Ölümlerinin 100. yıldönümünde devrimin kartalı Rosa, ateşleyicisi Liebknecht

Luxemburg-Liebknecht

15 Ocak, 1918 Alman Kasım devriminin iki büyük önderi Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht'in, karşı devrimin güçleri tarafından öldürülmesinin 100. yıldönümü. Her ikisi de işçi sınıfının ilk iktidarı 1871 Paris Komünü ile yaşıt iki büyük devrimci. Onlar devrimle dünyaya gözlerini açtılar, devrim için yaşadılar, devrim için öldüler.

Ekim devriminin iki büyük önderinden biri olan Trotskiy, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in katledilmesinin ardından, "Karşı devrim, hiç kuşku yok ki daha şanlı kurbanlar seçemezdi. Ne şaşmaz bir darbe! Tevekkeli değil! Devrim ve karşı-devrim birbirini iyi tanır" diyordu. Karşı devrim, Rosa'yı ve Liebknecht'i hedef aldı; çünkü Alman devriminin esas örgütleyicilerinin kimler olduğunu en iyi onlar görüyordu. Alman devriminin başarısının, sadece Alman burjuvazisi değil, bütün dünya kapitalizmi için tehdit oluşturacağını; Ekim devriminin ardından Almanya'da muzaffer olacak bir devrimin, dünya devrimi dalgasını güçlendireceğini en iyi onlar biliyordu. Alman devriminin zaferine izin vermemek, onu yenilgiye uğratmak için en yılmaz savaşçılarını, en uzlaşmaz neferlerini katletti.

Birbirini tamamlayan iki devrimci önder

Rosa Luxemburg, Alman sosyalist hareketinin devrimci kanadının hem teorisyeni hem de önde gelen liderlerinden biriydi. 100 yıldan fazla bir zaman öncesinin Almanya'sında Polonyalı, üstelik de Yahudi bir kadını tarif ediyor bu sözler. Lenin, Rosa için ölümünden sonra, "O bir kartaldı ve kartal olarak kalacaktır; ve anısı bütün dünya komünistleri için daima değerli olmakla kalmayacak (aynı zamanda biyografisi ve bütün eserlerinin yayınlanması) dünyada pek çok komünist kuşağın eğitilmesinde son derece yararlı kılavuzlar olarak hizmet edecektir." diyordu. Rosa, o zamana kadar erkeklerin dünyası olagelmiş bir alana girdi, kapitalist düzenle barışma ve işçi sınıfının devrimci politikasından uzaklaşma yönünde parti içinde ortaya çıkan eğilimlere karşı en erken eleştiriyi yaptı. Sıkı bir polemikçi, kalemi güçlü bir yazar, müthiş bir hatipti.

Rosa Luxemburg'un en yakın mesai arkadaşı Karl Liebknecht, tıpkı Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD'nin kurucularından olan babası Wilhelm Liebknecht gibi hayatını mücadeleye adamış bir devrimciydi. O, Rosa gibi güçlü bir teorisyen değildi ama tam bir eylem ve pratik insanıydı. Rosa ile Liebknecht'in birbirilerini nasıl tamamladıklarını şöyle anlatıyordu Trotskiy: "Evet, Karl ile Rosa birbirlerini tamamlıyorlardı! Teorik düşünme ve genelleme yeteneğiyle Rosa, sadece karşıtlarından değil, aynı zamanda yoldaşlarından da ilerideydi. Çok zeki bir kadındı. Onun sıkı, kesin, parlak ve amansız üslûbu, daima düşüncesinin hakiki bir aynası olarak kalacak. Liebknecht bir teorisyen değildi. O bir doğrudan eylem adamıydı. Atılgan ve ateşli bir mizaca, olağanüstü bir politik sezgiye, içinde bulunulan şartlara ve kitlelerin ruh haline dair üstün bir farkındalığa ve nihayet devrimci inisiyatifin eşsiz cesaretine sahipti."

Enternasyonalizmin bayrağı

Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD, dönemin en büyük işçi sınıfı partisiydi. (O dönemde Marksist partiler sosyal demokrat ismini alıyordu.) 1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak o dönemin sosyal demokrat partileri, kendi burjuvazilerine yurt savunması adı altında soldan destek olan bir politika benimsediler. Luxemburg ve Liebknecht, bu savaşı emperyalistlerin bir yağma savaşı olarak nitelediler. Emperyalistlerin, kendi çıkarları için işçi ve köylülere üniforma giydirerek onları birbirlerini öldürmeye gönderdikleri bu savaşa karşı işçi sınıfının enternasyonalist bayrağını yükselttiler. Rosa Luxemburg, sosyal demokratların bu politikası karşısında Komünist Manifesto'nun "Bütün ülkelerin işçileri birleşin!" şeklindeki son cümlesini hatırlatıp şöyle diyordu: "O zaman, Komünist Manifesto'nun sonunu şöyle değiştirmek gerekir: Bütün ülkelerin işçileri, barış döneminde birleşin! Savaş döneminde birbirinizi boğazlayın!" Liebknecht, "Esas düşman kendi ülkemizde!" diye haykırıyordu. İşçi sınıfı politikasının böylesine kahramanca savunulması neticesinde her ikisi de savaş döneminin büyük bölümünü hapiste yatarak geçirdiler. Sosyal demokratların bu sefil politikasına karşı parti içinde Spartaküs hizbini kurdular. Grubun adı Roma İmparatorluğu’na karşı büyük bir köle ayaklanmasının efsanevi lideri Spartaküs’ten geliyordu. Savaşın sonunda da, Gerçek gazetesinin bir önceki sayısında ayrıntılı bir yazı ile Ekim devriminin ikizi olarak andığımız 1918 Kasım devrimi Almanya’da patlak verdiğinde derhal Almanya Komünist Partisi’ni kurarak devrimin başına geçtiler.

