Bir İran klasiği: diktatörlüğün devamı için yaşasın seçimler

İranlı devrimci Marksist yoldaşımız Araz Bağban, Ortadoğu dengeleri açısından dev bir önem taşıyan bu ülkede 26 Şubat Cuma günü yapılan seçimleri değerlendirdi.

Geçen hafta İran'da İslami Şûra Meclisi (parlamento) ve Uzmanlar Meclisi seçimleri gerçekleşti. Bu seçimler ister istemez dikkatleri Batı ile yıllarca süren nükleer krizini yeni aşan ve Orta Doğu'da devam eden savaşların önemli bir aktörü olan İran'ın üzerine çekti. Seçimler genel olarak kendilerine "usulcu" (ilkeci) diyen aşırı muhafazâkarların ile bu seçimlerde reformistler olarak anılan, çoğu Ruhani hükûmetinin destekçisi orta yolcu muhafazakârlardan, geri kalanı ise adı sanı belli olmayan reformistlerden oluşan ittifakın ortaya koyduğu iki aday listesi üzerinden tartışıldı ve değerlendirildi.

Genel seçimlerin sonuçlarına göre kurulacak parlamento (sayısı fazla olmayan bağımsızları işin içine katmadan) eşit oranlarla bu iki liste arasında dağılmış durumda. Elbette şunu vurgulamak gerekir ki Tahran'dan parlamentoya gidecek 30 milletvekilinin tamamı reformistlerin desteklediği listenin üyesi, yani çoğunlukla orta yolcu muhafazakârlardan oluşmakta. Bazı bölgelerde seçimlerin nihai sonucu ikinci turda belli olacak ama o aşamadan gelecek sonuçlar da cenahlar arası bu yaklaşık eşitliği büyük bir oranda bozmayacak gibi görünmekte. Parlamentoda grupların ağırlığı bağımsızların tutumuna bağlı olacak gibi görünüyor. Diğer taraftan Uzmanlar Meclisi seçimlerinin sonuçlarına bakılırsa Tahran'da bir kişi hariç seçilenlerin hepsi reformistlerin desteklediği listeden olmakla birlikte İran genelinde aşırı muhafazakârlar hâlâ ağırlığını korumakta. (İran'ın resmi kaynakları seçim sonuçlarını genelde yuvarlak sayılarla verir.  Ben de bu geleneği bozmayıp resmi kaynakların sonuçlarını benzeri şekilde yuvarlak halde veriyorum).

Sonuçlara bakılırsa genel seçimin kazananı yok gibi ama seçim sürecini, reformistlerin iktidardan pay alma çabalarını ve Ruhani hükûmetinin Batı ile gerçekleştirdiği nükleer anlaşma sonrası meclis desteğine olan ihtiyacını dikkate alınca bu sonuçları hem rejim ve cenahları hem burjuvazi ve hem de halk açısından anlamlandırabiliriz. Uzmanlar Meclisi, Hamenei sonrası İran İslam Cumhuriyeti'nin liderini seçmekle görevli olduğu için bu dönem daha büyük önem taşımaktadır.  Burada bu seçimlerin gerçek kazananının kim olduğuna bakmadan ilk önce bu seçimlerin mahiyetine ve nasıl gerçekleştiğine bakmak lazım.

Adil bir paylaşım: seçilme hakkı yandaşın, seçme hakkı halkın

Şah diktatörlüğünü yıkmış İran halkı için özgürce seçme ve seçilme hakkı 1979 devriminin bir kazanımı idi. Ne yazık ki devrimin başka kazanımları gibi bu hak da çok kısa süre içinde Humeyni liderliğindeki İslamcılar tarafından gasp edildi. Rejimin onayladığı grup ve şahıslar dışında kimse bu haktan yararlanamadı. Devrim tamamen kaybedilince seçilme hakkı yeni dini diktatörlüğün yandaşlarının tekeline geçti. Halkın siyasete katılımını sağlayan tüm kuruluşlar yasa dışı ilan edildi ve kapatıldı. Siyasi örgütler ve partiler, işçi sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve benzeri kurumlar ortadan kaldırıldı. Roller paylaşıldı; seçilme hakkı diktatör rejimin mensuplarına, seçme hakkı ise gönül ferahlığı ile halka verildi.

