Paris Komünü 150 yaşında!

“Paris’in proleterleri, egemen sınıfların yenilgilerinin ve ihanetinin ortasında, kamusal işlerin yönetimini kendi ellerine alarak mevcut sorunları çözmelerinin zamanının geldiğini kavradı. (...) Kendi kaderlerinin efendileri hâline gelmelerinin ve iktidar gücünü ele geçirmelerinin en önemli görevleri ve mutlak hakları olduğunu kavradılar.” (Ulusal Muhafız Merkez Komitesi, Paris, 21 Mart 1871)

Bundan tam 150 sene önce, Paris’in işçi ve emekçi halkı, tarihin ilk işçi iktidarını kurduklarını yukarıdaki bildirge ile ilan etti. 72 gün boyunca Paris’e egemen olan işçi sınıfı, tarihin gördüğü ilk proletarya diktatörlüğünü kurdu. Paris devriminin ardından yapılan delege seçimlerinde, doksan delegeden yetmiş ikisi işçilerden oluşuyordu. Engels’in deyimiyle proletarya diktatörlüğünün neye benzediğini görmek isteyen Paris Komünü’ne bakmalıydı. Marx, Paris Komünü’nde o ana kadar içi doldurulmamış olan “proletarya diktatörlüğü” kavramının temel ilkelerini görüyordu.

1871’e giden yol

19. yüzyıl Fransa’sı, birinci Fransız devrimi (1789) sonrasında adeta bir sınıf savaşları arenasıydı. Bir yandan sanayi burjuvazisi ulusal ve siyasal egemenliğini sağlamaya çalışırken diğer yandan toprak beyleri ile büyük ölçekli kredi işleriyle uğraşan bağımsız bankerlerden oluşan mali aristokrasinin iktidara tutunma mücadelesi devam ediyordu. Fransa işçi sınıfıysa birinci Fransız devriminin ardından tarih sahnesine iki devrim ile (1830 ve 1848 devrimleri) çıkıyordu. 1851 yılında bir darbeyle başa gelen, Bonapartizm kavramına adını veren diktatör III. Napolyon’un  kurduğu II. İmparatorluk; yükselen işçi sınıfı mücadelesine karşı birleşen toprak beyleri, sanayi burjuvazisi ve mali aristokrasinin birlikte iktidarıydı. İmparatorluğun tarihsel amacı ise işçi sınıfının iktidarının önüne geçmek ve burjuvazinin, tek başına yönetme kabiliyetinin yokluğunda, krallık yanlısı toprak beyleri ile birlikte düzenin ayakta tutulmasıydı.

Bonapartizmin egemen olduğu 20 yılın sonunda Prusya-Fransa arasında başlayan paylaşım savaşı ve III. Napolyon’un teslim oluşu Paris Komünü’ne giden yolu hazırladı. Savaş, savaşın beslediği yoksulluk ve hükümetin zayıflığı, tarihte bir devrime daha zemin hazırlıyordu. Sedan Muhaberesi’nde mağlup olan Bonapartistlerin teslim olmasının ardından yükselen devrimin ilk dalgası ile III. Napolyon devrilmiş; ancak burjuvazinin temsilcileri iktidarı gasp ederek 4 Eylül günü Ulusal Savunma Hükümeti’ni kurmuştu. Burjuvazi Paris’e yaklaşmakta olan Prusya birliklerinden çok Ulusal Muhafızlar bünyesinde silahlanan Parisli işçilerin giderek güçlenmesinden korkuyordu. Böylece hükümet, silahlı Paris’ten duyduğu korku ile Prusya’ya teslim oldu. Hükümet teslim olurken, Ulusal Muhafızlar kendini yeniden örgütlemiş, yönetimi tabanı tarafından seçilen Merkez Komitesi’ne vermişti. Olası bir Prusya işgaline karşı teyakkuz halindeydi. Prusyalıların çeşitli semtlerde bıraktıkları topların ve mitralyözlerin Montmartre’a, La Villette’e ve Belleville’e taşınmasını Paris işçi ve emekçileri bilfiil gerçekleştirdi.

1871: ilk işçi iktidarı

Paris’in hâkimi konumunda olan, Prusya’ya karşı şehrin savunmasını üstlenmiş silahlı işçi sınıfının varlığından rahatsız Fransız burjuvazisi, bürokratı Thiers aracılığı ile Meşruiyetçi partiyi (hanedan yanlıları) yeniden canlandırma hazırlığına başladı. Diğer yanda ise savaş yenilgisinin doğurduğu kayıpların kendi ceplerinden telafi edileceğini bilen kentli küçük burjuvazi, Parisli işçilerin yanına yaklaşıyordu. 31 Ekim’de belediye binasının işgali ile işçilerin hükümet üyelerini esir alması girişimi çeşitli nedenlerle yarıda bırakıldı. Bu sırada şehrin çevresindeki Prusya kuşatması da devam ediyor, Fransa emekçi halkı şehrini savunuyordu.

