ABD’nin terörü, İran’ın meşru müdafaası ve Ortadoğu devrimi için dersler

ABD’nin terörü, İran’ın meşru müdafaası ve Ortadoğu devrimi için dersler

İran 8 Ocak’ın ilk saatlerinde, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Irak Haşdi Şabi Başkan Yadımcısı Ebu Mehdi Mühendis’in Bağdat’ta katledilmesine misilleme olarak Irak’ta bulunan iki ABD üssünü (Anbar ve Erbil) füzelerle vurdu. İran’ın bu askeri eylemi Amerikan terör saldırısına ve Trump’ın bu saldırıyı takip eden İran’ın kültürel mirasını tahrip etmek dahil barbarca tehditlerine karşı bir meşru müdafaa niteliğindedir.

İşçi sınıfının politikası Süleymani’nin kişiliğinden bağımsız olarak emperyalizme karşı çıkmayı gerektirir

Süleymani olayı, “al birini vur ötekine” yaklaşımını, daha da kötüsü “bir cani öldürüldü, alkışlayalım” sefaletini yeniden canlandırdı. ABD terörizmine ve emperyalizmine karşı gür sesle “hayır” diyenler, tabii Devrimci İşçi Partisi de, katilleri kahraman yerine koymakla, Marksizm adına canileri desteklemekle ve daha nelerle suçlanıyor. Bunlar, bunca deneyimden sonra ezilenlerin saflarında emperyalizme karşı teslimiyetin en büyük suç olduğunu anlayamadılar. Tek bir örnek olarak bugün Şiilerin durumuna bakın. Dün Iraklı Sünniler Felluce’de emperyalizme karşı ayaklandıktan sonra ABD’nin kışkırtmasıyla Sünnilerle iç savaşa giren, Saddam’ın düzmece bir mahkeme kararıyla asılmasını alkışlayan Şiiler, şimdi kendi büyük önderleri Kasım Süleymani yine aynı emperyalist güç tarafından katledildiğinde geri dönüp baktılar mı? Bugün Süleymani’nin öldürülmesini alkışlayan başka halklar da yarın aynı muameleye tâbi kaldıklarında uyanacaklardır. Ama çok geç olacaktır. İşçi sınıfının baş düşmanı, barbarların en barbarı, emperyalizmdir.

İran’dan itidalli misilleme

Her ne kadar İran tarafından füze saldırısında 80 Amerikan askerinin öldürüldüğü söylense de ABD Başkanı Trump yaptığı açıklamada herhangi bir ABD askerinin zarar görmediğini iddia etmiştir. Karşılıklı iddiaların doğruluğu haliyle tartışmalıdır. Ancak İran’ın dini lideri Hamaney’in, füze saldırısının İran için en zayıf karşılık verme senaryosu olduğunu ve İran’ın gerginlik ve savaş istemediğini söylemesi İran’ın askeri eyleminin yeni ABD misillemesini kışkırtmayacak dozda tutulmuş olduğuna dair bir izlenim doğurmaktadır.

Elbette, İran başka ülkelerdeki taraftarlarının da işin içine girebileceği, zamana yayılmış bir yanıt politikası planlamakta olabilir. Ama yanıtın bu düzeyde başlaması, eğer bu sadece bir açılış salvosu değilse, İran’ın meseleyi tırmandırmaktan kaçındığı izlenimini doğurmaktadır. Her durumda, bu yazıda çıkartılmakta olan bilanço geçici bir bilanço olarak okunmalıdır.

İran’ın nükleer anlaşmadan çekilmesi meşru müdafaa kapsamındadır

Öte yandan İran’ın tepkisi sadece füze saldırısından ibaret değildir. İran, füze saldırısından önce ülkenin nükleer faaliyetlerini yabancı denetime açan ve sınırlandıran Nükleer Anlaşmadan tamamen çekildiğini açıklamıştır. İran’ın bu hamlesi de meşru müdafaa niteliğinde görülmelidir. Zira İsrail’in nükleer güç olduğu Ortadoğu’da, emperyalizmin fiili saldırısı altında olan İran’ın nükleer silahlanma dahil nükleer enerji sahibi olma hakkı vardır. Daha önce ekonomik ve siyasi yaptırımlarla bu hakkını sınırlı şekilde kullanmaya zorlanan İran’ın -Trump yönetiminin bu anlaşmadan tek taraflı çekilmesine rağmen- son saldırıya kadar taahhütlerini yerine getirmeye devam ettiği unutulmamalıdır. 

