HDK: Kürtlerle dayanışma başka, sosyalist örgütlenme başka!
12 Haziran seçimlerinden zaferle çıkan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bileşenlerinin başka çevrelere de açılarak kurdukları Kongre Girişimi, 15-16 Ekim günleri yaptığı toplantıdan sonra, kendini Halkların Demokratik Kongresi (HDK) olarak kurduğunu ilan etti. Devrimci İşçi Partisi (DİP), gerek seçim blokuna, gerekse Kongre Girişimi’ne, politik ve ideolojik gerekçelerini gayet berrak biçimde açıklayarak katılmamıştı. Halkların Demokratik Kongresi’nde ortaya çıkan tablo, DİP’in gerekçelerinin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Sosyalist solda Halkların Demokratik Kongresi’ne (HDK) katılmayanların tavrını ikiye ayırmak gerekiyor. Bir kesim sosyalist parti ve grup, Türk milliyetçiliğinden etkilendikleri ya da Kürt halkı ile yakınlaşmanın kendilerine puan kaybettireceğini hesapladıkları için Kürt hareketi ile ittifaka hep karşı oldular. HDK’dan da bu nedenle uzak duruyorlar. DİP, tam tersine, Türkiye’de sosyalist solda sosyalistler ile Kürt hareketinin işbirliğini en erken önermiş akımın mirasçısıdır. Ama bu işbirliğini her zaman Kürt halkı ile işçi sınıfı arasında bir toplumsal ittifakı gerçekleştirmenin aracısı olarak görmüştür. Bugün kurulan HDK, böyle bir toplumsal ittifakı amaçlamıyor, buna uygun bir yapılanma oluşturmuyor. DİP, ezilen Kürt halkının taleplerini savunmakla ve onunla her daim dayanışma içinde hareket etmekle birlikte, HDK’ya bundan dolayı katılmıyor.
“Yolları açık olsun” mu?
HDK’ya katılmayanlardan bir bölümü (mesela BirGün gazetesi), bu yeni kuruluş için “yolu açık olsun” yaklaşımını benimsemiş. Bunu anlamak mümkün, çünkü bu tür çevreler HDK’ya katılmamakla birlikte onun bu dönemdeki temel yanılgısını paylaşıyorlar: Anayasal hayaller!
Bizim HDK’ya “yolunuz açık olsun” dememiz mümkün değil, çünkü somut güncel politika açısından, HDK’nın savaşın getirdiği kan ve ateşe karşı öne çıkarttığı alternatif “demokratik sivil yeni anayasa”. DİP ve Gerçek gazetesi, bu tür bir yönelişin sosyalist sola ve işçi hareketine ne kadar ağır bir atalet getireceğini, sınıf mücadelesinin elini ayağını nasıl bağlayacağını, solu ve sendikaları TÜSİAD’la nasıl ittifaka iteceğini kanıtlarıyla ortaya koymuş bulunuyor. Üstelik bütün bunlar tam da dünya ekonomik krizinin Türkiye’ye de sıçrayarak burjuvazinin işçi sınıfına saldırısını daha da ağırlaştıracağı bir dönem için planlanıyor. Kapitalizme karşı dünya çapında bir bilinçlenmenin ağır ağır geliştiği bir dönem için öneriliyor. Ayrıca, bu tür bir “sivil demokratik anayasa”nın burjuvazinin farklı kanatları arasındaki kavga dolayısıyla geleceğinin olmadığı da DİP tarafından ortaya konulmuş bulunuyor.
Bu durumda HDK’ya “yolunuz açık olsun” demek, intihara hazırlanan bir dostunuzun omzuna vurup “yürü aslanım!” demekten farksızdır!
Kürt hareketi bizim dostumuzdur, biz onun dostuyuz. Bunun için acı konuşuyoruz. Kürt halkının haklarını siyasi bir çözüm temelinde kazanması için koskoca bir anayasaya ihtiyacı yok. Mesele siyasidir, hukuki değil. Kürt sorunu siyasi olarak çözüldükten sonra anayasada birkaç maddenin değişmesi yeter.
