Çipras: İhanet mi, ricat mı?

Çipras, Avrupa Birliği'nin kemer sıkma dayatmalarını kabul etmeyerek konuyu referanduma taşımış ve etkili bir hayır kampanyası yürütmüştü. Sandıktan tam bir zaferle hayır çıktı. Hem de ne tehditlere karşı. Avrupa Birliği, yerli sermayeyle el ele felaket tellallığı yapıyor, hayır çıkarsa Yunan halkı için cehennem tasvirleri çiziyordu. Sonuçta tüm bunlara rağmen sandıktan hayır çıktı. Referandum zaferi elde edilir edilmez, Çipras önce Varufakis'in istifası ile ilk kurbanını verdi. Sonra da bir iki rötuşla kemer sıkma programını benimsedi. Özelleştirme, mezarda emeklilik ve niceleri... "Che-pras" diye övülen Syriza liderinin maskesi erken düştü, altından bildiğimiz Yunanistan'ın Kemal Derviş'i çıktı. Şimdi Derviş’in 15 günde 15 yasası gibi Çipras’ın da belirli günlerde belirli sayıda yasa geçirerek kemer sıkma programını hızla uygulaması isteniyor. Bunun için de Osmanlı Düyun-u Umumiyesi gibi, kemer sıkmanın denetimi tamamen AB’nin yabancı kurumlarına devrediliyor.

Şimdi buna ihanet denmez de ne denir. Çipras fanatikleri suskun. Üç gün önce zafer çığlıkları atanlar, Türkiye’nin Syriza’sı kim olacak diye yarışa girenler, çoktan ulusal politikaya döndüler bile. Gerçekle yüzleşmeye çalışanlar yok denecek kadar az. Foti Benlisoy bunlardan biri. Süreci yakından takip ediyor, apolitik ve ölçüsüz Syriza hayranlığının karşısında, Syriza'yı destekleyen ama çelişkilere de işaret eden anlamlı yazılar yazıyor. Son yazısında Çipras'ın düzenle uzlaşma eğiliminin bu sonucu doğurduğunu söylüyor. Ama olan bitenin açıkça bir ihanet olduğunu söylemekten de geri duruyor.

Benlisoy, Başlangıç sitesindeki “OXİ nasıl Evet oldu” başlıklı yazısında şöye diyor: “‘İhanet’ deyip geçmek mümkün elbette. Ancak önemli olan zaferin neden ve nasıl bir yenilgiye dönüştüğünü, ‘ihanetin’ hangi yanlışların ürünü olduğunu görüp dersler çıkartabilmek.” 

İhanetin tırnak içinde kullanılması aslında bu kavramın benimsenmediğini gösteriyor. Çünkü hiçbir ihanet bir yanlışın ürünü olamaz. İhanet bilinçli bir eylemi ifade eder. Yanlışlıkla ihanet edilmez. Peki, söz konusu yazıda mevcut sonucun hangi yanlışların ürünü olduğuna bakalım.

“Syriza’nın hem aşağıdakileri hem yukarıdakileri tatmin edecek bir  ‘orta yol’ arayışı, AB kurum ve kurulları ile uyum içerisinde gerçekleşecek ‘adaletli’ bir çözüm ısrarı, sınıfsal kutuplaşmanın bunca yoğunlaştığı koşullarda ‘ulusal mutabakat’ (yani sınıflar arası işbirliği) çizgisinde kalması, neoliberal yapısal uyumun “centilmence” reformlarla adım adım geri çevrilebileceği inancı, IMF-AB’nin kapitalist kriz koşullarında rasyonel-bilimsel argümanlarla ikna edilebileceği sanısı… Syriza liderliğinin sadece şu son bir haftada değil, daha iktidara gelmezden evvel ısrarla sarıldığı bazı hatalar. Trotskiy’nin deyimiyle ‘pratik tek bir teorik hatayı dahi cezasız bırakmaz’ iken bütün bu yanlışların Syriza’ya yüklü bir faturaya mal olması belki de mukadderdi.”

Syriza'nın bugün geldiği nokta teorik birtakım hatalara indirgenebilir mi? Pek zannetmiyorum. Sınıfsal çelişkilerin bulunduğu bir toplumda, hele ki bu çelişkilerin ileri derecede keskinleştiği Yunanistan gibi durumlarda sınıflar arası uzlaşma savunusu ve çabası bir teorik yanılgı değil, sınıf çatışmasında sermayenin yanında saf tutmaktır. Burada bir orta yol yoktur. Çipras tam da Benlisoy’un ifade ettiği anlayışıyla aslında bir yanılgı içine düşmemekte, nehrin karşı tarafına geçmek için kendine köprü yapmaktadır. Trotskiy'den alıntı yapmak gerekirse buraya uygun alıntı, Trotskiy'in Çin-Japon savaşında hem Çin ordusuna hem de işgalci Japon ordusuna karşı aynı anda savaşmayı savunanlar için söylediği şu cümlelerdir: "Burada ya gerçek hainlerle ya da katıksız ahmaklarla karşı karşıyayız. Ama ahmaklığın bu derecesi ihanete eşittir."

