İklim değişikliğine karşı Birleşmiş Milletler’in yolunu değil, başka bir yol tutalım!

Yarın iklim değişikliğine ve daha genel olarak çevre sorunlarına karşı uluslararası bir hareket başlıyor. Bu, hareketin ilk eylemi değil elbette. Bir yıla yaklaşan bir dönem boyunca adım adım genişledi bu hareket. Büyük ölçüde öğrenci gençliğin bir çabası olarak başladı. Başında da İsveçli çevre aktivisti 16 yaşındaki Greta Thunberg var. En azından sembolik bir liderlik yapıyor harekete. Birçok ülkede gençler “Fridays for Future-Gelecek Uğruna Cumalar” adı altında Cuma öğleden sonra okullarından çıkıyor ve yürüyüşler yapıyorlar. Ama 20-27 Eylül haftası mücadeleyi büyütmek ve yetişkinleri de harekete katmak amacıyla özel olarak örgütlenmiş durumda.

Bu hareket kısmi biçimde de olsa, Türkiye’de de yankı buldu. 20 Eylül Cuma günü, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa (Nilüfer), Bodrum ve bazı başka kentlerde basın açıklamaları, festivaller, yürüyüşler yapılması planlanıyor. Katılımın ne ölçüde olacağını önceden kestirmek zor. Ama en azından genç ve çevreye duyarlı insanlar arasında haftanın kulaktan kulağa yayıldığı kesin.

Uluslararası hareket bir de eylemine “grev” adını veriyor. Bu son dönemde epey moda oldu. Daha önce de 2017’den bu yana uluslararası alanda “kadın grevi” adı altında eylemler düzenlendi. Bu sözcüğün kullanılması, girişimi sol çevrelerin gözünde daha da çekici kılıyor. Öyleyse, hareketin özelliklerine ve nasıl bir yönde geliştiğine dikkatle bakmalı ve temellerini kavrayarak belirli saptamalara gitmeli, bunlara yaslanarak işçi sınıfı sosyalistlerinin tutumunun ne olması gerektiğini tartışmalıyız.

Kapitalizm doğayı mahvediyor!                     

Şu noktayı saptamakla başlayalım: Kapitalizm gittikçe artan bir tempo ile doğayı mahvediyor, sadece insan türünün yaşamsal çevresini altüst etmekle kalmıyor, hayvan ve bitki türlerinin de köküne kibrit suyu döküyor. Üretim faaliyeti sırasında doğaya verilen hasar kapitalistin maliyet kalemleri arasında görünmediğinden sermaye bu hasarı bilinçli ve sistematik olarak sürdürüyor. Bugün geldiğimiz noktada, başta karbon dioksit salımına dayanan sektörlerde olmak üzere, büyük kapitalist şirketler artık yeryüzünün geleceği için ölümcül tehlikeler içerdiği bilimsel bir gerçek olarak saptanmış iklim değişikliğine rağmen, doğayı sömürmeyi gaddarca ve inatla sürdürüyor.

İklim değişikliğinin ilk büyük sonuçları kendini gözle görülür biçimde ortaya koyuyor. Sıcaklıklar son beş yıldır tarihte görülmemiş düzeylere çıkmış bulunuyor. Bunun sonucu, ormanlık alanları kasıtlı olarak yakan ekonomik çıkar sahipleri harekete geçmese bile orman yangınlarının hızla artışı: Bu yaz Rusya’da Sibirya’dan Brezilya ve Bolivya’da Amazonlara, Türkiye ve Yunanistan’dan İspanya’ya kadar birçok yerde dev yangınlar yaşandı. Olağanüstü güçte kasırgalar Asya’dan Amerika’ya anlatılamaz felaketler yaratıyor. En son Bahama’da yaşanan felaketin ertesinde, insansız hava aracından çekilmiş bir fotoğrafı, yabancı bir yayın organı “Bahama’dan nükleer bomba sonrası görüntüler” diye verdi! İklim değişikliği, sonuçları şimdiden başlamış bir gerçeklik ve bir an önce durdurulması gerekiyor.

