AKP’nin dış politikası neye hizmet ediyor?

Türkiye’nin stratejik ekseni emperyalizmin yörüngesinde durmaya devam ediyor. Ancak ne ABD emperyalizmi ne de AB emperyalizmi eski gücünde olmadığı için bu güçler içeride ekonomik krizle, dışarıda Arap devrimiyle ve direnişlerle boğuşmak zorunda olduğu için Türkiye gibi bölgesel güç olan ülkelere manevra yapacak geniş alanlar kalıyor. 

 

AKP hükümetinin dış politikası birbiriyle çelişkili görünen pek çok adımın bir arada atıldığı kaotik bir görünüm arz ediyor. Bir yandan İsrail’e karşı sert bir politika izlenirken İsrail’in bölgedeki en büyük düşmanlarından Suriye yönetimine karşı savaş tehditleri savruluyor. Suriye’nin en büyük dostu olan İran’la PKK ve PJAK’a karşı işbirliği yapılırken Malatya’ya dünya âlemin, İran’a karşı olduğunu bildiği füze kalkanının radarları konuşlandırılıyor. Yunanistan’a ekonomik kriz danışmanlığı yapmayı öneren Türkiye; Doğu Akdeniz’de aynı ülkenin, hamiliğini yaptığı Güney Kıbrıs’la çatışmanın eşiğine geliyor.

Bu tablonun altında yatan gerçeği görmek için esas olanla tali olanı, taktik olanla stratejik olanı birbirinden ayırmak gerekiyor. Bunun için şu soruların cevaplarını bulmak gerekir: Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD emperyalizminin hegemonyası karşısındaki tutumu nedir? Türkiye’nin Arap devriminin gelişmesi karşısındaki tutumu nedir? Türkiye’nin İsrail’in Siyonist bir devlet olarak varlığına ilişkin ve aynı sorunun bir parçası olarak Filistinlilerin geri dönüş hakkına karşı tutumu nedir? Türkiye’nin İran’ın başta ABD emperyalizmi olmak üzere Batıyla çelişkisindeki konumu nedir? Türkiye’nin AB emperyalizmi karşısındaki konumu nedir?

Bu soruların cevapları Türkiye’nin dış politikadaki stratejik yönelişinin ana hatlarını verecektir. Hızla cevapları sıralayacak olursak:

1. Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD emperyalizminin hegemonyası karşısındaki tutumu nedir?

Türkiye ABD’nin bölgedeki hegemonyasına karşı değildir ancak bu hegemonya içinde ABD’nin müttefiki sıfatıyla yağmadan daha fazla pay kapmak ve başta Kuzey Irak ve Suriye olmak üzere kendi arka bahçesi olarak gördüğü coğrafyada daha fazla hareket serbestîsi istemektedir. Bu doğrultuda Erdoğan, Obama görüşmesinin hemen ardından Türkiye ve ABD’nin Afganistan ve Irak’ta müşterek hareket ettiğini özel olarak vurgulamıştır. Aynı çerçevede ABD’den Suriye’ye sertlik dozu yüksek açıklamalarda bulunmuş, ilişkilerin kesildiğini dünya kamuoyuna duyurmuştur.

2. Türkiye’nin Arap devriminin gelişmesi karşısındaki tutumu nedir?

Türkiye, Arap devriminin gelişimiyle bu coğrafyada yaşanan değişimde rol kapma telaşı içindedir. İsrail karşıtı söylemlerle Arap kitlelerinin sempatisini kazanmaya çalışırken diğer yandan emperyalizmin güvenini sarsmadan ilerlemeye gayret göstermektedir. Bu doğrultuda Erdoğan, ABD’ye Tunus, Libya ve Mısır konularında da müşterek hareket ettiklerini açıklamıştır. Libya’da yaptığı “laiklik” vurgusu Batı emperyalizmine güvence vermeye yöneliktir. Böylece Türkiye bölgedeki paylaşım mücadelesinde Batı’dan gelebilecek engellemeleri asgariye indirmek istemektedir. Arap devrimi Batı emperyalizmi ile İsrail Siyonizmi’nin iki müttefiki Bin Ali (Tunus) ve Mübarek (Mısır) rejimlerini devirmiştir. Erdoğan bölgeye gitmeden önce Mısır’lılar İsrail konsolosluğunu basmıştı. Nihayet Erdoğan’ın bölgede kazandığı esas sempati, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin programatik görüşlerinden değil İsrail’e karşı tutumundan ileri geliyordu. Erdoğan, bu sempatiyi devam ettirmek için İsrail’e karşı yüzeysel anlamda sert politikasını sürdürüyor, ancak bu kazandığı sempatiyi Arap devrimine karşı kullanıyor ve devrimin emperyalizmin yörüngesine girmesi ve sönümlenmesi için emperyalizme hizmetlerini sunuyor. Erdoğan ve AKP taktik olarak Arap devrimine sempati gösterse de stratejik olarak karşı-devrimci bir rol oynuyor.