Daha sonra seçimler rejim içi bir keşmekeşe dönüştü. Böylece seçimler sadece cenahların arasındaki rekabet, güç paylaşımı ve sonrasında getireceği sonuçları açısından önemsendi, dikkate alındı. Bu keşmekeş sırasında rejimin iktidarda olan kanadı seçilme hakkını karşı kanattan bile sakındı ve aday onaylama süreci keyfi hâl aldı. Bu yüzden çoğu seçimler gösteriden başka bir olay olmadı.

Dini diktatörlüğün ilk yıllarında seçim nümayişinde yer almak istemeyenler, daha sonra gerçekleşmeyecek olsa da iş, eğitim ve benzeri başka haklarını kaybetme tehditleri ile karşı karşıya kaldı. Bazen rejim içi değişim umudu sandığı halka çekici hale getirdi. Böylece rejim meşruiyetini ve halk desteğini tehdit ve hilelerle alırken her seçimden sonra halk seçimdeki büyük başarısından dolayı kutlandı. Bu yüzden İran'da seçimlere gidildiğinde özellikle toplumsal muhalefet arasında en çok tartışılan konu seçimleri boykot edip etmemek olur.

Bu iki seçimde de daha önceki seçimler gibi Anayasa Koruyucu Konseyi[1] (AKK) bolca adaylık başvurusu reddetti. Bu süreç o kadar keyfi yapıldı ki AKK'nin hukukçu üyesi ve sözcüsü başvuru sonuçlarının açıklanacağı gün sözcülük görevinden istifa etti. İstifa sebebini o zaman açıklamasa da seçimlerden sonra başvuru değerlendirme sürecinin düzgün işlemediğinden şikâyetçi olduğu öğrenildi. Özellikle dünya basınında genişçe yer alan ve seçimlerin galibi olarak yansıtılan reformistler, İran İslam Cumhuriyeti tarihinde bile eşi benzeri olmayan bir veto performansı sergileyen AKK'nin eleğinden geçemedi. AKK vetosuna takılmayan iki üç bilinen reformist aday ise 2009 yılındaki halk isyanını açıkça kınayan reformistlerdi. Kendilerini liberal demokrasinin en mükemmel biçimi olan dini demokrasinin bayraktarı olarak pazarlayan reformistler bu aday kıyımına iki üç ah vah etse de hemen hiç bir şey olmamış gibi davranıp ılımlı bir muhafazakâr olan Ruhani ve bir zamanlar kendisine küfür etmeyi onur saydıkları Rafsancani'nin arkasında toplandılar. Bu seçimler için hedefleri ise iki üç aşırı muhafazakârın Uzmanlar Meclisi'ne seçilmesini engellemek oldu. 

Reformist muhafazakârlar mı yoksa muhafazakâr reformistler mi?

Bu seçimlerle birlikte İran'ın siyasi ansiklopedisine yeni bir tanım eklenmeli; muhafazakâr reformistler. Reformistler devrimin ilk yıllarında ABD büyükelçiliğini bastılar. Sonra İran-Irak savaşı döneminde devletçi ekonomi politikalarıyla hükûmeti yönettiler ve 1988 yılına kadar toplumsal muhalefetin katliamında aktif rol aldılar. Sonra Rafsancani'nin cumhurbaşkanlığı döneminde iktidardan uzaklaştırılınca siyasal gelişim tezleri ürettiler. Muhammed Hatemi liderliğinde rejim çerçevesi dâhilinde reformlarla İran'ı medine-yi fazılaya[2] doğru taşımanın mümkün olduğu vaadiyle 1997 yılında iktidarı ele geçirdiler. Hatta bir sonraki genel seçimlerde parlamento çoğunluğunu da elde ettiler. Bu dönem boyunca Reform hareketinin yaptığı tek anlamlı iş Rafsancani döneminin sonuna doğru uygulanan sert neoliberal politikalara karşı ülke genelinde ortaya çıkan protestoları ve huzursuzlukları sakince yatıştırmaktı. Tabii ki görevlerini başarı ile yerine getirdiler. Siyasal gelişimin ekonomik gelişimi getireceğini vurgulayan reformistler sekiz yıl boyunca halkı müdaraya (her şeyi kabullenip ve ses çıkarmamaya) davet ettiler. Sekiz yıllık reform hükûmetinin sonunda gelinen nokta iktidarı ekonomik vaatler sunan Ahmedinejad önderliğindeki aşır muhafazakârların genç kanadına bırakmaktı. Doğrudan diktatörlüğü hedef alan ve rejimi ilk defa kuvvetli bir şekilde sarsan 2009 halk isyanından sonra da reformist hareket 'biz her şeyi sineye çekeriz, yeter ki rejime zeval gelmesin' kıvamına geldi.

