Britanya’da Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi liderliği zaferi

 

Jeremy Corbyn, Britanya İşçi Partisi (Labour Party) liderliğini ezici bir farkla kazandı. Bir açıklamasında geçmişe gidip Margaret Thatcher’a suikast düzenlemek istediğini, bir diğerinde ise partinin eski lideri Tony Blair’in işlediği savaş suçları için yargılanması gerektiğini söyleyen ve rakiplerince “Trotskist olmakla” suçlanan Corbyn’in, hem Britanya hem de İşçi Partisi sağı için korkutucu derecede radikal görünen politik programı, pek çok sosyalist yapıyı da heyecanlandırdı ve Corbyn’in zaferi bir anda Britanya dışında da solun ve sağın gündemine oturdu. Bu anlamda, Corbyn’in programının ve zaferinin neyi ifade ettiğini daha iyi anlayabilmek önemli. Bu yazıda bunu yapmaya çalışacağız.

Corbyn neyi savunuyor?

Jeremy Corbyn’in Britanya işçi sınıfına neyi sunduğunu anlayabilmenin ilk yolu, elbette, seçim kampanyasında neler söylediğine bakmaktan geçiyor. 32 yıldır İşçi Partisi’nden Parlamento üyesi olan Corbyn, seçim kampanyası boyunca hem muhafazakârlarla hem de İşçi Partisi içerisindeki karşıtlarıyla mücadele etti. Elindeki propaganda olanakları rakiplerinin elindekilerinin çok altındaydı. Buna karşılık oldukça başarılı bir kampanya ile zafere ulaştı.

Corbyn'in neyi savunduğuna geçmeden, aslında ne tür bir partide bir seçim kampanyası yürüttüğünden de bahsetmek gerekiyor. Britanya İşçi Partisi’nin işçi sınıfıyla gerçek bağlara sahip olduğunu belirtmek gerekli. Partinin gelirlerinin bir bölümü, farklı sendikalara üye işçilerin sendikalara ödedikleri aidatlardan parti için yapılan kesintilerden oluşuyor. Ancak parti politik bakımdan büyük oranda işçi bürokrasisinin, ideolojik bakımdan ise Britanya burjuvazisinin etkisi altında. Pratik politika açısından ise, Britanya emperyalizminin çıkarlarını uluslararası anlamda savunmaktan geri durmayan bir partiden bahsediyoruz. Bu ikili yapı, İşçi Partisi’nin bir mücadele alanı olarak ele alınıp alınamayacağı konusunun sürekli olarak Britanya ve dünya solu açısından bir tartışma konusu olmasına neden olmakta. Bu noktada en azından, Britanya İşçi Partisi’nin tam olarak Türkiye’deki CHP gibi bir parti olmadığını söylemekle yetinelim.

Corbyn’in kampanyası; herkes için adalet, özgürlük, dayanışma ve eşitlik ilkeleri üzerinde yükseldi. Buna karşılık, işçi sınıfı ifadesi kampanyanın ana metinlerinde bir kez bile geçmedi. Zaten işçi tabanına sahip bir partide buna gerek olup olmadığı sorgulanabilir. Ancak bu durum, 2008 sonrasında yükselişe geçen Syriza vb gibi örneklerden aşina olduğumuz bir durum. Dolayısıyla bunlarla aynı siyasi tehlikeye işaret eden bir semptom aynı zamanda. Bu yüzden de vurgulanması önemli. Corbyn’in çağrısı, doğrudan sınıfsal bir içerikten çok, %1’e karşı %99 vurgusuna sahip bir çağrı; servetin ve fırsatların bir avuç milyonerin değil, milyonların elinde olduğu bir ekonomi, hükümetin bir kısım kapalı elit azınlığın elinde olmadığı bir siyasi sistem, şirket kârlarının insafında olmayan bir çevre politikası vb.

Corbyn’in programı, demiryollarında ve enerji sektöründe kamulaştırmaları, ulusal bir kalkınma bankası kurulmasını, bu sayede geleceğin istihdamının yaratılmasını ve iktisadi açıkların adil bir şekilde azaltılmasını, daha adil vergileri ve vergi kayıp ve kaçaklarını en aza indirmeyi, iklim değişikliği için harekete geçmeyi, yasadışı savaşlara son verilmesini, özelleştirilmeye çalışılan sağlık sisteminin (ünlü Ulusal Sağlık Hizmeti-NHS) tamamen ücretsiz hale getirilmesini, yaşam boyu eğitimi, güçlü toplu sözleşme pazarlıkları yapılmasını vb. içeriyor. Ayrıca, konut inşaatlarına izin veren konseyin kendisinin, inşaatları yapan ve uygun koşullarda sunan bir yapı haline getirilerek konut sorununa çözüm getirilmesini savunuyor. Demiryollarının kamulaştırılması (aslında Thatcher döneminde özelleştirilmiş olduğu için kamu kesimi tarafından yeniden satın alınması) için gereken fonların sağlanması meselesinin çözümünde de yukarıda bahsettiğimiz yatırım bankasının sağlayacağı fonları işaret ediyor. Bazı açıklamalarında Britanya ordusunun lağvedilmesinden bahsetmesi ise, burjuva medyasında alaya alınmasına yol açan bir durumdu, kampanya sırasında ise sanıyoruz ki pek bahsetmedi.