3. Türkiye’nin İsrail’in Siyonist bir devlet olarak varlığına ilişkin ve aynı sorunun bir parçası olarak Filistinlilerin geri dönüş hakkına karşı tutumu nedir?

Erdoğan’ın İsrail politikası sebeplerle değil sonuçlarla ilgilenmektedir. Mavi Marmara olayı Siyonist bir vahşettir. Gazze ablukası Siyonist bir mezalimdir. Ancak Erdoğan sadece vahşete ve zulme tepki göstermektedir. İsrail’den talebi özür, tazminat ve ablukanın kaldırılmasıdır. Erdoğan tüm bunları yaparken asırlık vahşetin ve zulmün nedeni olan Siyonizm’in meşruluğunu kabul etmektedir. Eleştiri ve suçlamalarını yaparken Siyonizmin adını bile ağzına almamaktadır. Zira Erdoğan, emperyalizmle kurduğu ittifakta bugüne kadar ayrıcalıklı bir konumu olan İsrail’in bu pozisyonuna göz dikmiştir. Bugüne kadar bölgede gericiliğin merkezi olan ABD-İsrail-Türkiye ittifakını ABD-Türkiye-İsrail ittifakına dönüştürmek istemektedir. Bu yüzden Türkiye, tarihi Filistin topraklarına geri dönüş hakkını reddederek Filistin davasını değil esas olarak işbirlikçi lider Mahmut Abbas’ı desteklemektedir.

4. Türkiye’nin İran’ın başta ABD emperyalizmi olmak üzere Batıyla çelişkisindeki konumu nedir?

Türkiye’nin İran karşısındaki konumu füze kalkanını kendi ülkesine konuşlandırmasıyla birlikte büyük oranda netleşmiştir. Türkiye, İran ve Batı emperyalizmi arasındaki çelişkide emperyalizmden yana tavır almıştır. İran bu durumu görerek PJAK ve PKK karşısında işbirliği ile karşı cephede bir delik açmak ve Türkiye’yi yanına kazanmak istemektedir. Ancak görülen odur ki Türkiye, İran’ı kendi kozuyla vurmaya çalışıyor. Türkiye’nin emperyalizmle ittifakı güçlenirken İran’ın bölgede İsrail’e karşı tutumuyla edindiği güce de rakip oluyor. İran’ın Suriye ve füze kalkanı konularında Türkiye’yi sıkıştırmasını politik olarak güçleştiriyor.

5. Türkiye’nin AB emperyalizmi karşısındaki konumu nedir?

Türkiye Doğu Akdeniz’de, Ocak 2012’den itibaren Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığını yapacak ülke olan Kıbrıs Cumhuriyeti ile sıcak çatışmanın eşiğine gelmiş durumda. Bu eşiğin aşılması, sıcak çatışmanın yaşanması son derece güç gözüküyor. Zira ne AB ne de Türkiye bu noktaya kadar gelmek niyetinde değil. Çünkü ne Türkiye AB üyeliğinden stratejik olarak vazgeçti ne de AB sırtındaki kambur haline gelmiş olan Yunanistan ve onun hamiliğini yaptığı Kıbrıs için Türkiye ile köprüleri atmak istiyor.

Sonuç olarak Türkiye’nin stratejik ekseni emperyalizmin yörüngesinde durmaya devam ediyor. Ancak ne ABD emperyalizmi ne de AB emperyalizmi eski gücünde olmadığı için bu güçler içeride ekonomik krizle, dışarıda Arap devrimiyle ve direnişlerle boğuşmak zorunda olduğu için Türkiye gibi bölgesel güç olan ülkelere manevra yapacak geniş alanlar kalıyor. Bu manevralar işin içine geniş kitleler girdiğinde önceden tahmin edilmeyen sonuçlar yaratabilir. Kontrollü İsrail düşmanlığı, inisiyatif kitlelere geçerse gerçek bir anti-Siyonist direnişe dönüşebilir. AKP ve TSK’nın birlikte desteklediği 1 Mart tezkeresinin, halktaki yoğun tepkinin meclise yansıması sonucunda kıl payıyla reddedilmesi gibi yarın da Devlet İran’a karşı kalkan kurarken, halk İran’a kalkan olmayı seçebilir. Tüm bu olasılıklar emperyalizmin bugün beraber yürüdüğü AKP gibi müttefiklerine yarın sırt çevirmesine neden olabilir.

Kapitalizmin krizi bölgeyi ve dünyayı bir kez daha barbarlığın eşiğine getiriyor. Bu barbarlığın ceremesini çekecek olan yoksul kitleler, aynı zamanda bu rüzgârı tersine çevirecek gücü de elinde bulunduruyor. Sosyalistler bu karmaşık tablo içinde işte bu yalın sonucu çıkarmalı, anti-emperyalist ve enternasyonalist bir sınıf politikasını kitlelere ulaştırmalıdır.