Kemal Pir’in sözlerini, tam da şimdi hatırlamak!

Aşağıdaki yazı, Kürt özgürleşmesi mücadelesinin tarihi önderlerinden Kemal Pir’in ölüm yıldönümü olan 7 Eylül’de yayınlanmak üzere hazırlandığı halde 6 Eylül'de yaşanan Torunlar katliamı partimizin gündeminin merkezine yerleştiği için yazıyı yayınlamakta gecikmiş bulunuyoruz.

 

Bugün 7 Eylül 2014. Bundan tam 32 yıl önce, 1982’de sadece Kürdistan’ın ve Türkiye’nin değil, dünya tarihinin en enternasyonalist Marksist militanlarından Kemal Pir,  Amed (Diyarbakır) zindanında ölüm orucunda hayatını kaybetti.

Kemal Pir Gümüşhaneli Sünni bir Türk olarak, üstelik kendi ulusunun devletinin ezdiği başka bir ulusun kurtuluş mücadelesini (o zaman) sosyalist temellerde hedefleyen bir örgütün kurucusu olmakla, o örgütün (dönemin en ileri siyasi metinlerinden biri “Kürdistan Devriminin Yolu” başlıklı bir manifesto eşliğinde) yükselişinde büyük rol oynamakla ve son nefesine kadar sosyalizme ve Kürt ulusunun “Kendi Kaderini Tayin Hakkı” mücadelesine bağlı kalmakla elbette tarihe geçmeyi çoktan hak etti. Bir dönem Filistin ve Lübnan’da dönemin sosyalist örgütlerinin kamplarında da eğitim görmüş bu büyük devrimciyi anlatmak yerine; kendisinin çok kullandığı ama bugünlerde Kürt hareketinin hemen her kademesinde hamasi ve soyut anlamının dışında neredeyse hiç kullanılmayan, programatik olarak “demode” olmuş,  siyasi mücadelenin odaklarından biri olmaktan çoktan çıkmış   “işçi sınıfı”, “sosyalizm”, “devrim”, “sömürge” gibi kavramların ışığında kendi sözleriyle hatırlamak çok daha anlamlı olacaktır.

26 Mayıs 1981 tarihli mahkeme tutanaklarından, mahkeme hâkiminin sorularıyla neredeyse bir tür röportaj gibi kayda geçen ifadesinden yaptığımız alıntıları tam da şimdi tekrar tekrar okumak gerek: (Vurguların tamamı bize ait.)  (Kemal Pir’in ifadesinin tamamı  için : http://www.saradistribution.com/hayri_durmus_savunma.htm)

“(…) Ben yoksul bir aile çocuğu olarak dünyaya geldim ve 12 Mart döneminde Türkiye’de devrimciler öldürülüyordu. İdam ediliyorlardı. Halk üzerinde gerçekten büyük bir baskı vardı. Ben de o yıllar öğrenci idim. 1972 yıllarında öğrenci idim. Ve ben bunların gerçek nedenlerini araştırmak istedim ve Türkiye’de de bir eşitsizliği görüyordum. Eşitsizlik vardı, işçi sınıfının baskı altına alındığı, sömürüldüğü, yani yoksul, gece kondu mahalleriyle, burjuva mahalleri arasında farklar açık, belirgin, yoksul köylünün durumu da açık, belirgin; ama bu ülkede refah sürenlerin durumu açık, belirgindi. Aynı zamanda dünya çapında ulusal kurtuluş hareketlerinin ve sosyalist hareketlerin de önemi vardı ve 1972 yıllarındaki devrimci gençlik hareketleri ve devrimci hareketler beni dünyadaki olan olayları araştırmaya, incelemeye, tahlil etmeye, öğrenmeye götürdü. Ben araştırır, incelerken ve tahlil etmeye çalışırken işleri gerçek, çıplak olarak kavramaya çalıştım ve Marksizme yöneldim. Marksizm’in tek doğru düşünce sistemi olduğunu, sosyalist sistemin ezilen sınıfları kurtaracağını, eşitsizliği ortadan kaldıracağını, dünyadaki eşitsizliğin kapitalist sistemden kaynaklandığına inandım, Marksist oldum. Yani sosyalist oldum. Dünyayı tanımak benim için bilmek, tanımak yetmiyordu. Dünyayı değiştirmek gerekiyordu. Değiştirmek içinde mücadele etmek gerekiyordu. Ben aynı zamanda sadece bilen bir insan değil, bilen, araştıran bir insandan ziyade dünyayı değiştirmek için mücadeleye katılmanın da gerekliliğine inandım ve mücadeleye katılmak istedim.(…)

Duruşma Hâkimi: Kemal, nasıl bir değişiklik? Dünyayı değiştirmek dediniz?

Kemal Pir: Dünyada hüküm süren eşitsizlik var. Bu eşitsizlik kapitalizmden kaynaklanıyor. Kapitalizmin en üst aşaması emperyalizme karşı mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele, sosyalizm için mücadele. Buna karar verdim.

Duruşma Hâkimi: Değiştirmek, sosyalizmin kapitalizmin yerine ikamesini mi kastediyorsunuz?

