Af Örgütü de İsrail’i bir Apartheid devleti olarak ilan etti! Vakit Siyonist İsrail’i sıkıştırma zamanıdır, ilişkileri ilerletme değil!

Af Örgütü de İsrail’i bir Apartheid devleti olarak ilan etti! Vakit Siyonist İsrail’i sıkıştırma zamanıdır, ilişkileri ilerletme değil!

Uluslararası Af Örgütü, geçtiğimiz günlerde İsrail’in Filistinlilere Yönelik Apartheidi başlıklı 280 sayfalık detaylı bir rapor (https://www.amnesty.org/en/documents/mde15/5141/2022/en/) yayınlayarak İsrail’in bir zamanların Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ırk ayrımcılığına dayanan bir Apartheid devleti olduğunu ortaya koydu. Rapor, Filistinli El Hak ve Mîzân, New York merkezli Human Rights Watch (HRW, İnsan Hakları İzleme Örgütü) ve 48 topraklarında (İsrail) faaliyet yürüten B’tselem gibi örgütlerin önceki raporlarının (https://www.btselem.org/publications/fulltext/202101_this_is_apartheid ve https://www.hrw.org/report/2021/04/27/threshold-crossed/israeli-authorities-and-crimes-apartheid-and-persecution) üzerinde yükseliyor ve bunları doğruluyor. Ancak bu tür daha ufak örgütlerden farklı olarak Uluslararası Af Örgütü’nün dünya çapında milyonlarca üye ve destekçisi var. Dolayısıyla Af Örgütü’nün raporu kuşkusuz (HRW bir tarafa bırakılırsa) çalışma alanı Filistin ile sınırlı olan diğer örgütlerinkinden çok daha fazla ses getirecek ve muhtemelen daha büyük etkiler doğuracak.

Af Örgütü’nün Apartheid raporu, öncelikle uluslararası hukukta apartheid suçunun ayrıntılı bir tanımını yapıyor, ardından da derinlemesine bir analiz yaparak İsrail’in Filistin halkı üzerinde tam bir kontrol mekanizması inşa etmekte Filistinlileri ayrı gruplara ayırmayı (segregasyon) ve bu kontrol için tasarlanmış kanun ve uygulamaları nasıl kullandığını, Filistinlilerin arazilerine ve mülklerine nasıl el koyduğunu, zorla yer değiştirme, idarî tutukluluk ve insan öldürme eylemlerini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Rapora göre, İsrail’in bütün sivil ve devlet kurumları Filistinlilere yönelen bu ayrımcı politikalara bir şekilde katılıyor ve Apartheid uygulamaları sadece bizim 48 toprakları olarak adlandırdığımız ve bugün İsrail olarak anılan topraklarda yaşayan Filistinlileri değil, Batı Şeria’da, Gazze’de ve Filistin dışında yaşayan Filistinlileri de kapsıyor.

Rapor çok doğru bir biçimde, Apartheid uygulamalarının sıklıkla sanıldığı gibi sağcı, "ultra-Siyonist" parti ve hükümetlere, örneğin Netanyahu dönemine has olmadığı, Apartheid’in köklerinin 1948’de İsrail’in kurulmasına dek uzandığını ortaya koyuyor ve Apartheid’in sadece Batı Şeria veya Gazze’ye yönelik ayrımcı uygulamalar demek olmadığını, İsrail’i bir Yahudi devleti olarak kurgulamanın parçası olan tüm uygulamaların da, İsrail’in Filistinli mültecilerin yurtlarına dönüşünü reddetmesinin de tanım gereği etnik arındırmayı içerdiğini ve dolayısıyla Apartheid’in bir parçası olduğunu açıklıyor. Bu anlamda Af Örgütü’nün raporu, İsrail’in zamanla "kuruluş ideallerinden saptığı" yönündeki liberal tezlerden önemli bir kopuşu da içermekte.

Af Örgütü’nün raporunun elbette pek çok eksiği olduğu söylenebilir. İsrail’in yerleşimci sömürgeci doğası ve Filistin’de işgalci olması örneğin, örgütün raporunda önemli bir eksik. Zira İsrail, Filistinlilerin topraklarından sistematik olarak çıkarılmasına ve yerlerine Yahudi yerleşimcilerin yerleştirilmesine dayanan bir politikayı izliyor. Benzer şekilde, Siyonizm de raporun merkeze almadığı noktalardan; oysa İsrail’in kendisi, Yahudi halkı içerisinde alıcı bulan bu ideolojinin bir sonucu olarak hayat bulmuştur. Ancak bu eksiklerin varlığı, raporu eksik kılsa da daha az önemli kılmıyor. Çünkü rapor hem İsrail’in Filistinlilere yönelik Apartheid uygulamalarının daha fazla kişi tarafından anlaşılmasına yardımcı olacak hem de Filistin halkının Siyonist İsrail’e karşı verdiği mücadeleye önemli bir girdi sağlayacak. Ayrıca Af Örgütü, uluslararası hukukun yetersiz çerçevesi içerisinde de olsa, birtakım çağrılarda da bulunuyor. Örneğin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 48 topraklarında (İsrail’de) yargılama yetkisinin olmamasına karşın, örgüt, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne meseleyi yine de bu mahkemeye olduğu gibi götürmesi veya kendisinin uluslararası bir mahkeme kurması, bir yandan da İsrail yöneticilerinin varlıklarının dondurulması ve İsrail’e yönelik bir silah ambargosu gibi önlemlere de başvurulması çağrısında bulunmakta.

