AB kapısında yarım yüzyıl!
Bedelsiz özgürleşme rüyaları bugün tuzla buz olmuş durumda. AB dünya ekonomik krizinde uluslararası sistemin “hasta adam”ı haline geldi. Bırakın, Türkiye burjuvazisi, Batıcı ve İslamcı kanatları arasında uygarlık savaşları veredursun. Biz proletaryanın temsilcileri yepyeni bir uygarlığa, kadim uygarlıkların hiçbirini yüceltmeden ve hiçbirini küçümsemeden, hepsinden sınıf tahakkümünün yapıştırdığı kirleri temizleyen ve halkları dost eden yeni sınıfsız ve enternasyonalist uygarlığımıza doğru yürüyelim! Kimsenin kimsenin kapısında kul olmadığı bir uygarlığa!
Türkiye ile AB arasında karşılıklı bir taahhüdü içeren ilk ana belge olan Ankara Antlaşması’nın (1963) imzalanmasından bu yana tam yarım yüzyıl geçti! Aslında Türkiye Avrupa Birliği’nin atası olan Ortak Pazar 1957 Roma Antlaşması ile kurulduktan hemen sonra, 1958 yılında Yunanistan’ın üyelik için başvurması ertesinde topluluğa ilk başvurusunu 1959’da yapmıştı. 1963 Ankara Antlaşması bir bakıma bu başvurunun ürünü idi. Antlaşma’nın hedefi Gümrük Birliği idi. Ama 1987’de Turgut Özal döneminde Türkiye AB’ye üyelik için başvurunca Türkiye’nin AB macerası nihai aşamasına girdi. Bugün ilk antlaşmadan 50 yıl, ilk üyelik başvurusundan 26 yıl, Türkiye’nin aday ülke olarak kabulünden 9 yıl sonra Türkiye hâlâ yeni müzakere fasılları açılsın diye uğraşırken, orta ve Doğu Avrupa’nın bütün eski sosyalist diye bilinen ülkeleri üye olarak alındı. Şimdi de “Doğu ile Ortaklık” adı altında uygulanan AB politikası temelinde üç Kafkas Cumhuriyeti, Ukrayna, Moldova ve Belarus ile yakınlaşma yaşıyor. (Rusya’nın müdahaleleri Ermenistan’ı bu projeden kopardı, Ukrayna’yı da kargaşaya attı. Rusya’nın sıkı müttefiki Belarus’un da burada olması hükümetine karşı bir tuzak. Ama niyet bu altılı üstüne.) Türkiye hâlâ kapıda! Ama Türkiye burjuvazisinin aşkı hiç tükenmiyor!
Sadece burjuvazinin olsa omuz silker geçeriz. Ama daha üzerinden on yıl bile geçmedi: Türkiye solunun bir bölümü AB’ye aday üyeliğin kabulünü “demokratik devrim” olarak ilan etti! DİSK’i KESK’i ile sendikalar tabanlarına AB’nin “sosyal diyalog”unu, yani işçi sınıfının uyutulma yöntemlerini anlatan seminerler düzenledi. Kürt hareketi AB’yi kurtuluş olarak gördü. Türkiye’ye AB’deki bütün özgürlükler gelecekti. O yetmiyordu, “sosyal Avrupa”nın işçi sınıfı kazanımları da gelecekti. O yetmiyordu, Kürt halkının hakları da teslim edilecekti. O yetmiyordu, serbest dolaşım sayesinde herkes çocuğunu istediği ülkeye yollayacaktı. Kısacası, Türkiye’nin ezilenleri için cennete doğru bir yürüyüşe başlamıştı.
Bedelsiz özgürleşme rüyaları bugün tuzla buz olmuş durumda. AB dünya ekonomik krizinde uluslararası sistemin “hasta adam”ı haline geldi. Avro’nun çöküşünden, AB’nin dağılmasından bir ihtimal olarak sadece devrimci Marksistler değil burjuvazinin sözcüleri söz eder oldu. İşçiler, Kürtler, bütün ezilenler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda olduklarını nihayet fark ettiler. Bırakın, Türkiye burjuvazisi, Batıcı ve İslamcı kanatları arasında uygarlık savaşları veredursun. Biz proletaryanın temsilcileri yepyeni bir uygarlığa, kadim uygarlıkların hiçbirini yüceltmeden ve hiçbirini küçümsemeden, hepsinden sınıf tahakkümünün yapıştırdığı kirleri temizleyen ve halkları dost eden yeni sınıfsız ve enternasyonalist uygarlığımıza doğru yürüyelim! Kimsenin kimsenin kapısında kul olmadığı bir uygarlığa!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2013 tarihli 50. sayısında yayınlanmıştır.