Sosyalistler bizim dostumuzdur, biz de onların dostuyuz. Bunun için acı konuşuyoruz: TÜSİAD ile ittifak işçi sınıfına yaramaz. Sosyalistlere ne yarar, ne yakışır. Yol yakınken iyi düşünün!
***
HDK’daki sosyalistlere sorular
- HDK’nın Genel Meclis’ine seçilen adlara bakıldığında, salt tanıyabildiklerimiz arasında bile açıkça liberal isimler var: Ufuk Uras, Ferhat Kentel ve diğerlerinin yanı sıra DSİP ve EDP gibi “yetmez ama evet”çi, yani “demokratik”leşme” yolunda AKP ile ittifak taraftarı partiler, Genel Meclis’te ise onların temsilcileri var. Burjuvazinin iki kampından bağımsızlığı bu kişilerle ve partilerle mi kazanmayı umuyorsunuz?
- HDK ile “Türkiye halklarının birleşmiş olduğunu” söylüyorsunuz. Kürt halkını anladık. Haydi, Aleviler de geliyor diyelim. Sosyalistler Türkiye’nin öteki halklarını harekete geçirebiliyorlar mı ki, birkaç bölgeden birkaç ilerici, toplantıya geldi diye hemen “halklar birleşti” saptamasını yapıyorsunuz? İşçi sınıfı olmadan birleşen nasıl “halklar” oluyor?
- HDK programı, “demokratik özerklik” ilkesinin, DİP’in savunduğu gibi sadece Kürt halkının kendi hakkındaki kararları kendinin vermesi için bir model olmanın ötesinde, bütün Türkiye’de uygulanmasını savunuyor. Siz AB’nin ve neoliberal modelin savunduğu türden bir ademi merkeziyetçiliğin, Kürt halkının haklarının ötesinde bütün ülkeye uygulanmasını kabul mü ediyorsunuz?
- EMEP’in teorisyenlerinden Aydın Çubukçu, HDK’yı göklere çıkarttıktan sonra, soruyor: “Buradan ne sonuç çıkar, hangi kararlar alınır ve nasıl uygulanır, tarih boyunca yenilmiş olanları bu kez zafere götürür mü?” Kimin zaferini bekliyorsunuz? Şayet bu işçi sınıfının da zaferi olacaksa, partisiz zafer oluyor mu? Yoksa Kongre’yi parti yerine mi koyuyor bazı sosyalistler?
***
HDK programı konusunda içeriden bir tanıklık
15-16 Ekim toplantısında program tartışması sırasında söz alan Sosyalist Dayanışma Platformu’ndan (SODAP) Muzaffer Kaya şöyle demiş:
“Sınıf mücadelesi sadece emeğin hakları şeklinde yer almış. Sömürünün öznesi programımızda yer almıyor... Sınıf vurgusunun olmadığı program liberalizmin etkisi altındadır. Programda alternatif düzen vurgusu yok. Kapitalizme karşı tepkinin bu kadar yükseldiği dünyada, programımızda kapitalizme karşı sosyalizm vurgusu yer almalı.” (BirGün, 18 Ekim 2011, s.3)
Devrimci İşçi Partisi, başından beri Kongre’nin programında bir temel aktör olarak işçi sınıfının olmadığını, “haklar” edebiyatının her muhalefet partisinde olacağı kadar programda yer aldığını söylüyor! Sosyalistlerin böyle bir kuruluşta yeri ne?
SODAP temsilcisi işi sosyalizme bağlamakla da yanılıyor. Kürt hareketi ile sosyalizmi hedef olarak önüne koyan bir programda buluşulamaz. Bu yüzden de HDK sözcülerinin konuşmalarında heyecan yaratan “sosyalizm” referansları kullanmaları içi boş bir retoriktir. Sorun “sosyalizm” değildir. “Sosyalizm” istendiği kadar programda ve dillerde olsun, işçi sınıfı olmadıktan sonra sosyalizmin motoru kim olacak?
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.