Reformistler bu seçimlerde oyuna alınmayınca düne kadar rakip saydıkları hatta karşı oldukları kimi aşırı kimi orta yolcu muhafazakâr adayları reformist kılıfına sokup Tahran ve bir kaç büyük şehrin orta sınıfına sundular. Basında Hatemi'ye görüntü yasağı uygulandığı için kendisi mecburen özel bir video yayınlayarak seçimlere geniş katılım çağrısında bulundu. Reformistlerin bu seçimlerden beklentisi rejimin güvenini tekrar kazanmak, liderlikle aralarındaki açıyı kapatmak ve yavaş yavaş tekrar iktidardan pay sahibi olmak. Böyle reformiste can kurban demeyecek bir diktatörlük yoktur herhalde.

İslami rejimin geleceği olarak Uzmanlar Meclisi

Hamenei'nin yaşını düşünerek Reformistler Uzmanlar Meclisi seçimlerini çok önemsediler. Uzmanlar Meclisi'nin görev süresi 8 yıl ve asli görevi İran İslam Cumhuriyeti'nin liderini seçmek ve denetlemek. Sağlık durumu ara sıra yaygın söylentilere konu olan 76 yaşındaki lider Hamenei'nin Uzmanlar Meclisi'nin görev süresinin dolmasını görememesi çok muhtemel. Doğal olarak bu küçük olasılık hesabı Hamenei'nin gazabına uğramış reformistleri çok heyecanlandırıyor. Bu ihtimal ışığında hareket eden reformistlerin bu seçimler için yegâne hedefi bu mecliste etkin olabilecek kişileri saf dışı bırakmaktı. Sonuçlara göre ise reformistler hedef gösterdikleri üç isimden ikisinin bu meclise girmesini engelleyebildiler. Bu başarıya rağmen, hatta en başarılı oldukları Tahran listesine bakınca bile orada reformistlere umut vaat edecek pek bir isim görünmüyor.

Reformistlerin desteklediği listede 80'li yıllarda (sosyalistler dâhil olmakla beraber) bir çok muhalifin idam hükmünü veren ve ayrıca 90'lı yıllarda "aydın" ve siyasi şahsiyetlere yönelik gerçekleşen zincir suikastların sorumlusu olarak bilinen o dönemin İstihbarat Bakanı var. Reformistler kendileri bu cinayetlerin birçoğunun ortağı oldukları için onlardan başka bir tavır beklemek yanlış olur ama sundukları ve sattıkları rejim çerçevesi dâhilinde reformlar da bu kişilerle yapılmaz, yapılamaz. Bu iki kişi o meclis üyelerinin sadece ün yapmış katilleri; diğerleri de çok farklı değiller.

Şimdilik Hamenei sonrası için herhangi bir aday üzerinde geniş bir oy birliğinin bulunmadığı düşünülmekte. Eğer Uzmanlar Meclisi bu dönem bir lider seçme yetkisine sahip olursa bu meclisin genel dağılımından hâlâ aşırı bir muhafazakârın seçilme ihtimali yüksek görünüyor. Elbette liderlik şûrası daha olası bir seçenek olarak görünüyor. İşte bu hesapların peşinde koşan reformistler onları da iktidara ortak edecek adayların arkasında toplanıyorlar.