Ekim devriminin iki büyük önderinden biri olan Trotskiy’in ifadesiyle, silahlı proletarya gerçekte kentin efendisiydi, elinin altında tüm nesnel iktidar araçları –top ve tüfekler– bulunuyordu, fakat bunun farkında değildi. Ulusal meclisin oluşturulması sonrasında Şubat ayında hükümetin başına getirilen Thiers, yaklaşan tehlikenin farkında olduğundan Parisli işçileri silahsızlandırmaya girişti. Ağır silahların ele geçirilmesi amacıyla Montmartre semtine düzenlediği baskın, iç savaşın fitilini yaktı. Paris’in emekçi halkı, Prusya işgaline karşı kendi elleriyle topladığı silahları hükümete teslim etmeyi reddetti.[1] Thiers tarafından Ulusal Muhafız’a bağlılık çağrıları yapılsa da çağrılar karşılık bulmadı; 300.000 Ulusal Muhafız’dan yalnızca 300’ü Thiers’in çağrısına cevap verdi.

72 günde yapılanlar

Savaş koşullarında kendiliğinden gelişen devrim, 18 Mart itibarı ile tarihin ilk işçi iktidarını ilan etti. Mevcut devletin tüm yetkilerini Komün devraldı ve derhâl toplumda ciddi dönüşümleri sağlayacak kararlar alarak uygulamaya soktu. İdari ve adli kurumlar ile eğitim vb. hizmetlerde çalışanlar ilgili herkesin oy hakkına sahip olduğu seçimlerle belirlendi ve bu kişilere verilecek en yüksek ücret işçi ücretleri düzeyi ile sınırlandı. İşçi ücretlerinde kesintiye gitmek amacıyla yapılan ceza uygulaması ve gece çalışması yasaklandı. Kiralar ve esnaf ve zanaatkârın ödenemeyen kredi borçları ertelendi. Kilise devlet işlerinden koparıldı; kiliseye ayrılan bütçe kesildi, tüm kilise arazileri kamulaştırıldı. Eğitim parasız olarak halka açıldı. Yabancılara yurttaşlık vermekle kalmadı, Komün’e seçilmeleri bile olanaklı hâle getirildi. Kadınların kurtuluşu için kurulmuş olan Kadın Birliği’nin çalışmaları ile gönüllü birliktelik ve evlilik dışı çocukların hakları tanındı.

Komün, duyurularında savaşın gerçek sorumlularının savaş masraflarını üstlenmek zorunda olduklarını açıklıyordu. Ulusal önyargıları değil, enternasyonalizmi işledi; Enternasyonal’in Alman bir üyesi (Frankel), Komün’e seçildi. Komün, halka “ulusal şan”dan başka hiçbir şey vadetmeyen I. Napolyon’un 1805’teki zaferi anısına dikilen Vendôme Sütunu’nu ise paramparça etti.

En önemlisiyse yıkılan devletin kimi aygıtlarının lağvedilmesiydi. Ordu ve polisin dağıtılarak yerine halkın silahlandırılması, burjuva devletine el koyulduğunda devlet organlarının olduğu gibi kullanılmasına devam edilemeyeceğinin bir göstergesiydi. Marx bunu 1852 yılında III. Napolyon’un diktatörlüğünü incelediği Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i başlıklı eserinde öngörmüştü. Marx ve Engels, Komünist Manifesto’ya Paris Komünü’nden bir yıl sonra 1872’de yazdıkları bir Önsöz’de bunu yeniden vurguladılar. Tıpkı feodalizmin sahip olduğu tüm kurumların parçalanarak yerine burjuvazinin siyasal üstünlüğünün aracı olan burjuva devletinin getirilmiş olması gibi; burjuvazinin siyasal hakimiyetinin aracının da işçi sınıfı tarafından kullanılması mümkün değildi. Burjuva devleti ve devletin tüm organları sökülüp atılmalıydı.