Britanya'nın AB üyeliği konusunda ise Corbyn’in çelişkili açıklamaları mevcut. Bazı açıklamalarında “içerde kalıp beraber daha iyi bir Avrupa için mücadele etmekten” bahsediyor. Buna karşılık, en son, parlamentodaki İşçi Partisi milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmasında, kendisinden AB üyeliğinin devamına dair desteğini deklare etmesi istendiğinde, “Cameron’a bu konuda bir açık çek vermek istemediğini” belirterek, net bir yanıt vermemiş oldu. Bunun bir nedeni var: Cameron, AB’de kalmak için Britanya'nın iş hukuku ve işçi hakları alanında AB normlarının dışına çıkarılması pazarlığı yapacak. AB bunu kabul ettiği takdirde, referandumda AB’de kalma yönünde oy kullanmak, bunu onaylamak anlamına gelebilir. Britanya'nın AB üyeliğine dair 2016 veya 2017 yılında yapılacak olan referandumdan önce Corbyn’in duruşu, muhtemelen oldukça önemli olacak.

Corbyn, aynı zamanda Britanya’da Filistin halkının mücadelesinde uzun süredir önemli ve öncü bir konumda yer alıyor. Silah araştırması yapan İsrail üniversitelerinin boykot edilmesini, Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılmasını, yasadışı İsrail yerleşimlerinde üretilen malların boykot edilmesini vb. savunuyor. Dolayısıyla seçilmesi, Filistin örgütleri nezdinde de belirgin bir coşku ve sevinç ile karşılandı. Elbette, aynı sonuç Siyonistler arasında ciddi bir rahatsızlık ve alarm durumuna geçmekle sonuçlandı. Siyonist örgütler, Corbyn’in Hizbullah ve Hamas ile sıkı ilişkileri olduğunu ileri sürüyorlar. İşçi Partisi’nin parlamentodaki vekilleri arasında da güçlü Siyonist isimler bulunuyor ve bunlar başından beri Corbyn’e karşı mücadele yürütüyorlar. Bu arada, Corbyn’in kendisinin İsrail’in 1967 sınırlarında bağımsız bir devlet olarak varlığını savunduğunu da belirtmek gerekli.

Corbyn ve partisi

İşçi Partisi’nin liderinin belirlenmesinde, üç farklı kesim oy kullanabiliyor (bunların üçüncüsü son dönemde yapılmış olan bir düzenlemenin ürünü):

1.      parti üyeleri,

2.      partiye bağlı, çoğu sendika üyelerinden oluşan, destekçiler,

3.      3 pound (yani yaklaşık 5 dolar) ödemesi karşılığında toplumun her ferdi.

Corbyn,  her üç öbekten de en yüksek oyu aldı. Toplam oyların %60’ına yakınını alan Corbyn, parti üyelerinin oylarının %49,5’ini, destekçilerin oylarının %57,6’sını, 3 pound karşılığında destekçi olanların oylarının ise %83,8’ini aldı.

Bundan dört ay kadar önce Britanya’da genel seçimler yapıldı ve bu seçimleri muhafazakârlar kazanırken, seçim sonrası anketlerine göre İşçi Partisi, seçmenler tarafından “fazla sol” bulunduğu için oy kaybına uğradı. Elbette bu anketlerin güvenilir olduğu varsayımı altında, Britanya basınının Corbyn’in İşçi Partisi’nin liderliğine seçilmesine parti açısından bir siyasi intihar olarak yaklaştığını vurgulamak gerekli. Ancak, Corbyn’in liderliği, ekonomik krizin seyri ve Corbyn’in potansiyel siyasi manevraları ile beraber bir süreç olarak okunmalı. Bu durumda,  siyasi intihar yorumu burjuvazinin sözcülerinin İşçi Partisi’nin soldan uzak durmasını sağlama yönünde bir şantajı olarak görülebilir.

