ABD ile ilişkileri araştırın!

28 Şubat askeri müdahalesi yargılanırken kamuoyunda iki görüş öne çıkmış durumda. Bunlardan ilki hükümetin görüşü. AKP hükümeti ve onu destekleyen çevreler, 28 Şubat soruşturmasını darbelerle hesaplaşma sürecinin bir parçası olarak görüyor ve meseleyi bu şekilde sunuyor. Bu doğrultuda 12 Eylül ve Kenan Evren’in yargılanmaya başlaması 28 Şubat soruşturması için de ciddi bir zemin oluşturmuş durumda. Karşısında, CHP’den yükselen ve bir yandan 28 Şubat’a ve askeri müdahalelere karşı olduklarını ifade eden, diğer yandan hükümetin tutumunu rövanşist-intikamcı olarak suçlayan bir tavır ön plana çıkıyor. Bu tavır AKP Milli Görüş-Erbakan geleneğinden kopup 28 Şubat’tan sonra yükselişe geçtiği için AKP’yi 28 Şubat’tan nemalanmakla da eleştiriyor. 28 Şubat’ın doğru ve haklı olduğunu savunanların sesi ise Türkiye’de değişen güç dengeleri dolayısıyla oldukça cılız çıkıyor.

 

Utangaç 28 Şubatçılık

28 Şubat’ı yaratan çelişkiler düşünüldüğünde, 28 Şubat’ın bastırdığı İslamcı sermayeye dayanan iktidarın bir hesap görmekte olduğu ortadadır. Elbette ki AKP ve Tayyip Erdoğan’ın yükselişinde 28 Şubat süreci etkili olmuş, Erbakan’ın düşüşü Erdoğan’ı bir lider olarak öne çıkarmıştır. Ancak burada 28 Şubat’ın amacı bir AKP iktidarı yaratmak değil, siyasal İslamı geriletmekti. Bu anlamda 28 Şubat’ın başarısızlığından bahsedilebilir. Bu siyasi başarısızlık 28 Şubat’ın mimarlarını bugün yargı önüne çıkarmaktadır. Bu açıdan bakıldığında AKP’yi rövanşist-intikamcı olarak suçlamak çekingen bir 28 Şubat savunuculuğundan başka bir şey değildir. Bu görüşün temel dayanağı 28 Şubat’ın bir darbe olmadığı, MGK’nın anayasal çerçeve içinde hareket ettiği ve MGK kararlarında Erbakan’ın da imzası olduğu… Oysa 28 Şubat’ta esas olarak ABD ve İsrail’le birlikte çalıştığı ortaya çıkan ve Batı Çalışma Grubu adıyla TSK bünyesinde oluşturulmuş olan yasadışı yapılanma soruşturuluyor. Bunu göz ardı etmek 28 Şubat’ı, askerlerin sert çıkışına indirgeyerek aklamaya çalışmaktır.

Herkes 28 Şubat’a karşıymış!

“Biz de 28 Şubat’a karşıydık” kervanına sağdan ve soldan katılanlar çok oldu. Bu kervanın en sol ucunda açıkça askeri müdahale tehdidi söz konusu iken “ne şeriat ne darbe” sloganını öne sürüp sonra meydanlarda “Refahyol istifa!” diye bağırarak 28 Şubat’la aynı çizgiyi izleyenler var. Yani biz darbelere karşıyız demokrasiden yanayız demek yetmiyor. 28 Şubat’a ABD ve Batıcı-laik burjuvazinin bir operasyonu olarak karşı çıkmak ve hem MGK kararlarına hem Refah Partisi’nin kapatılmasına hem de Türkiye’ye çizilen Batıcı-AB’ci rotaya karşı çıkmak gerekiyordu. Çünkü 28 Şubat esas olarak demokrasiye değil Erbakan yönetimindeki Türkiye’nin Libya ziyareti, İran’la ilişkiler ve Müslüman D-8 çalışmaları bağlamında yüzünü Batı’dan çevirmeye başlamasına karşı yapılmıştı.