Daha sayısız örnek verilebilir. Onun yerine, bu felaketler karşısında kapitalist devletlerin tutumuna ilişkin bir not düşmekte yarar var. Amazon yağmur ormanlarının cayır cayır yanmasında Brezilya’nın faşist eğilimli Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro’nun çevre düşmanı politikalarının doğrudan sorumluluğu olduğunu artık herkes biliyor. Rusya’da Sibirya orman alanlarının yanmasına karşı etkin bir mücadele verilmesi için yüz bin kişinin imzaladığı bir imza kampanyası gerekti. Türkiye’de Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin ülkenin dört bir köşesinde (Marmara Adası, Bodrum, İzmir ve başka birçok yerde) yaşanan büyük orman yangınlarını durdurmamayı amaçlar gibi davranması herkesin malûmu. AKP hükümetinin ayrıca en son Kaz dağlarındaki ormanların Kanada’nın emperyalist bir altın madeni şirketinin çıkarları uğruna mahvedilmiş olmasında suç ortağı olduğu da tartışılmaz.

Kısacası, çevre sorunları son derecede ağır, hatta acildir. Bunda hiçbir kuşku olamaz. Bu sorunların ortadan kaldırılması ve bu gidişata dur denmesi vazgeçilmez bir görevdir. Ama nasıl? Esas soru buradadır.

Küresel iklim grevi: Burjuvazinin düzen içi yolu

Küresel iklim grevi, bütünüyle kapitalist düzene bağlı bir mücadele platformudur. Dünya düzeninin muhafızı, emperyalist ülkelerin hâkimiyeti altında işleyen Birleşmiş Milletler (BM) sisteminin bir eklentisidir. Gençliğin bütün enerjisini, BM sisteminin çarkları içinde heba edecek ve başarısızlığa sürükleyecek bir yoldur. BM’nin ta 1960’lı yıllarda başlayan ve bir dizi konferans aracılığıyla sonunda Paris İklim Konferansı’na ulaşan çalışmaları, esas olarak göz boyamaya yarayan, ikiyüzlü, verimsiz toplantılardan ibarettir. Bu grev, hareketin BM’ye bağımlılığını açık açık ilan ediyor. İklim grevi ve iklim haftası, 23 Eylül’de New York’ta toplanacak olan BM İklim Konusunda Tedbirler Zirvesi 2019’un bir uzantısı olarak yapılıyor. Greta Thunberg bunun için bu eyleme New York’ta katılacaktır. Bu yüzden memleketi İsveç’ten ABD’ye karbon ayak izi düşük olsun diye uçakla değil yelkenli gemi ile gelmiştir! Ekonomisi bütünüyle iç içe girmiş bir dünyada yarın hepimiz yelkenli gemilerle dolaşırız! İşte size ikiyüzlülük, işte size arkası boş reklam teknikleri!

Kendi başına bu BM bağlantısı bile gençliğin ve işçilerin 20 Eylül’de eyleme çağırılmasının sorgulanması gereken bir hareket olduğunu gösterir. BM bugüne kadar pratikte uygulanan iyi ne yapmıştır ki, bugün ondan bir felaket karşısında olan doğa için iyi bir şey bekleyelim? İsrail’in kuruluşunda tanınmasından Türk askerinin “hür dünya”yı savunma adı altında Kore devrimini bastırmaya yollandığı Kore Savaşı’na, oradan 1994 Ruanda soykırımına ve başka nice felaketlere imza atmış bir örgütten söz ediyoruz. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile ittifak içinde insanlığın hiçbir ciddi sorununu çözmek mümkün değildir.

Her ne kadar ortada yeterli delil olmasa da, Greta Thunberg’in iklim felaketine karşı mücadeleleri kapitalizmin sınırları içinde tutmayı hedefleyen bilinçli bir ambalajlama operasyonu olduğunu düşünmek için birçok neden vardır. “Yeşil kapitalizm” günümüzde uluslararası kapitalist sınıfın birçok unsurunu kapsıyor. Bunlar, çevre dostu olarak sunulan sektörlerde uzmanlaşmışlardır ve kendi çıkarlarına hizmet etmesi için iklim değişikliğine karşı mücadeleyi vurgulamaktadır. Bu arada gençliğin mücadelesinin sivri yönlerini törpülemek de görevlerinin bir parçası haline gelmiştir.

