Ege'deki mülteci krizi hakkında DİP ve EEK'in ortak açıklaması: Akdeniz bir kez daha yoksullar mezarlığı olmasın! Avrupa'nın kapılarını açın! AB ile Türkiye arasındaki Kayseri pazarlığına son!
Türkiye, Avrupa'ya baskı yapmak üzere sınırlarını açarak bir kez daha mültecileri ve göçmenleri siyasî bir silah olarak kullanmaya başladı. Son günlerde on binlerce mülteci ve göçmen Türkiye'den Bulgaristan ve Yunanistan'a geçmeye çalışıyor.
Yunanistan'daki mülteci sorunu, sınıf mücadelesinin bir parçasıdır
Olayın Yunanistan'da siyasî ve sosyal yaşama etkisi çarpıcı bir düzeyde. Kiryakos Miçotakis’in sağcı hükümeti, Meriç Nehri boyunca ve 2016'daki Türkiye-AB anlaşması sonrasında pek çok mültecinin hâlihazırda bataklığa saplanmış halde bulunduğu adalarda askerleri, özel polis güçlerini ve sahil güvenliği, bunların yanısıra milliyetçi milisler ve faşist çeteleri kullanarak Yunan-Türk sınırını tahkim etmek gibi bir dizi aşırı sert önleme başvurdu. Mülteciler ve sığınmacıların haklarına ilişkin var olan uluslararası hukuka bile aykırı bir biçimde, Yunan Silahlı Kuvvetleri Genelkurmayı’nın ve Miçotakis hükümetinin emirleri sonucunda bir ay süreyle sığınma işlemleri askıya alındı ve ülkeye giren sığınmacıların hızla geri yollanması kuralı getirildi. Yunan çevik kuvveti iki ülkenin sınırları arasında sıkışmış bulunan mültecilere karşı kimyasal madde ve ses bombaları kullanmaya başladı.
Ordu, sınırda gerçek mermilerin kullanıldığı askerî tatbikatlar gerçekleştirdiğini duyurdu. Donanma, Sahil Güvenlik ve Avrupa Sınır ve Kıyı Güvenliği Kurumu (Frontex), kuzeydoğudaki Meriç Nehri'nden başlayarak, Midilli, Sakız, İstanköy ve diğer Ege adaları boyunca sınırlarda devriye geziyor.
Şimdiden mültecilerin, özellikle de çocukların Meriç Nehri yakınlarında öldürüldüğü ya da Ege'de boğulduğu bildiriliyor. Faşist çeteler, bilhassa da Avusturyalı, Alman ve hatta İskandinav nazilerince desteklenen ünlü Nazi “Altın Şafak” birlikleri, Meriç'te, Midilli ve Sakız'da mültecilere yönelik pogromlara girişiyorlar; benzer biçimde yabancı ve Yunan gazetecilere, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerine, mültecilere yardım eden gönüllülere ve özellikle de faşizm karşıtı sol örgütlere ve militanlara saldırıyorlar. Faşistler, sosyal medyadaki propagandalarında “göçmenlerden kurtulmak için, öncelikle Sol'dan kurtulmalıyız” diyorlar. Aynı ruhla, milliyetçi histeriyi yayan ve savaş çığırtkanlığı yapan hükümet yanlısı medya, televizyon ve sosyal medya, solu ve hepsinden önce devrimci enternasyonalistleri “Türk işgalinin, ulusa ihanet eden işbirlikçileri” olarak gösteriyor.
Tüm baskı ve tehditlere meydan okuyan Yunan işçi hareketi, halk örgütlenmeleri, faşizm karşıtı ve gençlik hareketleri direnmeyi sürdürüyor. 5 Mart’ta binlerce gösterici mültecilerle dayanışma içinde faşizme, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, savaş ve şovenizme karşı; hükümetin ve onun efendilerinin, yani AB'nin, ABD ve NATO'nun oynadığı rolü kınayarak, Atina, Selanik, Patras, Yanya, Larissa, Volos, Hanya vb. kentlerin sokaklarını doldurdu.
