Hangi Libya ile neyin anlaşması? NATO üyesiysen İsrail’i tanıyorsan bu oyun bozulmaz!

Hangi Libya ile neyin anlaşması? NATO üyesiysen İsrail’i tanıyorsan bu oyun bozulmaz!

Türkiye ile Libya arasında münhasır ekonomik bölge sınırlarını (devletlerin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgâr enerjisi de dâhil olmak üzere özel haklara sahip olduğu bölge) belirleyen ikili bir anlaşma yapıldı. “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” TBMM’de onaylandıktan sonra resmileşecek. Bu anlaşma büyük bir diplomatik zafer olarak sunuluyor; hatta “Doğu Akdeniz’de Sevr’in yırtılması” gibi iddialarla göklere çıkartılıyor. Ancak bu iddialar yine gerçeği yansıtmıyor.

Türkiye, Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların paylaşım mücadelesinde tecrit edilmiş durumda. Batı emperyalizminin (ABD ve AB) çizdiği paylaşım planına, İsrail, Mısır, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs) gibi bölgeye kıyısı olan ülkeler büyük oranda angaje edilmiş durumda. Bu ülkelerin karşılıklı anlaşmaları ile münhasır ekonomik bölge sınırları çiziliyor ve bu bölgelerle Türkiye’nin hak iddia ettiği alanlar çakıştığı için donanmaların tetikte olduğu bir gerginlik sürmekte. Bu tabloda Türkiye sadece KKTC ile münhasır ekonomik bölge anlaşması yapmış durumda. Ancak KKTC’yi Türkiye’nin haricinde Azerbaycan dahil hiçbir ülkenin tanımıyor oluşu ciddi bir problem oluşturuyor.

Türkiye hangi Libya ile anlaşma yaptı?

Şimdi Türkiye, Libya ile anlaşmaya vararak KKTC dışında ikinci bir ülkeyle daha anlaşma imzalamış oluyor ve bu durum Türkiye’nin tecridi kırdığı şeklinde yorumlanıyor. KKTC’den farklı olarak Türkiye’nin anlaşmayı imzaladığı Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Birleşmiş Milletler tarafından tanınıyor olsa da bu hükümet başkent Trablus dışında ülkenin çok küçük bir kısmında hüküm sürebiliyor. Libya’nın Türkiye’ye bakan ve münhasır ekonomik bölge anlaşmasına esas oluşturan kıyıları dahil olmak üzere ülkenin çoğunluğu General Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nun kontrolünde. Batı emperyalizmi ve CIA ile yakın ilişkisi olan, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra Rusya’nın da desteğini alan General Hafter, UMH’yi askeri, siyasi ve ekonomik olarak destekleyen Türkiye’ye hiç de dostça yaklaşmıyor.

Libya'da Türkiye'nin anlaşma imzaladığı ve Başkent Trablus'ta bulunan Ulusal Mutabakat Hükümeti karşısında Hafter'e bağlı Libya Ulusal Ordusu ülkenin büyük bir bölümünü elinde tutuyor

Libya ve Türkiye arasındaki anlaşma en başta Yunanistan’ın tepkisini çekmiş durumda. Çünkü karşılıklı birbirine bakan Libya ve Türkiye (Muğla) kıyılarının ortasından bir hat çekerek oluşturulan sınır Girit adasını da içine alarak Yunanistan’ın hak iddia ettiği bölge ile çakışıyor. Yunanistan da daha önce Antalya’nın 2 km. açığında bulunan Meis adası ile Mısır kıyılarının orta yerinden bir hat çekerek münhasır ekonomik bölge ilan etmiş ve bu da Türkiye’nin büyük tepkisine neden olmuştu. Sonuçta bölgede tüm tarafların mutabık kalmadığı ikili anlaşmalar her zaman üçüncü tarafın meşruiyet itirazlarına neden olmaya devam edecektir. Türkiye açısından ise hem KKTC’nin tanınmıyor oluşu hem de Libya Ulusal Mutubakat Hükümeti’nin bırakın denizleri karada bile hüküm süremediği gerçeği ortada duruyor. Yani ne söylendiği gibi tecrit kırılmış ne de Doğu Akdeniz’de Sevr yırtılmış durumda. Türkiye hala iddialarını donanmasıyla desteklemek zorunda. Ve Libya UMH ile yapılan anlaşma sonrasında Türk donanmasının daha geniş bir alanda hareket edeceğini ve Doğu Akdeniz’de silahlı çatışmadan kaçınan diğer aktörler üzerinde oluşması beklenen baskıdan medet umulduğunu anlıyoruz

Elinde beş benzemezle blöf yapmak!