Erdoğan-Gülen koalisyonunda 28 Şubat fayı

Sağ uçta aynı telaşa kapılanların başında ise Fethullah Gülen cemaati geliyor. 28 Şubat Batıcı-laik burjuvazinin, ABD ve İsrail’in desteği ve TSK’nın marifetiyle yükselmekte olan İslamcı sermayeyi iktidardan uzaklaştırmasıydı. Halk tabiriyle kapıdan kovulan İslamcı burjuvazi AKP ile birlikte bacadan girdi ve iktidar koltuğuna yeniden oturdu. İslamcı burjuvazinin yeni AKP hükümeti, Erbakan’dan farklı olarak Batı ile daha uzlaşmacı bir çizgideydi. Bunda 28 Şubat’ta Refahyol hükümetinin istifa etmesi gerektiğini savunarak ve TSK’nın anayasal görevini yaptığını, siyasi partilerden daha demokratik davrandığını iddia ederek askeri müdahaleyi açıkça desteklemiş olan Fethullah Gülen’in AKP’ye verdiği destek önemli bir rol oynuyordu. Yani AKP hükümeti, bir yanda 28 Şubat’ı destekleyen, DSP-MHP-ANAP iktidarı döneminde Ecevit’le kurduğu özel ittifak ilişkisi ile pek çok yerde önünü açarak yükselen Gülen Cemaati ile 28 Şubat’la karşı karşıya gelen ama Erbakan’ı da TSK karşısında yalnız bırakarak uzlaşma ve taktiklerle kendi önünü açan Tayyip Erdoğan’ın bir koalisyonuydu.

Gülen, ABD ve İsrail yanlısı olduğu için 28 Şubat’ı destekledi

Bu koalisyonun eski 28 Şubat destekçisi Gülen kanadı soruşturmayla birlikte zor durumda kalmıştır. Bu yüzden kendilerine bağlı yayın organlarında yoğun bir şekilde Fethullah Gülen’i dönemin mağdurları arasında gösteren yayınlar yapılmaktadır. TSK’nın Gülen hareketine karşı dostane bir tavır içinde olmadığı açıktır. Ne var ki Gülen TSK’nın 28 Şubat’çı komuta kademesine yakın olduğu için değil ABD ve İsrail yanlısı olduğu için 28 Şubat’ı desteklemişti.

Erdoğan’ın sağlık sorunlarıyla gün yüzüne çıkan ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla doruğa çıkan Erdoğan-Gülen çelişkisini gazetemizde işliyoruz. Gülen cemaati uzunca bir süredir Erdoğan’ı kişisel çıkarların peşinden gitmek ve Ergenekon davasında uzlaşmacı davranmakla eleştiriyordu. Bu açıdan bakıldığında Erdoğan’ın, 28 Şubat soruşturmasıyla bir yandan eski hesapları görürken diğer yandan da Gülen cemaatinin tabanı nezdinde Ergenekon ve darbecilerle uzlaşma eleştirisini savmaya çalıştığı ve cemaatin 28 Şubat sicilini gündeme getirerek onları savunmaya ittiği söylenebilir.

ABD ve İsrail bağlantısı üzerine gidilmelidir

28 Şubat soruşturmasının altında egemen sınıflar bağrındaki çelişki ve çatlakların belirleyici olduğu ortadadır. Ancak bu işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin süreç karşısında tarafsız kalmasını gerektirmez. Tam tersine bu soruşturmanın üzerine gidilmelidir. Özellikle de Batı Çalışma Grubu’nun ABD ve İsrail ile yaptığı gizli görüşmelerin, planların ve çalışmaların açıklanması son derece önemlidir. Soruşturma, 28 Şubat’ın ABD ve İsrail’le bağlantısı üzerinde derinleşmedikçe anlamlı bir sonuç vermekten uzak kalacaktır.