Tereddütler ve yenilgi

Paris Komünü, adeta erken gelen bir devrimdi. Bazı büyük kentler dışında ülke neredeyse bir köylü ülkesi durumundaydı. Bu durum Paris Komünü’nün ülke çapında yalnız kalmasına yol açtı. Köylülerden oluşan Versay ordusu, Paris’e düşmandı. Ama sadece o değil, bütün Avrupa burjuvazisi de Komün’e karşı birleşmiş durumdaydı. Düne kadar Fransa ile savaşan Prusya bile söz konusu düzenin çıkarları olduğunda Versay’a destek oluyordu. Ne var ki Paris Komünü’nün yenilgisinde bu etkenlerin yanında belirleyici olan ve ders çıkarılması gereken etkenleri Komün’ün kendi pratiğinde aramak gerekiyor.

Burjuva devletinin yıkılmasının hemen ardından kapitalist üretim ilişkilerinin temelini oluşturan kurumların kamulaştırılması gelmeliydi. Bu kurumların başında da Fransa Bankası geliyordu. Ne var ki Fransa işçi sınıfı, burjuvazinin mülksüzleştirilmesi aşamasında tereddütte kaldı. Lenin, sosyalist devrimin somut görevlerini ortaya koyan bu görkemli zaferin meyvelerinin iki önemli hatayla yok edildiğini söyler. Buna göre ilk hata, proletaryanın “mülk sahiplerini mülksüzleştirmek”ten geri durmasıdır. Gerçekten de Komün, başta merkez bankası olmak üzere, bankaların kamulaştırılması gibi sosyalizm yolunda atılması gereken önemli adımlardan geri durdu. Fransa Bankası’nın kamulaştırılması yoluyla burjuvazi üzerinde ciddi bir baskı oluşturulması mümkünken; Fransa Bankası’na el koyulmadı. Özellikle Proudhoncu küçük burjuva fikirlerin Paris emekçileri üzerindeki etkisi, işçi sınıfının zayıflatıcı yanılsamalar yaşamasına ve sosyalizme doğru barışçıl bir evrim fikrinin kabul edilmesine yol açıyordu.

Öte yandan aylardır kuşatma altında kalmış Paris, bir yandan da erzak sıkıntısı çekiyordu. Komün 72 gün ayakta kalmış, bu süre zarfında el koymalarla din adamlarından yalnızca 8.928 frank elde edilmişti. Kapalı atölye ve fabrikaların, mülk sahibi nerede olursa olsun, tazminat ödenmesi şartıyla kamulaştırılması kararı, yine bu hassasiyetin ve yasalara duyulan saygının bir yansımaydı. Paris, bir işçi devleti ekonomisini kurma hazırlığına girişmeliyken bunu gerçekleştiremedi.

Bunların yanı sıra Paris’in çevre illerinde kurulan komün deneyimleriyle (Lyon, Marseille vb.) hiçbir bağ kurulmadı. Kurulan komünlerin merkezileştirilmesine gidilmemesi Paris Komünü’nün mali sıkışmasına sebep olurken, Komite’nin bu tavrı Paris emekçilerinde savaşılanın geçmiş devletlerdeki gibi merkezileşme olduğu düşüncesini uyandırdı. Ayrıca Trostkiy’e göre diğer bir eksiklik, düzenli ordudan kalan piyadelerin Versay’a geri çekilmek istemediği haberi dolaşmasına rağmen piyadelerin Versay hükümetinden kopuşu için Komün tarafından hiçbir faaliyette bulunulmamasıdır. Bu ihtimalde mevcut Versay yönetiminin daha da zayıflatılması mümkünken, eldeki imkân değerlendirilememiştir.

Lenin’e göre ikinci hataysa düşmanların yok edilmesi yerine onlara ahlaki etkide bulunulmaya çalışılmasıdır. Aynı şekilde Trotskiy, “yasallığa” duyulan saygı ve düşmana gösterilen pasif tutumun yenilgiyi hazırladığını dile getirmiştir.

Sınıfın siyasal egemenliğin tek dayanağı

Parisli işçi ve emekçilerin en hayati ve öncelikli görevi, düşmanın silahsızlandırılarak etkisiz hâle getirilmesiydi. Sınıf egemenliğin zora dayalı olduğu, zor kullanımının en belirleyici etken olduğu sınıf savaşında, Fransa işçi sınıfı gereksiz bir ılımlılık içerisindeydi. Komün, silahları teslim etmemişse de elindeki silahları kullanmaktan kaçınmıştı. Devrim henüz başlamışken, savunmasız şekilde Versay’a kaçan Thiers ve burjuvazinin güçleri, Ulusal Muhafızlar tarafından kolayca ezilebilirdi.