Bu plan son derece tehlikeli bir plandır ve orta vadede işlemesi için şu varsayıma dayanmaktadır: Türkiye karşısında ittifak halinde yer alan güçlerin her koşulda silahlı çatışmadan kaçınacağı. İttifak halinde olursa, Türk donanmasına karşı kesin bir askeri üstünlüğü olan, diplomatik açıdan avantajlı bir pozisyonda bulunan güçlerin, bu blöfü sonsuza kadar görmeyeceklerini varsayarak, en kötü durumda safça NATO’nun araya gireceğini umarak atılan adımların felakete davetiye olduğu açıktır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de izlediği politika yedi düvele karşı kahramanca bir dik duruşu falan temsil etmiyor. Tam tersine NATO’ya bağlılığın ve İsrail Siyonizmi ile dostluğun zincirine vurulmuş bir dış politika krizi ile karşı karşıyayız. Türkiye eğer Doğu Akdeniz’de tecridi kırmak istiyorsa ya maddi çıkarları temelinde hareket eden devletlere mevcut durumdan daha fazla kazanç sağlayacakları tavizler vermek ya da herkesin kaybedeceği bir savaş senaryosuna oynayarak onları tehdit etmek zorundadır.

Oyunu emperyalizme ve Siyonizme karşı ittifak bozar

Oyunu emperyalizmin kurallarıyla oynayıp sonucuna katlanmamak oyun bozmak değil mızıkçılık yapmaktır. Oyunu bozmanın yolu başkadır. Emperyalizmin koyduğu kuralları kabul etmek zorunda değiliz. Tecriti kırmak için devletlerle anlaşmak değil emperyalizme ve Siyonizme karşı kardeş milletlerle buluşmak gerekir. Bunun yolu da Doğu Akdeniz’de meşruiyet tartışmasını en başta Siyonist İsrail’in korsanlığı üzerinden yapmaktan geçer. En büyük gaz yataklarının bulunduğu bölgelerde Filistin halkının hakkı Siyonist korsanlar tarafından çalınmaktadır. Bu hırsızlığı reddeden, İsrail’i karşısına alır ama tüm Arap milletini kazanır. Tüm dünya halklarının sempatisini kazanır. Tecridi kırmanın yolu meşruiyet tartışmasını mütecaviz Amerika’nın ve Avrupa’nın emperyalist donanmalarının varlığının reddi üzerinden yapmaktan geçer. Exxon, Total, BP ve bilumum emperyalist petrol tekellerinin hırsızlığının teşhir edilmesinden geçer. Güçlü bir anti-emperyalist ve anti-Siyonist geleneğe sahip Yunanistan işçi sınıfıyla buluşmanın yolu budur. Kıbrıs’tan birbirini asla atamayacak olan ama birlikte İngiliz üslerini adadan göndermesi mümkün ve zorunlu olan Kıbrıslı Türk ve Rumları birleştirecek yol budur. NATO üyeliğini ve İsrail’le ittifakı asla sorgulamaya cüret etmeyenlerin darbeci General Sisi ile aramızı düzeltme, Libya’da Kaddafi’yi deviren emperyalizmin paralı askerleriyle anlaşma yapma vb. önerilerine karşı bizim önerimiz şudur: Akdeniz’in tüm ezilen halklarıyla emperyalizme ve Siyonizme karşı bir mücadele cephesi açmak! Tüm Akdeniz’de emperyalizmin zincirlerini kırmak ve petrol şirketlerinin ve genel olarak sermayenin değil emekçi halkın iktidarı için mücadele etmek! Halklara ait olan doğal zenginliklerinin halkların çıkarına ve hakça kullanılmasının başka bir yolu yoktur!