Kürt halkı içinde iki eğilim
Suruç (Pirsûs) katliamından sonra, Erdoğan ve yetkisiz AKP hükümeti tarafından Kürt halkına yönelik olarak tırmandırılan savaş, hem amaçları hem de yöntemleri bakımından tümüyle haksız ve kirli savaştır. Şiddeti arttıkça da Kürt halkı içinde var olan iki eğilimi keskin bir biçimde ortaya çıkarmıştır.
Parlamentarizm
Bunlardan ilki parlamenter siyaset olarak özetlenebilecek (dar anlamda parlamento ile sınırlı olmayan, belediye aygıtını da kapsayan) düzeyde mücadelenin adım adım verili düzene alternatif birtakım kurumlara doğru taşmasını temsil ediyor. “Demokratik özerklik” ya da “özyönetim” gibi farklı adlarla anılan bu yaklaşım, Kürt halkının iradesinin tanınması gibi çok haklı bir temelden hareket etmekle kalmıyor, aynı zamanda bunu doğrudan demokrasi organlarıyla somutlaştırma çabasını içeriyor. “Halk meclisleri” Kürtlerin sürekli dilinde.
Mesele şu ki, bu yaklaşım en yüzeysel anlamda parlamentarist politika ile iç içe geçiyor; biri nerede başlıyor, öteki nerede sona eriyor anlamak mümkün değil. Özyönetim, siyasi olarak aktif bir karşı ataktır. Ama bunu savunan aynı ağızlar, belki kendilerinin de fark etmediği bir geçiş içinde, yüzünü var olan düzen kurumlarına çeviriyor ve “barışa”, “çatışmasızlığa”, “çözüm süreci”ne geri dönmeyi savunuyor. Bir adım ileri, bir adım geri! Oysa karşı taraf, en başta cumhurbaşkanı, amacını elde etmeden kendi başlattığı taarruza son vermeyecektir. Muhtemelen daha da derinleştirecektir. O zaman parlamentarist sınırlar içinde kalan politikanın kime, hangi amaçlarla hitap ettiği, nasıl sonuç almayı düşündüğü anlaşılamıyor bile. Bu politikada “özyönetim” sadece bir “pazarlık kozu” haline geliyor. O zaman da nasıl kurulacağı, nasıl savunulacağı muğlak kalıyor.
Özsavunma
İşte bu, ufku parlamenter siyasetle sınırlı yaklaşım, Kürt halkının hemen hemen bütün katmanlarında var olan öfkeyi kendi içinde dizginleyemediği içindir ki, bir ikinci eğilim çıkıyor ortaya: özsavunma. Silvan (Farqîn), Yüksekova (Gever), Silopi (Girgê Amo), Varto (Gimgim), Cizre (Cizîr) gibi yerleşim birimlerinde özellikle genç nüfusun polisin mahallelere girmesini, büyük bir felaketin doğmasına yol açacak bir şey olarak düşünmesini anlamak çok zor değil. Yetişkinler genellikle gençleri kontrol altına almakta büyük zorluk çekiyor Kürt coğrafyasında.
Bugün bu ikinci eğilim gençlik ile sınırlı görünüyor, doğrudur. Ama koşullar değişince bu potansiyelin nerede ve nasıl pratik olarak ortaya çıkacağını düşünmek gerekir. Özsavunma eğilimi var ve bugün yaygın değil, ama yarın ne olacağı bilinemez.
2013 Newroz’unda ortaya çıkan, 6-12 Ekim Kobani (Kobanê) serhildanı sırasında ve sonrasında Cizre’de (Cizîr) büyüyen, Yüksekova, Silopi, Varto ve Silvan’da güçlenen özsavunma iradesi ile özyönetim konusundaki girişimler net olarak göstermiştir ki; Kürt halkı yaşlısıyla genciyle hep bir aradadır ve dimdik ayaktadır! Devletin baskıları yeni bir serhildanı tetikleyebilir. Böyle bir şey olduğunda Kürt halkını en iyi anlaması gereken; Gezi’de isyan ettiğinde, metalde greve çıktığında aynı devletten baskı gören ve aynı medya tarafından görmezden gelinenler olmalıdır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.