Halbuki Komün’ün başındaki Merkez Komitesi, polisler dahil olmak üzere, tüm siyasi tutsakları anında serbest bırakmış, tek bir rehineyi veya tutukluyu idam etmemiş, yangın bombaları taşıyan polis memurlarını bile bağışlamıştır. Ulusal Muhafız nöbetçilerine saldıran çetelere dahi halen kurallara uygun “dağılma uyarıları” yapılırken, bir yandan da Komün seçimlerine Versay dahil ediliyordu. Öteki tarafta ise Versay hükümeti, sınıf çıkarlarının bilincinde, Komünarlara yönelik vur emri çıkarmıştı. Nitekim Thiers’ın finans çevrelerinden borç talebinin, Paris’teki devrimin en hızlı şekilde bastırılması koşulu ile kabul edildiği sonradan bizzat Thiers tarafından açıklandı.

Thiers, Komünarları kasap gibi doğrayanlara madalyalar takıyor, hükümetin ajanları Komünarlar evlerinde iken evlere petrol dökerek yakıyordu. Versay’ın saldırgan tutumuna karşı Komün tarafından Misillemeler Kararnamesi çıkarılmışsa da yasa hiçbir zaman uygulanmadı. Kararname’nin çıkarıldığını duyan Versay, bir an için duraksamış olsa da yasanın uygulanmadığını görünce şiddetini artırdı. Versay’ın yavaş yavaş gücünü toplamasına müsaade edilmesi ve Merkez Komitesi’nin bu ılımlı politikası, 50.000’e yakın işçi ve emekçinin hayatına mal oldu. Henüz Prusya ile yeni ateşkes imzalamış Fransız hükümeti, sınıf menfaatleri çerçevesinde Prusya Şansölyesi Bismarck ile anlaşarak Komün’ü kanlı bir taarruz ile bastırdı, yalnızca bir hafta süren taarruzda 30.000 işçi hayatını kaybetti. Parisli küçük burjuvazi yenilginin yaklaştığını hissedip kaçışırken, Parisli işçiler Komün’ü son ana dek savundu.

Yenilgi ve zafer

Komün tarafından gerçekleştirilen tüm ileri adımlar, el yordamıyla yapılanlardan ibarettir. Yapılabilenler işçi sınıfının somuta dayalı sezgilerinin ürünü ise, yapılamayanlar Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi’nde önemli ağırlığı bulunan Blankistler ile Proudhon’un okulundan sosyalistlerin teorik iflasının bir ürünüydü. İşçi sınıfı, ilk iktidarında öndersiz kalmış; sınıfın herhangi bir programa sahip olmaksızın iktidara yükselişi, eylemlerinde kararsızlığa, küçük burjuva hassasiyetlere ve bunların neticesinde işçi iktidarının zayıflık sergilemesine sebep olmuştur.

Lenin, Trotskiy ve nice teorisyen tarafından Komün’ün yenilgisi defalarca ele alınmıştır. Ancak Komün’ün en temel dersi, önderlik eksikliğinin sonuçları olmuştur. Trotskiy 1921 yılında komün dersleri üzerine yazdığı yazının son paragrafında şöyle demektedir: “1871’in savaşçılarının kahramanlıktan yana eksikleri yoktu. İhtiyaç duydukları şey, yöntemde açıklık ve merkezi bir önder örgüttü. Bu yüzden yenildiler.” Sınıf içerisinde günbegün disiplinli çalışma yürüten, biriktirdiği deneyimle hareketin ihtiyaçlarını tespit edip buna göre politika geliştiren devrimci bir partinin yokluğu, Paris işçi sınıfının iktidara hazırlıksız yakalanmasına sebep olmuştur. İşçi sınıfına burjuvazi tarafından enjekte edilen yasallığa ve devlet kurumlarına duyulan saygı, devrimciler öncülüğünde vaktinde parçalanamamıştır.

Ne var ki dönemin devrimcileri, Paris Komünü’nden öğrenmiştir. Tarihin işçi sınıfının önüne çıkardığı fırsatlarda öncü partinin rolü, Bolşevizmde vücut bulmuştur. Nihayet 1917 Ekim devriminde bu parti işçi sınıfını zafere taşımış ve tarihin ilk işçi devletinin kurulmasına giden yolu hazırlamıştır. 150 yıl sonra, Afrika’dan Latin Amerika’ya birbiri ardına gerçekleşen isyan ve devrimlerin kucağındaki 21. yüzyılın dünyasında ise; Paris Komünü’nün derslerini anlamak, günümüz sosyalistleri ve devrimci partileri için büyük önem taşıyor.

 


[1]                Bismarck ile Jules Favre tarafından imzalanan Ateşkes ve Paris’in Teslim Olması Hakkında Sözleşme’de dahi söz konusu silahların Ulusal Muhafız’a ait olduğu kabul edilerek kazanan tarafa tesliminden hariç tutulmuştu.