ABD İran’ı vururken düşmanlarını yıldırmak, müttefiklerini de hizaya sokmak istiyor

ABD emperyalizmi ise bundan sonra nasıl bir tutum alacağına dair mesajlarını Trump’ın saldırıdan yaklaşık 17 saat sonra yaptığı basın açıklamasında vermiştir. Trump, İran’ın nükleer silahlanmasını mutlaka engelleyeceğini vurgulayarak ABD’nin saldırgan pozisyonunu teyit etmiştir. NATO’yu bölgede inisiyatif almaya çağırarak özellikle kendi himayesi altında olan güçleri hizaya geçirmek istediğini göstermiştir. Bu açıklama, ABD’nin “itidal çağrısı” yapan Türkiye’den daha net bir tutum almasını bekleyeceği ve bunu zorlayacağı şeklinde yorumlanabilir. Adı İran vatandaşı Rıza Zarrab’la özdeşleşen Halkbank davasının ekonomik yaptırım boyutu ile fiilen askıda tutulduğu ve bu davanın konusunun İran’a yönelik ambargonun delinmesi olduğu hatırlandığında ABD’nin Türkiye’ye baskısının ricadan daha fazla olacağı öngörülmelidir. ABD’nin bu çabasında en büyük dostunun Sünni mezhepçiliğinin arkasına gizlenmiş işbirlikçilik olacağı, AKP yandaşlarının Süleymani’nin öldürülmesine alkış tutmasından anlaşılmaktadır.

ABD Pasifik’te mevzilenmek için İran’ı pasifize etmek istiyor

Diğer yandan ABD’nin İran’a yönelik saldırısının Ortadoğu’da derhal bir savaş çıkartmayı amaçlamadığı açıktır. Tam tersine Trump ve ABD yönetimi, İran’ın siyasi ve askeri faaliyeti karşısında, Suriye’de elde ettiği mevzileri muhafaza etmek, İran’ı caydırmak üzere Suudi Arabistan’ın arkasında durmak, Irak’ı İran etkisine kaptırmamak gibi amaçlarla ve tabii ki İsrail’i korumak maksadıyla, bölgede gereğinden fazla asker bulundurduğunu ve mali harcama yaptığını düşünmektedir. Bu durum ABD emperyalizminin stratejik düşmanı olarak gördüğü Çin’e karşı pasifikte yapmak istediği yığınağı olumsuz yönde etkilemektedir. Bu yüzden ABD, İran’ı savunmaya itip kendi içine kapatmayı ve ekonomik yaptırımlarla dize getirmeyi hedefleyen bir terör harekâtına girişmiştir. Bu harekâtın başlıca hedefinin İran’ın bölgedeki aktif siyasetinin sembolü ve yürütücüsü olan Kasım Süleymani olması elbette ki tesadüf değildir.

ABD’nin Ortadoğu çapında savaş çıkartmadan amaçlarına ulaşmak istemesi olası bir bölgesel savaşa hazırlanmakta olduğu gerçeğini değiştirmez. Trump, yönetime geldiğinden beri izlediği Ortadoğu politikası ile Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerini İsrail’le birlikte İran’a karşı savaş pozisyonunda dizmiştir. ABD, İsrail’in Kudüs’ü başkenti olarak ilan etmesini ve Golan tepesini ilhak etmesini resmen tanımak, Batı Şeria’ya yönelik yasadışı yerleşimleri cesaretlendirmek yoluyla en önemli ileri karakolunu da savaş konumuna geçirmiş bulunmaktadır. Elbette ki ABD donanması da bölgedeki yığınağını bu sürecin bir parçası olarak tahkim etmiş bulunmaktadır. Yani ABD’nin tekil eylemi savaş çıkartma maksadı gütmese de bölgede Ortadoğu savaşı için “çıkarsa çıksın” diyenler şu anda ABD ve İsrail’dir!   