Parayı veren düdüğü çalar!

Her durumda, hem “Gelecek uğruna Cumalar” hareketinin hem de 20-27 Eylül eylem haftasının üzerinde çok gerçek bir anlamda bir burjuva hâkimiyeti vardır. Bu yalnızca ideolojik bir hâkimiyet değildir, aynı zamanda finansal ve örgütsel bir hâkimiyetten söz ediyoruz. Birçok şirketin CEO’su hareketin doğrudan doğruya içindedir. Hafta boyunca yapılacak eylemleri koordine edecek olan ağa (network’e) dâhil olan bir web sitesinde dendiği gibi, “Çalışanların genç grevcilere sokak gösterilerinde katılabilmesi için birçok öncü şirket ve banka o gün işi tatil edeceklerini açıklamışlardır.” Ne grev değil mi? Patronunuz izin veriyor, çalışmıyorsunuz, bunun da adı grev oluyor!

Üstelik hareketin mali kaynakları tekelci sermaye tarafından kurulmuş vakıflar tarafından sağlanıyor.

Hareketin önde gelen sponsorlarından biri Earth’s Call Fund (Yeryüzünün Çağrısı Fonu) adını taşıyor. Bu kuruluşun amacı, “iklimin en karmaşık ve yakın tehdit oluşturan sorunlarını hedef alan inovasyon sahiplerine süratle sermaye sağlamak” olarak tanımlanıyor. Yani bildiğiniz risk sermayesi şirketi. “İyi fikri” olan “girişimci”ye sermaye sağlayan şirketlerden. “Yatırımcı melek” de deniyor bunlara!

Earth’s Call Fund’ın partnerlerinden biri ise kendini şöyle tanımlıyor: “Carbon Underground (Karbon Yeraltında Kalsın) üniversite, iş dünyası, finansal piyasalar, devlet ve genel kamuoyunu felaket düzeyine ulaşan iklim değişikliğine engel olmak amacıyla birleştirir.” Sırf gösteriş olsun diye bile mesela “sendikaları” dâhil etmemişler!

Earth’s Call Fund, Macarthur Vakfı ile çok yakın ilişkiler içinde çalışıyor. Bu vakıf, son zamanda kendisine tam destek vermeyi vadeden beş kişiyi siteyişkâr bir dille sıralamış: Açık Toplum Vakıfları’ndan Patrick Gaspard; Macarthur Vakfı’nın, görevinden yeni ayrılmış başkanı Julia Stasch; Hewlett şirketinden Larry Kramer; Packard şirketinden Carol Larson; Ford şirketinden Darren Walker. Bunların her biri, vakfın da vurguladığı gibi, Amerikan sermayesinin dünyasında önde gelen birer CEO’dur.

Hareketin bir başka ana sponsoru Climate Emergency Fund (İklim Acil Durum Fonu). Bu örgütün kendisi bir numaralı yönetim kurulu üyesini şöyle tanıtıyor:

“Trevor Neilson i(x) yatırım şirketinin ortak kurucusu ve CEO’sudur. Bu yatırım şirketini kurmadan önce Neilson, G2 Yatırım Grubu’nun Genel Müdürü idi ve firmanın enerji, gayri menkul ve güvenlik alanlarındaki girişimlerine önderlik yapıyordu. Trevor, Global Philantropy Group’un (Küresel Hayırseverlik Grubu) kurucusuydu; bu bağlamda dünyanın en saygın birtakım hayırseverlik inisiyatiflerinin oluşturulmasına ve uygulanmasına katıldı ve büyük hayırseverlerden 50’den fazlasıyla iş yaptı.