Benlisoy, geçen yazısında, Çipras'ın Troyka'ya Varufakis'in kellesini altın tepside sunarak nasıl bir jest yaptığını anlatıyor ve bu geri adımın sonucunda AB'nin daha da üzerine giderek şantajla cevap verdiğini söylüyor. Ona göre bir kez geri adım atan Çipras için, bundan sonra elde ettiği zafer bir ricata dönüşüyor. Burada ihanet kavramı yerine yazar ricat kavramını kullanıyor. Bu önemli. Ricat kavramı askeri terminolojiden siyasete aktarılmıştır. Geri çekilme anlamını taşır. Genellikle de daha fazla kayıp vermemek ya da daha uygun bir mevzide savaşmak üzere planlı bir eylemdir ricat. Syriza'nın ricat ettiğini söyleyebilmek için askeri olmasa da siyaseten zor durumda kalması, en azından inisiyatifi, hasımlarına kaptırmış olması gerekirdi. Oysa Syriza, yazarın ricat olarak nitelediği hamleyi zayıf anında değil, referandumdan tam bir zaferle çıktıktan ve halkın desteğini aldıktan sonra yapıyor. Tekrar askeri terminolojiye dönecek olursak böyle bir durumda ricat emri veren komutanı Divan-ı Harp'te ihanet suçuyla yargılamayacak tek bir ciddi devlet bulamazsınız! Syriza ve Çipras söz konusu olduğunda ahmaklarla değil gerçek hainlerle karşı karşıyayız.

Benlisoy’un yaklaşımı ise Syriza’yı kitlelerle, sermaye, AB, Almanya vb. arasında kalan bir nesne olarak ele alıyor. Buradan, hangisinin basıncı daha kuvvetli olursa, neticeyi o belirleyecek gibi bir sonuç çıkıyor. Mesela, Benlisoy’a göre “Bu kırılgan dengenin hangi istikamette dağılacağını belirleyen de aslında Syriza dışı faktörler, yani ‘muktedirlerin’ tavrıyla ‘aşağıdakilerin’, yani kitle mücadelelerin tutumu olacak.”( http://baslangicdergi.org/sol-hukumet-ugragi-ve-syriza-foti-benlisoy/) Ama gördük ki Syriza dışı faktörler değil bizzat Syriza’nın kendisi, “aşağıdakilerin” mücadelesinin ve taleplerinin, sermaye lehine yenilgiye uğratılmasında belirleyici oldu. Bu ihanet önceden öngörülebilir miydi? Tabii ki evet. Eğer öngörü yapmayacaksanız çabanız politik değil akademik bir çaba olarak kalır. Bildiğiniz halde karşısında mücadele etmediyseniz suça ortak bile olabilirsiniz. Syriza’yı eleştirip ama alabildiğine desteklerken, bankaların kamulaştırılması, AB’den çıkılması gibi konuları ya hiç dile getirmez ya da seçenekler arasında geçerken dile getirirseniz, ısrarla bunu savunanları görmezden gelirseniz, zaferin neden yenilgiye dönüştüğü sorusunu sorar ama cevabını vermemiş olursunuz.

Burada "ihanet mi ricat mı?" sorusunun cevabı da teorik değil doğrudan politik bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik bugünlerde Türkiye için de son derece önemli bir mesele. Syriza'yı soldan eleştiren ama şu ya da bu düzeyde mazur gören yaklaşımların ortak bir argümanı var, o da Syriza'nın bir koalisyon olması. Ondan beklentilerin bu sebeple çok yüksek tutulmaması gerektiği. Kulağa tanıdık geliyor değil mi? Son dönemde HDP'nin bundan çok değil beş sene önce asla içine sindiremeyeceği politik ve pratik tutumlar içine girmesi de her seferinde benzer argümanlarla mazur görülmüyor mu? Böyle diye diye "faşist" denen AKP ile koalisyon tartışmasına bile "yapabilir sonuçta sosyalist ya da sınıfsal bir parti değildir, koalisyondur, bir ulusal harekettir" noktasında yaklaşıldığını görmedik mi? Sanayicilerle toplantılar, TÜSİAD'la el sıkışmalar, Erdoğan'ı ayakta alkışlamalar ve daha niceleri böyle normalleştirilmedi mi? HDP ihanet olarak nitelendirilebilecek bir tutum sergilemedi. Syriza bu bakımdan farklı. Benzerlik, koalisyon olmanın her şeye açıklama diye sunulmasında. Şimdi de Syriza koalisyondur, satabilir diye mi bakacağız? Yoksa sınıf uzlaşması yerine sınıf mücadelesini temel alan bir mücadeleyi mi yükselteceğiz? Unutmayalım ki sınıf mücadelesi, sınıf uzlaşmacılığına karşı keskin bir mücadeleyi de içermek zorundadır. Ricat edeni eleştirirsiniz, ihanet edenle savaşmanız gerekir.