. Bunların parlamentodaki toplam ağırlığı yüzde yirmi beş civarında. Nur Partisi ise Müslüman Kardeşler’in gücüne karşı ilginç bir biçimde son zamanlarda Yüksek Askeri Konsey’e yaklaşmaya başladı. Sürekli askerler gibi “kargaşaya” karşı bir propaganda yürüterek karşı devrimci tavırlarını pekiştiriyorlar.
Liberaller
Kıpti Hristiyanlar’ın yoğun destek verdiği liberal gruplardan Özgür Mısırlılar Partisi Yüksek Askeri Konsey’in iktidarı hemen terk etmemesini istiyor. Liberal Vafd Partisi’nin de pek sesi soluğu çıkmıyor. Bunun en büyük sebebi İslamcı güçlerin parlamentoda elde ettiği çoğunluk. Halkın yüzde ellisinin seçimlere katıldığı Mısır’da parlamentoda çoğunluğu elinde tutan İslamcılara karşı cuntayı desteklemek liberallerin defterine bir kara sayfa daha ekledi.
Bütün bu tablodan en çok avantaj sağlayan ise elbette Yüksek Askeri Konsey. Şu an askeri yönetimin karşısında sadece Mübarek’in partisiyle bile masaya oturan ılımlı bir İslamcı parti olan Müslüman Kardeşler, Müslüman Kardeşler’in gücüne karşı ve yeminli karşı devrimciliklerinden askeri yönetimi desteklemeye başlayan Selefiler, İslamcıların parlamentodaki gücünden ürküp ordunun kanatları altına giren liberaller var.
Saflar artık daha net!
Eylemleri devam ettirerek cuntaya geri adım attırmaya, Mübarek artıklarını bir an evvel yönetimden ve önemli görevlerden uzaklaştırmaya ve halkın çıkarlarını ön plana alan yeni bir Mısır kurmaya çalışan sosyalistler ve devrimciler sıra dışı, kargaşa yaratmaya çalışan, sabırsız, yıkıcı tipler gibi gösterilmek isteniyor. Yüksek Askeri Konsey, Müslüman Kardeşler, Selefiler ve hatta liberaller bu noktada hemfikir.
Hepsi burjuvazinin temsilcisi konumundaki bu örgütlerin bazıları ilk devrimin içinde kısmen ya da kitlelerin zoruyla yer alsalar da devrimci mücadele sürdükçe birer birer alandan çekildiler. Kimi cuntaya teslim oldu kimi kitlelerin enerjisi bitse de normale dönülse diye beklemeye geçti. İşte bu bir yılın sonunda Mısır’da devrimin zaferiyle durması ya da aynı anlama gelmek üzere yenilmesi arasındaki mücadelede taraflar artık çok daha net.
Bir senenin ve devrimin en ateşli günlerinin gösterdiği kadarıyla Mısır’da devrimi ilerletebilecek temel toplumsal güç işçi sınıfı. Kent yoksulları, öğrenci veya işsiz gençler, kırın yoksulları ve ezilmekten bezmiş Kıptiler işçi sınıfının esaslı destekçileri. Hatta, işçi sınıfı zaman zaman işi ağırdan alınca bu gruplar öne geçip mücadeleyi sürdürüyor ama bitirici vuruşu hep işçi sınıfı yapıyor.
Siyasi güçler alanında ise devrimciler, sosyalistler ve sendikalar haricinde kalan burjuva unsurlar değişik boyutlarda olmakla birlikte son kertede karşı devrim saflarında yerlerini almış durumdalar. Kitleler yeni dengeyi kendilerinden yana değiştirebilecek bütün düzen içi kanalları tükettikten sonra bu hareketlerin bir gıdım manevra alanı kalmayacaktır. O zaman devrimin sıradaki dalgası çok daha net bir sosyalist karaktere bürünecektir.