Her geri adım ABD’yi ve bekçi köpeklerini daha da saldırganlaştırır

ABD siyasi hedeflerine ulaşmak için şiddet yöntemini esas almaktadır. İran’ın misillemesini sınırlı tutması belki ABD’yi İran’ın nükleer kapasitesini ya da petrol rafinerilerini kısa vadede vurmaktan alıkoyacaktır. Ancak Filistin’de İsrail’in, Yemen’de Suudi Arabistan’ın ABD terörünü arkasına alarak saldırganlaşmasını beklemek gerekir. Bu durum bölgedeki Amerikan vekillerinin Filistin’de Hamas’a, Yemen’de Husilere yönelik yeni suikast veya katliamlara girişmesine de neden olabilir. İran’la ittifakını daha önce İsrail ve Suudi Arabistan’la işbirliği yapmak için bir engel olarak görmeyen Rusya, bu süreçte de ABD’nin karşısında yumuşak başlı ve itidalli bir tutum benimsemiştir. Çin ise yaşanan sürecin tamamen dışında kalmayı tercih etmiştir. Bu tutumlar İran’ı daha ileri adımlar atmaktan alıkoyduğu gibi İran’ın tecrit edilmesine neden olmakta ve düşman kampa da cesaret vermektedir.

Şimdilik ABD’nin terörü İran’daki Molla rejimi üzerinde etkili olmuş, Rusya ve Çin’e verilen gözdağı karşılığını bulmuş gözükmektedir. Bu durum şimdilik savaşın tırmanmasını engelleyen esas faktör olarak öne çıkmaktadır. Ancak ABD emperyalizminin askeri eylemlerle sonuç alma taktiğini sürdürmesi, İsrail ve Suudi Arabistan’ın fırsattan istifade aşırı eylemlere kalkışması bölgedeki savaş dinamiklerini hızla harekete geçirebilir. ABD emperyalizminin tırmandırdığı savaş tehlikesi geçmemiş artmıştır. Bunun en önemli sebebi ise Amerikan saldırganlığının askeri olarak dengelenememiş olmasıdır.

Türkiye’de iktidar sus pus!

Süleymani fiiliyatta sadece İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’ten değil, belki cumhurbaşkanı Ruhani’den bile daha önemli bir yöneticiydi. Bir komşu ülkenin iki ya da üç numaralı yöneticisi, başka bir komşu ülkeye diplomatik bir ziyaret için başkentin havalimanına indiğinde, velev ki dünyanın en güçlü devleti ABD’nin silahşorları olsun, teröristler tarafından vurulduğunda, Türkiye devletinin ve hükümetinin sadece Dışişleri Bakanlığı’nın yazılı “itidal” çağrısı ile yetinmesi utanılacak bir davranıştır. AKP hükümeti bir kez daha emperyalizm karşısında boynunu eğmiştir. ABD medyası Trump’a “Erdoğan Süleymani’ye ‘şehit’ demiş, ne diyorsunuz?” diye sorunca baş terörist “şaşırdım ama olsun, iç tüketim içindir” demiş. Müttefikini iyi tanıyor. Ama AKP hükümeti bu yanlış anlamaya bile izin vermedi. Sahibinin sesi TRT World televizyonu “üst düzey bir TC yetkilisine” yaslanarak Erdoğan’ın böyle bir söz sarf etmediğini açıkladı! Emperyalizm yanlılığı işte “yerli ve milli” politikayı böyle kuşatıyor, mezhepçilik işte “Müslüman kardeşliği”ni böyle param parça ediyor!

Kürt hareketi hâlâ ABD’ye bakıyor

Süleymani suikastı karşısında Kürt hareketinden ise en ufak bir protesto duyulmadı. KCK ve HDP’nin açıklamaları ABD’nin saldırganlığını kınamaksızın, ABD ve İran’ı aynı kefeye koyan, soyut biçimde bölgesel güç mücadelelerinden şikayet eden bir tutumda ortaklaştı.  ABD ile stratejik ittifak yönelişi “Barış Pınarı” harekâtı deneyiminde yükselen “ihanet” seslerine rağmen hem hareketin, hem de maalesef Kürt halkının bilincinde ağır bir yara açmış durumda. Kürt halkı Süleymani’yi Bağdat havalimanında vuran teknolojinin yarın Ortadoğu’da başkalarına karşı da kullanılabileceğini görmüyor mu? Burada mesele Süleymani’nin gaddar, gerici, katil vb. olup olmadığı değildir. Burada mesele ABD’nin her istediğini istediği gibi “cezalandırması”nın onaylanıp onaylanmadığı, Ortadoğu’yu kan ve ateşe sürüklemesine rıza gösterilip gösterilmediği, emperyalizm karşısında, yönetimi ne kadar gaddar ve gerici olursa olsun, ezilen bir ülkenin savunulup savunulmadığıdır.