Trevor’ın iş dünyası ve toplumsal değişim liderliğinin içine Global Business Coalition’ın (Küresel İş Âlemi Koalisyonu) İcra Direktörü olarak görev yaptığı dönem de dâhildir. Bu koalisyon, Bill Gates, George Soros ve Ted Turner’ın yatırımlarıyla dünya çapında sağlık sorunları üzerinde odaklanmış olan 200 çok uluslu şirketin içinde yer aldığı bir kuruluştur. Bu kuruluşun önderliğine seçilmeden önce, Trevor, Bill ve Melinda Gates ile hem onların aile ofisinde hem de Bill & Melinda Gates Vakfı’nı oluşturan ve lanse eden ekibin kurucu üyesi ve Özel Projeler Direktörü olarak çalışmıştır. Ayrıca vakfın Halkla İlişkiler Direktörlüğünü de yapmıştır. Dünya Ekonomik Forumu [Davos’u düzenleyen kuruluş] tarafından bir Genç Küresel Lider olarak seçilmiştir. Trevor Clinton’ın başkanlığı döneminde Beyaz Saray’da görev yapmıştır.”

Bir insan bundan daha fazla burjuva dünyasının içinde nasıl olabilir? Daha doğrusu burjuva dünyasına boynuna kadar başka nasıl batmış olabilir?

Bu pek başarılı şahsiyetin dışında, İklim Acil Durum Fonu’nun yönetim kurulunda Kennedy ve Getty ailelerinin “saygıdeğer” temsilcileri de yer alıyor. Her iki aile de Amerikan burjuvazisinin saygın hanedanları arasında hatırı sayılır bir yer tutar.

İşte Greta Thunberg’e okyanusu aşmak için yelkenli gemiyi tutan bu kuruluşlardır!

Marksistler ne yapmalı?

Gençlik içinde yavaş yavaş bir kitle hareketi haline gelmekte olan İklim uğruna Cumalar hareketi demek ki açıkça bir burjuva hareketidir, düzen içinde çalışmaktadır, Birleşmiş Milletler sistemine tutsaktır. Hareket siyasi olarak o kadar geridir ki, Amerika’daki temsilcileri (koskoca bir koalisyon) internet sitelerinde sık sorulan sorular arasında hareketin herhangi bir siyasete taraftar olup olmadığı sorusuna “herkesi katmak istiyoruz, dolayısıyla her iki partiye de açığız” yazabilmektedir! Burada sorunumuz Demokratlar ya da Cumhuriyetçiler değildir. Onlar sorundur, ama sorun daha büyüktür. Sorun, düzenleyicilerin ABD’nin sefil burjuva düzeninin sınırları içinde oynamaktan hiç mi hiç rahatsız olmamasıdır. Demokrat ve Cumhuriyetçi Partiler dışındaki siyasi oluşum ve çevreleri akıllarına bile getirmemesidir.

Böyle bir hareket karşısında Marksist gençliğin tutumu ülkeden ülkeye değişebilir. Hareketin gerçekten kitlesel bir güç haline geldiği ülkelerde (en başta Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda) Marksist gençlerin hareketin içinde yer alarak, iklim değişikliğinin kaynağında kapitalizmin artı değer açlığının, kâr hırsının yattığını, onunla başa çıkabilmek için hem emperyalizmin hem de kapitalizmin yenilgisinin gerekli olduğunu, uygun popüler sloganlarla anlatarak gençliğin bir bölümünü kendi yanlarına çekmeye çalışması en doğru yöntem olacaktır.

Hareketin küçük burjuva çevrelerin gençliği ile sınırlı kaldığı, solun da gerekli araştırmayı yapmadan katıldığı başka ülkelerde ise bu tür katılım bile anlamlı değildir. Buralarda amaç, gençliğin önüne başka bir hareket, başka yöntemler getirecek alternatif işbirlikleridir.

Her halde hiç yapılmaması gereken şey, sermayenin, Birleşmiş Milletler’in ve burjuva politik güçlerinin manipülasyonunun ürünü olan bu hareketi gençliğe beyinsizce övmek, onun doğasını gençlikten gizlemek ve gençliği büyük bir kurtuluş yolu izlenimini yaratarak bu harekete katılmaya çağırmaktır.

Doğa ve yeryüzü gençliği mücadeleye çağırıyor. Ama kılavuzu CEO’lar olanın geleceği parlak olmaz!