Kemal Pir: Evet, sosyalizmin, kapitalizmi yok etmesini, yani sosyalizmin hakim olmasını, bu doğrultuda. Şimdi, ama değiştirmek basit bir olgu değil, yani normal olarak insanlara anlatmakla mümkün: insanları ikna etmek mümkün, ama öyle ki her sistem kendisini koruyacak örgütleri de yaratmış. Bizatihi mahkemelerin varlığı, ceza şeylerinin varlığı, işte silahlı güçlerin varlığı; her sistemin kendisini koruma örgütleridir. Bu örgütler müsaade etmiyorlar. Müsaade etmedikleri için, yani devlet örgütünün bizatihi varlığı sistemi koruyor. Devletin yıkılması gerekir. Düşüncem bu. Bir de sistemi ikame etmek istiyorsan o devletle mücadeleyi, (Marksizm'de de böyledir zaten) hedef alıp o devleti ortadan kaldırmalısın. O devletin yıkıntıları üzerinde yeniden bir devleti inşa etmek zorundasın. Şimdi ben işte bu dönemde Türkiye’deki devletin, bu şekilde ortadan kaldırılmasına inandım. Çünkü Türkiye’de hüküm süren sistem kapitalist sistem, emperyalizme bağlı bir sistem. Benim devrimci olmamda etkenlerden birisi de bu zaten. (…)

Ortadoğudaki emperyalizme karşı mücadelenin genel sorunlarını tartışırken, Kürt toplumu da var. Ben üniversiteye geldiğim zaman Kürtlerin varlığından haberim bile yoktu. Üniversite yıllarında ben baktım Kürtçe falan konuşuyorlar. “Evet biz Kürdüz” falan diyorlar baktım bunlar Türkçe değil, Kürtçe konuşuyorlar. Bense Türkiye’nin sorunlarını çözmekten yana mücadele etmek istiyorum, o zaman Türkiye’nin sorunlarını incelemem gerekir. Türkiye’yi bilmem tanımam gerekiyor. Türkiye’de hüküm süren ekonomik yapıyı, siyasal yapıyı tanımam gerekiyor. O zaman ben de Kürt’leri ve Kürdistan’ı da tanımaya çalıştım. Baktım ki, bir toplum var. Böyle bir topluma kapitalizm biraz girmiş. Proleterleşme var, sınıflaşma var, o zaman ulustur böyle bir toplum. Böyledir dünya çapında; kapitalizm biraz girmişse ve sınıflaşma varsa o toplumda farklı modern sınıflar anlamında burjuvalaşma varsa, modern sınıflar varsa, o toplum, böyle bir toplum ulustur o zaman, tarihsel olarak ta Kürdistan’ın teşekkülü var. Kürdistan tarihini, Kürt’lerin tarihini incelememiz gerekiyor, evet birazda Kürtlerin tarihini bulabildiğimiz imkanlar ölçüsünde inceledik, inceledim, incelemeye çalıştım. Ve 1976 yıllarında ben bu harekete katıldım. Kesin olarak katılmaya karar verdim, önceden tanıyordum, 1974 yıllarından beri tartışıyorum; ama 1976 yıllarından itibaren bu harekete katılmaya kesin kara verdim.

(…)

Fakat bu, benim düşünce sistemimde kurulacak siyasal iktidarda, Türkiye’de olsun, Kürdistan’da olsun veya bir Arap ülkesinde olsun; demokrasiyi kuracağız ama demokrasinin bir sınıf karakteri vardır. Hangi demokrasi? Proleterya demokrasisini kurarsan bunun adı proletarya diktatörlüğüdür.”

(…) Ben bu harekete deminki saydığım nedenlerden dolayı katıldım. Devlete düşmandım, devleti yıkmak istiyorduk biz, burjuva sınıflarının devleti olduğu için yıkmak istiyorduk. Onun için bu hareketi araştırdım, baktım. Bu hareket ne diyor, ne demiyor. Komünist mi, değil mi? Sosyalist mi? Basit milliyetçi bir hareketse asla katılmazdım. Basit Kürt milliyetçi bir hareketi ise katılmazdım. Milliyetçiliğe karşıyım çünkü ben. Milliyetçi değilim, milliyetçi düşüncenin hangi ulustan olursa karşısıyım çünkü ben, milliyetçi değilim, milliyetçi düşüncenin hangi ulustan olursa karşısındayım. İster bunlardan olsun, ister ne olursa olsun, Kürtlerden olsun. Katılmazdım ben böyle bir harekete.

(…) Onun için de ulusal kurtuluş, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketleri ile Türkiye devrimci hareketi arasındaki bağ var. Ben bu bağa da inandığım için bu iki halkın kardeşliğine de inandığım için ama hakim sınıflarsız, ikisinin de hakim sınıfı yok edilecek, ondan sonra bu iki halkın birleşmesi de mümkün özgürlük şartlarında, hatta ben Ortadoğu da daha büyük devletlerden yanayım. Ama eşit ve özgür temellerde daha büyük devletlerden yanayım. Burjuva sınıflarsız, hakim sınıflarsız feodal, kompradorlarsız büyük devletler.”