Buna karşılık Corbyn’in önünde zorlu bir süreç var.  Corbyn’in ilk sınavı, gölge kabine kurmak oldu. Britanya parlamenter sisteminde yer alan bu uygulama, parlamentoda, iktidarın bakanlar kuruluna karşılık olarak bir muhalefet bakanlar kurulu, yani bir gölge bakanlar kurulu oluşturulması anlamına geliyor. Bu gölge bakanlar kurulu, iktidarın ilgili alanlardaki politikalarını eleştiriyor ve kendi programlarını öneriyor. Corbyn, partisinin parlamenterlerinden çok düşük bir destek aldığı için (210 İşçi Partisi milletvekili kendisine muhalif iken, sadece 20’si kendisini destekliyor), muhalefetin yeni lideri olarak oluşturacağı gölge kabine elbette tam anlamıyla istediği isimlerden oluşmuyor. Kendisine 20 milletvekili destek verdiğine göre, 31 kişilik kabine içerisinde kaçınılmaz olarak Corbyn’in politikalarına uygun yaklaşım geliştirmeyecek isimler de yer alıyor. Daha genel olarak bakıldığında, parlamentodaki İşçi Partisi milletvekilleri, “kırmızı çizgilerini geçmediği sürece” Corbyn’e destek vereceklerini açıklamış bulunuyorlar. Bu kırmızı çizgiler neler? Örneğin Cameron’un Suriye’yi bombalamayı sürdürmesi için belirli sayıda İşçi Partisi parlamenterinin de desteğine ihtiyacı var. Bu konuda Corbyn’in partiyi harekete geçirip geçiremeyeceğini, parlamenterlerinin kırmızı çizgilerinin emperyalist saldırganlığı içerip içermediğini zamanla göreceğiz.

Corbyn ve Britanya solu

Britanya solunun önemli bölümü Corbyn’e desteklerini sundu.

SWP (Sosyalist İşçi Partisi, tarihi önderi Tony Cliff’in Sovyetler Birliği konusundaki “devlet kapitalizmi” analizi ile bilinir), üyelerine kayıt yaptırıp Corbyn’e destek vermeleri çağrısında bulunmadı. Ancak seçimin ardından bir bildiri yayınladı (http://socialistworker.co.uk/art/41297/SWP+statement+on+election+of+Jeremy+Corbyn+becoming+Labour+Party+Leader) ve Corbyn’in başarısını ”alkışladı”. Bu başarının sokaklarda mültecilere destek eylemlerinin yapıldığı bir dönemde gelmesinin önemine vurgu yaptı ve kendisi ile beraber mücadeleye devam edeceklerini belirtti. SWP’nin açıklamasının en önemli kısmı, Syriza’nın Yunan halkını kendisinden önceki sağ hükümetlerden daha büyük bir baskı altına soktuğunu örnek göstermesi ve tam da bu nedenle İşçi Partisi’nden bağımsız bir “harekete” ihtiyaç duyulduğunu söyledikleri kısmı.

“Militant” adıyla bilinen Sosyalist Parti de üyelerini İşçi Partisi üyesi yapmaya yönelmedi. Ama Corbyn’in zaferini “tarihsel bir an” olarak niteledi, “hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını” iddia etti. Parti, açıklamasında bu başarının kemer sıkma politikalarına karşı önemli bir tepkiyi ortaya çıkardığına dikkat çekti. Açıklamada (http://www.socialistparty.org.uk/articles/21392/12-09-2015/corbyn-victory), Corbyn’e karşı İşçi Partisi sağının bir “darbe” girişiminde bulunabileceği uyarısı da yer alıyor. Sosyalist Parti, Corbyn’e acilen bir konferans düzenleyerek destekçilerini (sendikaları vb) bir araya getirme çağrısı da yapıyor ve böyle bir konferansa parti olarak katılacaklarını söylüyor. Buna karşılık, Sosyalist Parti’nin açıklaması, Corbyn’in programının bazı sınırlılıklarına da işaret ediyor. Örneğin bu programın bankaların kamulaştırılmasını değil, “düzenlenmesini” içermesini eleştiriyorlar. Açıklamalarının sonunda ise, kemer sıkma politikalarına karşı bir kitlesel işçi partisinin inşasının acil bir görev olduğunu söylüyorlar.

Sosyalist Kavga (Socialist Fight), bildiğimiz kadarıyla Corbyn’e destek veriyordu. Ancak yakın zamanda bu konuda ciddi bir değerlendirme yayınlamış değiller. Sadece Corbyn’e yönelik saldırılara karşı mizahi bir yazı yayınlamış bulunuyorlar.