Bilindiği üzere, Siyonist İsrail’in etnik arındırma, işgal ve yerleşime dayanan uygulamalarına karşı Filistin halkının çağrısıyla oluşturulan ve tüm dünyada faaliyet gösteren BDS (Boykot, Yatırımların Geri çektirilmesi ve Yaptırımlar) hareketi uzun bir zamandır uluslararası alanda Siyonizme karşı, Filistin direniş örgütlerinin mücadelesinin de ötesinde önemli bir mücadele yürütüyordu. Af Örgütü’nün ve diğer insan hakları örgütlerinin raporları, bu mücadeleyi kuşkusuz güçlendirecektir. Dolayısıyla, şimdi zaman İsrail’i uluslararası alanda köşeye sıkıştırma zamanıdır. Bu iki açıdan önemlidir. İlk olarak, emperyalizmin bölgedeki uzantısı olan İsrail’in zayıflaması, Yahudiler de dâhil olmak üzere tüm bölge halklarının çıkarınadır ve Siyonistler, emperyalizmin desteği olmaksızın, sadece silah gücüne dayanarak Apartheid rejimlerini sürdüremezler. Af Örgütü’nün raporu ABD’de ve Avrupa’da daha önce Siyonizmin niteliğine vakıf olamamış pek çok insanın dikkatini çekecek ve bu ülkelerin İsrail’e verdikleri koşulsuz desteğin sürdürülmesinin siyasî maliyeti artacaktır. ABD’de İsrail’e karşılıksız olarak verilen milyarlarca dolarlık askerî yardımlar örneğin, halkın giderek daha da gözüne batmaktadır. ABD’deki Yahudiler arasında İsrail’in bir Apartheid devleti olduğunu düşünenlerin oranı son yılda %25’e yükselmiştir. İkincisi, Siyonistler yedikleri bu tokatın karşılığını vermek üzere muazzam bir karşı atağa geçmiş durumdadır. Bunu yaparken, İsrail’e yönelik her türlü eleştiriyi anti-semitizm sayan bir anti-semitizm tanımına yaslanmakta, yer yer başarılı olmaktadırlar. Oysa Filistin halkının uğradığı zulüm bu kadar açık bir şekilde ortaya konmuşken, bu karşı atağa izin verilmemelidir. Örneğin Af Örgütü’nün Almanya şubesi, ülkede Siyonizmin büyük etkisini gösteren bir biçimde raporun içeriğine katılmadığını açıklamıştır. Af Örgütü başta olmak üzere bu kurumları Siyonizmin saldırısı karşısında yalnız bırakmanın siyasî sonuçları ağır olacaktır.

Ancak en önemlisi, dünyanın dört bir yanında emperyalizm ve Siyonizm’in faaliyetlerinden hiçbir çıkarı olmayan, bilakis bunların ayrılmaz bir parçası olduğu dünya kapitalist sistemince sömürülen milyarlarca işçi ve emekçinin desteğini Filistin halkının mücadelesine katabilmek şu an çok gereklidir. Bunun için işçi sınıfı örgütlerini harekete geçirmek, İsrail ve İsrail’e destek olan hükümetler üzerindeki basıncı arttırmak elzemdir.

Türkiye ise, bu konuda çok önemli bir noktada bulunuyor. Uluslararası Af Örgütü’nün raporu, Erdoğan ve İstibdad rejiminin İsrail ile ilişkilerini sıkılaştırmaya yöneldiği bir zamana denk geldi. Bu sayede, Filistin halkının "hâmisi" görüntüsü altında Siyonizmle işbirliğinden beis etmeyen İstibdad’ın yaldızı bir kez daha kazınmış oldu. Dün, Siyonizm ile böyle bir yakınlaşma Filistin halkının aleyhineydi. Ancak bugün, İsrail’i köşeye sıkıştırabilecek çok önemli bir rapor dünyada gündeme oturmuşken İsrail ile yakınlaşmak, Herzog denilen Siyonistbaşını Türkiye’de ağırlamak, Filistin halkına açık bir ihanet ve Siyonistlere böyle bir zamanda en çok ihtiyaç duydukları meşruiyeti sağlamalarında aracı olmak demektir. Emekçi halkımızın böyle bir ihanetten en ufak bir çıkarı yoktur.

Erdoğan ve İstibdad rejimi önümüzdeki günlerde safını seçecek. Biz, ait oldukları yerde, Siyonistlerin yanında yer alacaklarına eminiz. Bizim safımız ise her daim Filistin halkının yanı olacaktır.