İdlib’te ateşkes uzatmaları oynuyor
5 Mart’ta Moskova’da yapılan, Türkiye ve Rusya arasında askeri faaliyetlerin durdurulmasına (ateşkes) yönelik anlaşmayı Gerçek gazetesinden İdlib savaşının ertelenmesi olarak duyurmuştuk. Zira anlaşma 15 Mart gibi son derece kısa bir vade içerisinde M4 karayolunun açılmasını, karayolunun etrafında güvenli bir koridor oluşturulmasnı ve Türk-Rus ortak askeri devriyelerinin yapılmasını öngörüyordu. Bunun gerçekçi bir hedef olmadığı açıktı. Gerçekleşmediği takdirde de daha önceki Soçi mutabakatında olduğu gibi, yine Rusya ve Suriye ordusu yeniden askeri faaliyetlere başlama inisiyatifini elinde tutmuş olacaktı. Nitekim güvenli koridor içinde olması gereken yerlerde HTŞ ve Suriye ordusu arasındaki çatışmalar sürüyor. M4 karayolu ise açılmış değil.
M4 karayolu açılamadı ve ortak devriye yarı yoldan döndü
15 Mart tarihi geldiğinde planlandığı gibi Türk ve Rus askeri konvoyları ortak devriye için buluştular ancak bu devriye yolun yarısında geri dönmek zorunda kaldı. Zira karayolu üzerindeki El Ariha ve Mhembel kasabalarında anlaşmayı kabul etmeyen örgütlerin inisiyatifi ile yolu trafiğe kapatan protesto eylemleri düzenleniyordu. Bu eylemlerde sadece Rus değil Türk askeri araçlarına da taşlar atıldı. Yer yer lastikler yakılarak barikatlar oluşturuldu. Mhembel’de ise karayolu üzerindeki bir köprü patlayıcılarla tahrip edildi. Belirli bölgelerde ise derin hendekler kazıldı ve karayolu tamamen kullanılamaz hale getirildi.
Moskova anlaşmasının bozulmasında sorumluluk Türkiye’ye yüklenecek
Böylece Moskova anlaşmasında belirtilen son tarih olan 15 Mart tarihi itibariyle mutabakatın gereği yapılamamış durumda. Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin himaye ettiği ve garantörlük iddiasında bulunduğu bölgelerde gerçekleştiği için anlaşmanın uygulanmamasının sorumluluğu yine Türkiye’ye yüklenecek. Bu noktada Esad ile Putin arasında bir yaklaşım farkının olduğuna da işaret etmek lazım. Esad’a bağlı haber ajansları mevcut durumun üzerinde ısrarla duruyor, Türkiye’nin ve ona bağlı grupların anlaşmayı bozduğunu söylüyor ve yeni bir askeri operasyona yeşil ışık yakması için Rusya’ya baskı yapıyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise 16 Mart’ta yaptığı resmi açıklama ile ateşkesi reddeden örgütlerin yayılmaya devam ettiğini, HTŞ’nin ve hatta DAİŞ’in ateşkes sürecinden faydalandıklarını belirtti. Bu açıklamadan Rusya’nın tepkisini Türkiye’ye dolaylı yoldan göstermeyi tercih ettiği anlaşılıyor ve özellikle bu sorunu Türkiye Rusya ilişkilerini yeniden gerecek şekilde kullanmadıkları görülüyor. Ancak bu Rusya’nın diplomatik kozları elinde toplamakta olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.
ABD emperyalizmi tekfirci mezhepçi örgütleri himaye etmeye ve kışkırtıcılığa devam ediyor
Rusya’nın bu tutumu İdlib savaşının perde arkasındaki azmettiricisi ABD’yi, ciddi şekilde rahatsız etmiş olacak ki ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, 17 Mart günü yaptığı basın toplantısında “Rusya’nın onlarca Türk askerini öldürdüğüne inanıyoruz” dedi ve ardından Türkiye’nin NATO müttefiki olduğunu bir kez daha vurgulayarak ek destek vaadinde bulundu. ABD, İdlib savaşı sürerken de Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’i Hatay’da sınıra göndermiş ve ona benzer açıklamalar yaptırmıştı. ABD sürece sadece açıklamalarıyla değil sahadaki örgütleri perde arkasından (çoğu kez Suudi Arabistan ve BAE’nin aracılığı ile) finanse edip, provokasyonlara sevk ederek de müdahil oluyor. Moskova anlaşmasının hedefindeki HTŞ örgütünün geçtiğimiz ay ABD tarafından “her ne kadar terörist olarak tanımlansa da uluslararası bir güvenlik tehdidi oluşturmayan bir yapı” olarak tanımlanmaya başladığını ve ABD’nin, bu örgütü yurt savunması yaptığını ima ederek aklamaya çalıştığını unutmamalıyız.
Yeni bir savaş kapıda mı?
Türkiye Koronavirüs salgınıyla uğraşırken ve herkes gözünü buraya çevirmişken öte tarafta İdlib’te savaş tehlikesi yeniden kapımıza gelmiş durumda. Moskova anlaşması temelinde gidilecek bir yolun olmadığı, varılan anlaşmanın İdlib savaşını ertelemekten başka bir anlam taşımadığı ilk andan itibaren belliydi. 15 Mart’tan sonra ateşkes artık uzatmaları oynuyor. Erdoğan ve iktidarının Rabiacı dış siyasetten ve İdlib’teki tekfirci mezhepçi örgütleri himaye etmekten vazgeçmeyişi, Türkiye’nin yüzünü daha net şekilde NATO’ya dönmesi ve ABD emperyalizminin kışkırtmalarıyla birleştiğinde Şubat sonu ve Mart başında yaşanan kanlı senaryoların benzerleriyle karşılaşabiliriz. Türkiye’nin İdlib’te haklı bir savaşı yoktur. Askerler Suriye’den geri çekilmeli ve dış siyasette Rabiacı ve Amerikancı pragmatizm terk edilmelidir.