Artık on yılı bulan gaddar bir “kemer sıkma” ve çözümsüz dünya kapitalist krizi tarafından yıkıma uğratılmış bir ülke olan Yunanistan, Ortadoğu volkanının patlamasının ve AB'nin kendi içindeki krizin buluşma noktasıdır. Bu ülke yeniden, yeni seçilen sağcı hükümetin kontrol edemeyeceği kanıtlanan sosyo-politik bir depremle sarsılıyor.
Bütün bunların sonucunda on binlerce kişi soğukta, aç, hastalık tehlikesiyle yüz yüze, çocukları ve yaşlılarıyla birlikte halen sınırda bekliyor. Bazı mülteciler Avrupa'ya sığınmaya çalışırken yolları kaçınılmaz olarak, krizden yararlanmaya çalışan insan kaçakçıları ile kesişiyor. Birleşmiş Milletler'in raporlarına göre 2014-2018 yılları arasında 16 bine yakın insan Avrupa'ya denizden ulaşmaya çalışırken kaçakçıların küçük ve güvenli olmayan teknelerine binip Akdeniz'de boğularak yaşamını yitirdi. Yunanistan'a ulaşacak kadar “şanslı” olanlar “sorunlu bölge” adı verilen toplama kamplarında tutulacaklar.
Yunan halkının ve genel olarak Avrupa halklarının omuzlarındaki yük mülteciler değil, emperyalist kapitalist sistemdir
Bu örnekte de gördüğümüz üzere, Avrupa'daki faşist hareketler ve her türden aşırı sağ partiler mülteci krizini, işçi sınıfının ve yoksulların öfkesini, katlandıkları kötü yaşam koşullarının asıl müsebbiplerinden, yani kapitalist sınıftan saptırmak ve ırkçılığı kullanarak bunu, ülkelerinde sığınma arayışındaki yoksul ve çaresiz mültecilere yöneltmek için kullanıyor. Bu mülteciler Avrupa ve ABD emperyalizmince kışkırtılmış ve hâlâ kışkırtılmakta olan bir savaştan kaçıyorlar. Avrupa, bunların ülkelerinin içinde bulunduğu durumdan sorumludur. Avrupa halkları açısından bu göçmenler / mülteciler birer “rakip” değil, bu halkları da sömüren sistemin kurbanlarıdırlar. Yunanistan'ın ve genel olarak Avrupa'nın emekçi halklarının omuzlarındaki yük mülteciler değil, emperyalist kapitalist sistemdir.
AB, Erdoğan ile 2016’da mültecilerin sırtından, iltica ve sığınma alanındaki uluslararası hukuku ihlal eden bir antlaşma imzaladığı ve sınırlarını kapalı tutması için Türkiye'ye rüşvet vererek mültecileri Avrupa dışında tuttuğu için suçludur. Avrupa'nın kapılarını Suriyelilere, Afganlara ve emperyalist kapitalist sistemin kurbanı olan diğerlerine açın!
Mülteciler ve göçmenler pazarlık kozu değil, bizim kardeşlerimizdir.
Erdoğan'ın ya da AKP hükümetinin diğer temsilcilerinin bugüne kadar mültecileri ağırlayıp yardım ettiklerini ve Avrupa tarafından yalnız bırakıldıklarını iddia eden sözlerine kulak asmayın. Bu, gerçeğin oldukça çarpık bir suretidir. AKP hükümeti, bir yandan mültecilerin Türkiye halkının din kardeşleri olduğunu iddia ederken, bir yandan ülkeye sığınma arayışındaki insanlara mülteci statüsü bile vermemiştir. Bunlar, sekiz yıl sonra hâlâ yasal olarak “misafir” kabul ediliyorlar! Erdoğan Türkiye'nin mültecilere gösterdiği şefkat ile övünürken, bu mültecilerin büyük kısmı ülkede kayıtdışı çalıştı, asgarî ücretin bile çok altında bir ücret elde etti, çocuklarının emeği acımasızca sömürüldü, yıkık dökük konutlarda kalabalık bir nüfus olarak fahiş kiralar ödedi,, sürekli ırkçılık ile karşı karşıya kaldı, kısacası sefalet koşullarında yaşamak zorunda kaldı. Üstelik bu durum halen sürüyor. AKP hükümeti tüm bunlar yetmezmiş gibi, sanki mülteciler satranç tahtasındaki piyonlarmışçasına, Avrupa'ya karşı mülteci kartını elinde tutmayı sürdürdü; ta ki bugün, bu kartı nihayet kullanmaya karar verene kadar.
