Akdeniz devrimci havzasına hoş geldin Bosna Hersek!

4-10 Şubat arası Bosna-Hersek işçi sınıfının başlattığı bir ayaklanma ile sarsıldı. Bunu, emekçi halkın örgütlenmeye giriştiği bir evre izledi: Plenumlar. Saraybosna’da, Tuzla’da, Mostar’da büyük kitleler, binlerce insan bizim isyanımızın “forum”ları gibi ortamlarda bir araya geliyor, var olan siyasi sisteme bir alternatif arıyor, talepler geliştiriyor. Bu bakımlardan bizim “forum”lardan daha ileri bir biçimi temsil eder görünüyor. Toplumsal bileşim olarak da daha belirgin bir emekçi karakter sergiliyor.  Bosna-Hersek’te sınıf mücadelesi önemli bir gelecek vaat ediyor. Aşağıda Levent Dölek yoldaşımızın ayaklanmanın hemen ardından yazdığı bir yazıyı sunuyoruz.

Saraybosna’da Cumhurbaşkanlığı binası alev alev yanıyor. Tuzla’da özelleştirmelere karşı kamu kesimi işçilerinin başlattığı eylemler, ülkenin Müslüman çoğunluklu Bosna Hersek Federasyonu’nun (ülkeyi oluşturan diğer federe yapının adı Bosna Sırp Cumhuriyeti) Mostar, Bihaç ve Zenitsa gibi şehirleri dahil dört bir yanına yayılmış durumda.

Bosna Hersek halkının isyanının sebebi özelleştirme, yoksulluk ve yüzde 40’a (gençlerde yüzde 60’a) varan işsizlik. Ülkenin etnik temelde bölünmüş olması savaştan bu yana sürekli bir gerginlik kaynağı iken ülkenin bölünmüşlüğü etnik boyutla sınırlı değil. Yugoslavya’yı parçalayan NATO eliyle dikte edilen sisteme göre, zaten küçük olan ülke 10 kantona ayrılmış durumda. Bosna yerel olan güzeldir efsanesine iman eden Türk ve Kürt solcuları için büyük dersler içeriyor. Eski bir işçi devleti olan Yugoslavya’nın bir parçası olan Bosna Hersek’te, yerelleşme ve kantonlaşma, esas olarak özelleştirmenin bir aracı oldu. Kendi yağında kavrulmaya çalışan kantonların yönetimleri elde ne varsa özelleştirmeye girişti. Sonuç; tam bir sefalet, yoksulluk ve işsizlik.

Bosna Hersek bir Akdeniz ülkesi. Denize, Hırvatistan topraklarının arasına giren küçük bir liman kasabasıyla bağlı. Ama Bosna Hersek, Arap devrimiyle başlayıp tüm bölgeyi saran devrimci dalgayla çok daha kuvvetli bağlara sahip. Bu devrimci dalgaya en son Türkiye, Gezi ile başlayan halk isyanı ile katılmıştı. Bosna Hersek halkı, işsizlik oranlarını İspanya’dan,  hükümet binası yakmayı Mısır’dan, polise havai fişek atmayı Türkiye’den (aslında bu işin mucitlerinin Kürtler olduğunu teslim emek gerek) almış yürüyor. Halkın talepleri; özelleştirmelerin durdurulması, siyasetçilerin sahip olduğu -bizdeki kıyak emekliliğe benzer- ayrıcalıkların kaldırılması, ücretlerin arttırılması, yerel ve federal hükümetlerin derhal istifası. Ayrıca isyancılar, polis şiddetinin sorumlularının cezalandırılması, gözaltıların serbest bırakılması ve eylemlerden sonra herhangi bir cadı avına girişilmemesini de şart koşuyorlar.

Şimdiden, Tuzla ve Zenitsa Kantonu başbakanları istifa ettiler. Türkiye’de yöneticiler, ne olursa olsun koltuklarına sıkı sıkıya yapıştıkları için çok eleştiriliyor. Ancak Bosna Hersek’te başbakanların istifa etmesi daha ahlaklı oldukları için olmadı. Bosna Hersek isyanında işçi sınıfının merkezi bir rol oynaması, istifalardaki esas faktör. İşçi sınıfının katılımı, harekete sadece güçlü bir omurga değil sonuç alıcı bir kuvvet de sağlıyor.

Bosna Hersek’te halk isyanı, tıpkı bölgedeki öteki kardeşleri gibi, berrak bir programa sahip olan devrimci bir önderlikten yoksun görünüyor. Mesela, isyan eden halkta Avrupa Birliği’ne belirli bir sempati gözlemlenebiliyor. En azından ekonomik talepler için Avrupa Birliği standartlarının çıta olarak kabul edilmesi bir gösterge. Ancak Bosna Hersek isyanı, Avrupa emperyalizminin doğrudan müdahil olduğu faşist, ırkçı ve sağcı örgütlerin hegemonyasındaki gerici Ukrayna hareketine hiçbir şekilde benzemiyor. AB, Ukrayna’da doğrudan harekete müdahale ederken aynı Avrupa Birliği, Bosna Hersek yüksek temsilcisi Valentin İnzsko aracılığıyla, gerginliğin yükselmesi halinde ülkeye asker gönderilebileceği teklifini yaptı. Avusturya da ülkedeki asker sayısını arttıracağını duyurdu. Biz emperyalizm dedikçe Avrupa’yı bir uygarlık projesi olarak gören solcularımız ne der bu işe acaba?

Ayrıca Ukrayna’dan farklı olarak, işçi sınıfının katılımı ve açık neoliberalizm karşıtlığı Bosna Hersek hareketine damgasını vuruyor. Bununla birlikte, Türkiye’deki İslamcı propagandanın aksine Bosna Hersek eski Yugoslav cumhuriyetleri arasında Tito’nun hâlâ en çok sevildiği ülke. Üstelik Tito Hırvat olduğu halde böyle. Boşnakların, Güney Slavlarının tarihinde ilk defa Tito ile birlikte yasal bir statüye kavuşması önemli bir etken. Bugün isyana neden olan olumsuzlukların hemen hemen hepsi Yugoslavya’nın yıkılmasının ardından kamu mülkiyetinin yağmalanması sonucunda ortaya çıkmış durumda. Yugoslavya, öz yönetim adı altındaki piyasa sosyalizmi uygulamaları dolayısıyla işçi devletleri içinde en yüksek işsizlik oranına sahip ülkeydi Ancak hiçbir zaman yüzde 40 düzeyinde bir işsizlik, hele ki gençlerde yüzde 60 seviyesine ulaşan bir işsizlik oranı görmemişti. Tüm bu faktörler Bosna Hersek’te sosyalist bir seçeneğin güçlenmesi için artı hanesine yazılabilir.

Yıllardır Bosna Hersek’te Yugoslavya sonrası kapitalist restorasyonun baş destekçisi olan Türkiye’nin İslami yayılmacılığını da zor günler bekliyor. Boşuna değil, AKP’liler Bosna Hersek’teki isyanı bile kendilerine karşı komplonun bir parçası olarak görüyor. Komik bir hikâye var. Daha Ocak ayında, Akit yazarlarından biri Bosna Hersek Diyanet İşleri Başkanlığı’na açık mektup yazarak Tayyip Erdoğan için dua etmelerini, Cuma hutbelerinde AKP’yi desteklemelerini istemiş. Bir ay sonra vaziyet ortada. Bir türlü anlamıyorlar. Ne Fethullah’ın bedduası ne AKP’lilerin dua ısmarlaması. Akdeniz’de olan biteni anlatan güzel bir atasözü var: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!