Yine aynı tuzak! ABD halk hareketlerini yozlaştırmak ve yanına çekmek istiyor!

Trump’ın İran ile tamamen kendi dayattıkları koşullarda anlaşmaya hazır olduklarını belirten konuşmasında ülke içindeki halk isyanlarında öldürülen insanlardan bahsetmesi, ABD emperyalizminin İran içinde ekmek ve hürriyet için mücadele eden halkın meşru mücadelesini yozlaştırmak ve çarpıtmak için yoğun bir çaba içinde olacağına işaret etmektedir. Aynı çabanın Irak’ı devrimin eşiğine getiren halk hareketlerini İran’a karşı seferber etmek üzerine de sarf edileceğinden kuşku duyulamaz. Trump’ın atağı Irak ve Lübnan’da aylardır devam etmekte olan devrimci süreçlerin daha ileri doğru gelişmesini engellemek amacıyla girişilmiş bir bölme harekâtıdır aynı zamanda.

Ortadoğu’nun emekçi halkları İran hâkim sınıflarının tüm retorik söylemlerinin aksine petrol rantını kaybetmekten ölesiye korktuğunu ve bu korkunun emperyalizme karşı varsa bir direniş ekseni bu eksenin zayıf halkası olduğunu görmelidir. İran’daki rejimin tüm gerici karakterine rağmen İran’ı emperyalizme ve Siyonizme karşı savunmak vazifedir. Ancak İran’ın burjuva gerici rejimi ve onun müttefiklerinin yumruğu ekmek ve hürriyet isteyen halkın üstüne en sert şekilde inmekte ama aynı el emperyalizme karşı titremektedir. Burjuvazi bir kez daha ezilen halkların hürriyet mücadelesine ihanet etmektedir. Bu gerçekten hareketle gerici önderlikleri bahane ederek emperyalizme karşı mücadeleyi zayıflatmak, baskıcı rejimlere karşı “demokratik Batı” hayallerinin yayılmasına göz yummak ise bir başka ihanet olur.

Trump’ın atağına Irak ve İran’ın, her ikisi de ta 2018’den bu yana farklı biçimlerde kendi ülkelerinin gerici burjuva rejimlerine karşı mücadele etmekte olan emekçi ve yoksul halk kitlelerinin tepkisi farklı olmuştur. İran’da Trump’ın ve onun dışişleri bakanı Pompeo’nun kendilerine el uzatma konusundaki bütün çabalarına rağmen, daha iki ay önce sokakları dolduran, bankaları yakan, polisle çatışan milyonların tepkisi, ABD terörizmine karşı kenetlenmek olmuştur. Bunu kitlelerin rejimin yanına geçişi olarak görenler yanıldıklarını anlayacaklar. İran halkı, kendi işini kendi yapmak istiyor. Emperyalizme karşı ise tek bir cephede karşı duruyor.

Irak’ta ise devrim kampı sınavda maalesef yalpalamıştır. Irak’ta yaşanan devrimci sürecin simgesi olan Bağdat’ın Tahrir meydanında ABD’nin haydutluğuna karşı yeterli bir tavır geliştirilmemiştir. Devrim iktidara aday olmak demektir. İktidara geçen devrim kampı, bütün ulusun önüne düşecek, ele geçirdiği devlet iktidarını kullanırken uluslararası alanda da tavır almak zorunda kalacaktır. Emperyalizme karşı tavır almayan devrim ya yenilir, ya massedilir. Irak devrim kampı bu konuda tutumunu bir an önce belirlemelidir.

Emperyalizmi petrol rantı için değil ekmek ve hürriyet için savaşanlar yenecek

Yaşanan süreçten çıkarılması gereken sonuç Ortadoğu’da bitmez tükenmez bir potansiyele sahip anti-emperyalist ve anti-Siyonist enerjiyi örgütleyecek ve tüm bölgeyi saran hürriyet kıyamı ile buluşturan, emekçi halka yaslanan bağımsız ve devrimci bir önderlik inşa etmektir.