Kazanan diktatörlüğün ta kendisidir

Rejimin seçim öncesi propaganda makinesi başarılı şekilde çalıştı. Orta Doğu'nun bugün geldiği noktaya baktığımızda bir zamanlar sürekli ABD ve İsrail'in saldırı tehditleri altında yaşayan İran, bölgenin en istikrarlı, en dingin ülkesi durumunda. Batı ile arasındaki nükleer krizi de çözmüş, böylece halka parlak gelecek de vaat edebiliyor. Diğer taraftan Ruhani yanlısı olan ve reformistleri bir umut olarak gören burjuvazi, orta sınıf ve yurt dışında sürgünde olan siyasiler, IŞİD ve Suriyeleşme korkusu ile eski katilleri bugünün reformistleri olarak el üstünde tuttular. Aşırı veya ılımlı  muhafazakârların iki meclise de girmesi (sanki başka seçenek varmış gibi) rejime küskünleri memnun etmiş durumda. Rejim de bu küskünleri en az ödünle memnun ettiğinden büyük vecd içinde.

Genel seçimlerin sonuçları Batı'yı memnun etmiş gibi görünüyor. Yarım da olsa Ruhani'ye destek daha yeni gerçekleşmiş nükleer anlaşmasına bir destekti. En azından bir önceki dönem gibi bakanlar sürekli izahat vermek için parlamentoya çağrılmayacak. Süreç daha kolay işleyecek. Böylece nükleer anlaşması sonrası uygulanan ambargoların kalkması ile İran'a akın eden yabancı sermaye tüm büyük projelere göz dikmiş devrim muhafızları şirketleriyle nispeten de olsa yarışma olanağına sahip olur. Hükûmet de parlamento desteğini alarak ihale dağılımında dengeyi tutturmayı başarır belki. Diğer taraftan müzakere kapılarını ve irtibat yollarını Ahmedinejad gibi kapatmayan bir hükûmete parlamentodan gelecek ek destek Orta Doğu'da çaresizliğe boğulmuş Batı için sevindirici bir haber.  Batı, bildiğiniz memnun.

Bu seçimlerin kaybedeni ise halk oldu. İşsizlik almış başını gidiyor. Birçok şehirde seyyar satıcılık on binlerce insanın tek gelir kaynağı. Sokakta uyuyan insan sayısı sadece Tahran'ın bir bölgesinde 25 binden fazla ve büyük oranını kadınlar oluşturuyor. Bebek satışı yoksullar arasında en sıradan mevzulardan biri haline geldi. Seçimler bu derde çare olmayacak; zira devletin tatmin etmek istediği sınıf ve kesimler başka. Rejim tamamen kendisi ile organik bağ kurmuş burjuvaziyi ve geniş hoşnutsuzluğundan muzdarip olduğu kentli orta sınıfını tatmin etmekle meşgul. Diğer taraftan olası bir yoksul ayaklanması için de hazırlanıyor. Daha yeni yılın başlarında burjuvaziyi savunmayı geliştirme adına işçi eylemleri tehdidine karşı güvenlik güçleri tatbikat gerçekleştirdi. Emekçilere önderlik edecek herhangi bir kurumun varlığı söz konusu olmadığı için diktatör rejim için bölgesel olarak emekçileri ezmek de çok zor olmuyor. Yoksullara nasip olan, bir parkta veya bir sokakta kartonlar üzerinde yatmak veya uyuşturucu ile mücadele adı altında idam iplerine emanet edilmek. Böyle bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz İran'da sürgündeki veya ülkedeki toplumsal muhalefetin ve sosyal demokratların, umudu reformist görünümlü halk düşmanlarında görmesi, rejim ve burjuvazi ile aynı saflarda yer almaktan başka bir şey değildir. Bir devrimi kaybetmekle asırlık bir bunalıma girmiş İran solunun tek çaresi halkın çıkarları doğrultusunda bu çıkmazı aşmanın yollarını arayıp sahneye çıkmasıdır. Yoksa gittikçe sağa kayan reform hareketine bel bağlayanların eski kahramanlıklarını anlatıp onunla övünmenin dışında halka vereceği bir şey kalmayacaktır.



[1] On iki kişilik Anayasa Koruyucu Konseyi altı fıkıh alimi ve altı hukukçudan oluşmakta. Fıkıh alimleri İran İslam Cumhuriyeti'nin lideri (yani şu an Hamenei) tarafından seçilir ve hukukçu üyeleri İslami Şûra Meclisi (parlamento) tarafından Yargıtay'ın önerdiği adaylar arasından seçilir.

[2] Medine-yi fazıla Arapça'da ütopya demektir ama Farsça'da çok yaygın bir şekilde arzu edilen toplum yerine de kullanılır.