Hükümet Suriye’de iflasa doğru

Arap Devrimi başladığından beri AKP hükümeti, emperyalizmle işbirliği içerisinde bu devrimleri kontrol altında tutmak için elinden geleni ardına koymuyor. Ancak Suriye'deki durumun bir kördüğüm haline gelmesi, hükümetin attığı her adımı giderek daha riskli hale getiriyor. Arap Devrimi'nin, Kürt halkının belli siyasi hakları elde etmeye yönelmesi gibi sonuçlar yaratması da hükümeti aşırı derecede sıkıştırmış durumda. Bütün bunlar, Türkiye'nin dış politikasını son derece kırılgan hale getiriyor. Türkiye burjuvazisinin kendi içindeki çatlaklar da yarayı derinleştiriyor.

Apaydın Kampı

Hükümeti sıkıştıran gelişmelerin başında elbette, Suriye Kürtlerinin özerklik atağı geliyor. Buna gazetemizde başka bir yazıda değiniliyor. Bunun yanı sıra Apaydın Kampı meselesi ön planda. Türkiye'de 80 binin üzerinde Suriyeli mülteci kamplarda ve başka alanlarda tutuluyor. Apaydın Kampı, diğerlerinden, Özgür Suriye Ordusu'nun bir askeri ve lojistik üssü olması özelliği ile ayrılıyor. Dışişleri Bakanlığı, fiilen bu kampın sorumlusu durumunda. Bu kampta, ne Esad zulmünden kaçan Suriye halkı ne de Suriyeli devrimciler kalıyor. Kamp, varlığı emperyalizm, petrol kralları ve şeyhleri ile Türkiye'ye bağlı olan, adeta onların taşeronu gibi çalışan muhalif burjuva ordusunun bir üssü. Bütün dünyanın bildiği bu gerçeği, hükümetin Suriye politikasının aleyhine kullanmak isteyen ana muhalefet partisi kampa girmeye çalıştı ama başaramadı.

Bu fiyaskodan sekiz gün sonra, yani kampa çeki düzen vermeye yetip de artacak bir süre sonra, hükümet partisinin başkanlık ettiği TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu kampa bir karşı-ziyaret gerçekleştirdi. CHP’lilerin boykot ettiği bu ziyarette, AKP milletvekilleri burada askeri faaliyet olmadığı sonucuna ulaştılar. Gerekçeler çok komik: 40 derece sıcakta askeri eğitim yapılmazmış, kamp yerleşim yerlerine yakınmış, kadın ve çocuk doluymuş vs. Savaş eğitimleri sadece üste değil sahada da yürütülür. Özgür Suriye Ordusu'na TSK tarafından dağlarda verilen eğitime ilişkin haberler yabancı ve yerli basında çıkmıştı. Kampta kadın ve çocukların ağırlıklı olması hiçbir şeyi değiştirmez. Bu bir kamuflaj da olabilir, sekiz gün içerisinde gerçekleştirilen bir değişim de. Havanın 40 derece olması ise tam anlamıyla saçmalık. 40 derecede inşaatlarda, tarlalarda, döner alevinin karşısında ter döken emekçilerin aksine kendisi klimalı odalara ve makam arabalarına alışmış olsa da, bu zatın Türk ordusunun 40 derecede yaptığı eğitimlerden haberi olmaması mümkün değil herhalde. 40 derecede eğitim yapılmasını bırakın, daha güneyde ve daha sıcak olan Suriye'de savaşın eğitimi değil gerçeği sürüyor. Ayrıca sen askeri danışman mısın insan hakları izleyicisi mi, ne anlarsın askeri eğitimden? Bu lafları edenin ya aklından şüphe edilir ya da milleti enayi yerine koyduğundan.

Kampa yerli basından sadece yarı-resmi Anadolu Ajansı alındı. Basının rolünü üstlenen, komisyonun MHP'li üyesi oldu. Bu kişi, kendisi Suriyelilerle konuşurken, tercümanın “kaş göz işareti” yaptığını belirtti. Ayrıca Özgür Suriye Ordusu'nun bir numaralı komutanı Riyad Esad'a komutan olup olmadığını da sormuş. Adam bütün dünyanın bildiği cevabı vermemek için bu manasız soru karşısında susmayı tercih etmiş. İçinden de “Kimlerle uğraşıyoruz ya?” demiştir. Bu sorunun komikliğinden de anlaşılacağı gibi, MHP, bile isteye hükümetin kampla ilgili gerçekleri örtme atağının parçası olmuştur. Hükümet ise panik içinde ayıbını kapatmaya çalışıyor.

Burjuvazide çatlak sesler ve halkın öfkesi

Batıcı laik burjuvazinin yayın organları, bir süredir hükümetin Suriye politikalarına savaş açmış durumdalar. Kürtlerin hak kazanımları, Suriye'de kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmaması, ABD'nin Vaka-ı Tayyare (Suriye'de düşen Türkiye uçağı) sonrası çaldığı ofsayt düdüğü burjuvazinin batıcı kanadını çok rahatsız eden gelişmeler oldu. Hatta iş, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun istifasını gündeme getirme noktasına vardı. Ancak boylu boyunca sürece dalan hükümetin buradan geri dönüş yapması çok zor. Bu, geçmiş politikanın işe yaramadığını kabul etmek olacaktır. Hükümet ülkeyi bir felakete sürüklüyor, belki de isteseler bile dönemeyecekleri bir noktaya varmak üzereler. Halkın, başından beri hükümetin politikalarına çok mesafeli yaklaştığı biliniyordu ama bu politikaların sonuçları omuzlara binmeye başladıkça rahatsızlık öfkeye dönüşüyor.

Bu öfkeyi tepkiye dönüştürüp, Türkiye'yi emperyalizmin bekçi köpekliğinden kurtarmak devrimcilerin görevidir. Ancak bu, burjuvazinin içindeki muhalefete eklemlenmekle yapılamaz. Yapılması gereken, işçi sınıfının, bağımsız bir güç olarak ülkeyi felakete sürükleyenlere karşı harekete geçirilmesidir.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2012 tarihli 35. sayısında yayınlanmıştır.