Sadece altı ay önce, 2019'un Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Batı ülkelerine Suriyeli mülteciler için çok az sorumluluk aldıkları için çıkışıp, ailesi ile birlikte Ege'yi geçmeye çalışırken denizde can veren ve Türkiye'nin Ege kıyısının gözde yazlık mekânlarından birinin sahilinde yüzükoyun bir vaziyette bulunan Suriyeli bir Kürt çocuğunun, Aylan Kurdî'nin fotoğrafını kaldıranın aynı Erdoğan olduğunu hatırlamak, ironilerin en büyüğüdür. Türkiye hükümetinin yeni kararı sonucunda daha kaç Aylan'ın öleceğini bekleyip göreceğiz.
Mülteciler ve göçmenler, AKP hükümeti tarafından istediği zaman kullanılacak bir pazarlık kozu değil, bizlerin kardeşleridir. Ayrıca, Türk hükümetinin kendisi, yıllardan bu yana izlediği politika sonucunda bu insanların evlerini ve ülkelerini terk etmiş olmalarından da sorumludur. Bu politika Erdoğan'ın Sünnî Arap dünyasının lideri olma isteği doğrultusunda dokuz yıla yakın bir zamandır inatla izlendi. Türkiye bu politikayı derhal terk etmeli ve askerlerini İdlib ve Suriye'den çekmelidir.
Elbette, Erdoğan hükümetinin baskı tedbirleri anlamında Miçotakis hükümetinden aşağı kalır yanı yok. İstanbul başta olmak üzere valilikler birer birer savaş karşıtı eylemleri yasaklamaya başladılar. İstanbul valisi ayrıca Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde İstiklal Caddesi’nde yapılacak olan, geleneksel feminist gece yürüyüşünü yasakladı. Diğer güzergâhlara izin verildiği söyleniyor ama polis geçen yıl kadınlara tam da kadına yönelik şiddete karşı slogan attıkları sırada şiddet uygulamıştı. İdlib'deki askerî çarpışma AKP'nin destekçileri ve ortağı faşist MHP tarafından ülkedeki şovenizmi körüklemekte kullanıldı. Sözümona sosyal demokrat CHP dâhil burjuva muhalefeti de hükümet partilerinin milliyetçi söyleminin ikinci kemancısı rolünü oynuyor.
Uluslararası işçi sınıfı dayanışması için!
Dünyanın dört bir yanındaki uluslararası işçi hareketini, Akdeniz'in, Ortadoğu'daki emperyalist ve gerici savaşların kurbanları olan Batı Asya halkları için yeniden bir mezarlığa dönüşmesi olasılığına karşı harekete geçmeye çağırıyoruz.
Ortadoğu’nun, Avrupa’nın ve dünyanın emekçi halklarını, mültecileri Akdeniz’de boğulma, toplama kamplarında yığılma ya da polis ve asker gücünün kurbanları olma seçenekleri ile karşı karşıya bırakan Miçotakis’in gerici Yunan hükümetine ve AB emperyalizmine ve mültecileri kendi çıkarları doğrultusunda pazarlık kozu olarak kullanan Türk hükümetine karşı mültecilerle dayanışma için ayağa kalkmaya çağırıyoruz.
DİP (Devrimci İşçi Partisi), Türkiye
EEK (İşçilerin Devrimci Partisi), Yunanistan
6 Mart 2020