Ünlü sinema yönetmeni Ken Loach’ın çağrısıyla kurulmuş olan yeni oluşum Sol Birlik (Left Unity), Corbyn’in kampanyasına destek veren ekiplerden birisi. Bu genç siyasi oluşum, Corbyn’in zaferinden sonra yayınladığı açıklamada Corbyn’in zaferini hazırlayan güçlerin İspanya ve Yunanistan’daki dinamiklerle bağına işaret ediyor ve Corbyn kampanyası sırasında parti içinde ve dışında Corbyn’in politikaları üzerinden bir araya gelen önemli bir kitlenin varlığına vurgu yapıyor. (http://leftunity.org/the-peoples-victory-everything-is-possible/) Ancak daha da önemlisi, Left Unity’nin, bu kitlenin birliğini ve Corbyn’in parti içerisindeki pozisyonunun korunmasını önümüzdeki dönemde siyasi öncelik haline getireceğini deklare etmesi. Öğrendiğimiz kadarıyla örneğin İskoçya’daki Left Unity grubu, kendi parti çalışmalarını bir kenara bırakıp önümüzdeki dönemde Labour içerisinde mücadele etmeye hazırlanıyor.

“5. Enternasyonal”ci Workers Power (İşçi İktidarı), İşçi Partisi’nin reforme edilebileceğini ve sosyalizme ulaşmak amacıyla ele geçirilebileceğini savunuyor. Corbyn’e destek vermiş bulunuyorlar. Yeni bir hareketin doğduğu tespitinde bulunuyorlar. İşçi Partisi içerisinde sağ kanadın yenilgiye uğratılması için tüm sosyalistlerin mücadeleye destek vermesi gerektiğini savunuyorlar. Buna karşılık, Corbyn’in programının sömürücü sınıfı hedef almamasından dolayı, aynen Syriza örneğinde olduğu gibi yetersiz kalacağını savunuyorlar. Bundan dolayı, sistemi tümüyle karşısına alacak bir programın, yine Corbyn’in hareketi vasıtası ile uygulamaya konulmasını ve ancak Yunanistan’da eksik olan unsurun, bu tür bir programın sabote edilmesine karşı işçi sınıfının grevlerle sabotajcı patronları püskürtmesi ve üretimi bırakan işletmelerin kamulaştırılmasının devreye girmesini savunuyorlar.

Solun geneli, 4 Ekim’de Muhafazakâr Parti’nin kongresinin yapıldığı Manchester’da Corbyn ile beraber önemli bir gösteri yapmaya hazırlanıyor.

Bundan sonrası

Corbyn’in önündeki en çetin görev, parlamento grubunu ve parti bürokrasisini etkisiz hale getirerek, partiyi tam anlamıyla ele geçirmek olacak. Ancak bunu yapabilecek bir ekibe ve programa sahip olduğu kolay kolay söylenemez.

Corbyn’in hareketinin önemi, özellikle işçi sınıfının siyasete soğuk duran kesimlerinin yüzünü, Britanya ölçüleriyle radikal bir programa çevirmesini sağlamış olmasında yatıyor. Medyanın dezenformasyonuna karşı başarılı bir kampanya ile bu kesim önemli oranda politikleştirilmiş durumda.

Corbyn’in öncüsü olduğu hareket, Syriza ile benzer toplumsal dinamikler üzerinde yükseliyor. Buna karşılık, Syriza’dan farklı olarak, çok özel koşullar bir erken seçim getirmezse yıllar boyu muhalefette kalacak ve henüz kendi partisi içerisinde dahi mücadele etmesi gerekecek. İkinci bir önemli fark ise, Britanya’da krizin sonuçlarının henüz Yunanistan’daki kadar dramatik sonuçlar doğurmuş olmaması.

Ancak, Corbyn de Syriza ile benzer türden bir açmazı cebinde taşıyor olacak. Karar anı geldiğinde, bankalara, sermayenin kalan kesimlerine, Britanya emperyalizmine karşı gemileri yakarak bir mücadeleye girişebilecek mi? Kendisi girişecek olsa partiyi yanında sürükleyebilecek mi? Şu ana kadar sınıfı politik söyleminin merkezine almayarak, kapitalist sistemi doğrudan hedeflemeyen bir söylem geliştirerek, Syriza ile aynı virüsü taşıdığını göstermiş oldu.

Britanya İşçi Partisi, tarihinde ilk kez solcu bir lider seçmiyor. İlginç olan sadece bunun zamanlaması. Britanya Marksistlerine, şimdi, yüzünü sola çevirmiş olan işçilerin ve daha geniş kitlelerin düzen içi bir partinin cenderesini aşarak kapitalizme karşı mücadeleye girmesine yol göstermek açısından ciddi bir görev düşüyor. Bu, ancak çok büyük taktik ustalıkla, sekter olmadan ama reformizmin değirmenine de su taşımadan yapılabilecek bir şey.