Sosyal demokrasinin ihaneti

SPD, burjuvazinin çıkarlarını desteklemenin mükâfatı olarak hükümete alınmış, Alman devriminin dalgası ile karşı karşıya kalmıştı. Çareyi baskıyı arttırmakta buldu ve hedefe Almanya Komünist Partisi'ni ve en başta da Luxemburg ve Liebknecht'i koydu. 5 Ocak'ta patlak veren Berlin ayaklanmasını bastırmak için sağ sosyal demokratların liderleri Friedrich Ebert ve Savunma Bakanı Gustac Noske, Freikorps denen milliyetçi, gerici çetelerden oluşan 30 bin kişilik bir silahlı gücü seferber etti. Sadece 10 gün sonra, bu çeteler, Rosa ve Liebknecht’i ele geçirdi. Rosa başına aldığı dipçik darbeleriyle yaşamını yitirdi; Rosa'nın sadece dirisinden değil, ölüsünden de korkan karşı devrim güçleri onun cansız bedenini Berlin’in en büyük kanalına attı. Liebknecht başından vurularak öldürüldükten sonra cesedi kimsesizler morguna bırakıldı. Liebknecht'in cesedi günler, Rosa'nınki ise ancak aylar sonra bulundu ve Liebknecht'in yanına mitinge dönüşen büyük bir cenaze töreni ile defnedildi.

Bugünün mirası

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'i katledilişlerinin 100. yıldönümünde sadece tarihimize sahip çıkmak için değil, onların mirası geleceğimizi inşa edecek dersleri ve devrimci işçi sınıfı siyasetini temsil ettiği için anıyoruz. Çünkü onlar, tarihin ancak işçi sınıfının mücadelesiyle ilerleyebileceğine inanıyordu. Çünkü onlar kapitalizme duyulan öfkenin, sosyalizme ve devrime olan bağlılığın, işçi sınıfına olan güvenin, karşı devrimci güçlerin karşısında dimdik duruşun sembolüydü. Çünkü onlar, I. Dünya Savaşı'nın bütün gerici, barbar atmosferinin içinde, Avrupa'nın ortasında parlayan bir kutup yıldızıydı. Bugün emperyalist kapitalizm, derinleşen ekonomik kriziyle, gerici hareketlerin yükselişiyle ve dünya savaşının bir kez daha somut bir ihtimal olarak ufukta belirmesiyle insanlığı bir kez daha barbarlığa sürüklüyor. Rosa Luxemburg'un "Ya sosyalizm, ya barbarlık!" şiarı bugün de bütün somutluğu ile karşımızda duruyor. Barbarlığı yenmek için sosyalizmin zaferini inşaya çağırıyor!

3L: Luxemburg, Liebknecht, Lenin

Rosa Luxemburg ve Liebknecht'in 15 Ocak 1919'da katledilmesinden tam beş yıl sonra 21 Ocak 1924'te, tarihin en büyük işçi devriminin iki büyük önderinden Lenin, 54 yaşında yaşamını yitirdi. O tarihten sonra Alman işçi sınıfı, Liebknecht ve Luxemburg'un yanına Lenin'i de koyarak, Ocak ayında üç büyük devrimciyi 3L olarak büyük gösterilerle anmaya başladı. Onların ortak yanı, soyadlarının ilk harfleri ya da aynı ayda ölmüş olmaları değil. Onların ortak yanı, yaşadıkları dönemde işçi sınıfı enternasyonalizminin, devrimci Marksizmin en cesur, en kararlı temsilcileri olmalarıdır. Onların ortak yanı, 1917 Ekim devriminin ve 1918 Kasım devriminin önderleri olmalarıdır. Lenin'in muazzam teori ve pratiğin birlikteliği anlayışı, onu, devrimci programa sıkı sıkıya bağlı disiplinli bir mücadele örgütü olarak Bolşevik partisinin inşasına ve bu sayede devrimin zaferine götürmüştür. Onların ortak yanı, I. Dünya Savaşı sırasında "sosyalist" hareketin içindeki şovenizme karşı verdikleri mücadeledir. Lenin, Rosa ve Liebknecht'in ölümünün ardından bu mücadeleyi bir adım daha ileri taşımış, işçi sınıfının bugüne kadarki uluslararası örgütlenmesinin hem programatik hem de örgütsel bakımdan en ileri örneği olan Komünist Enternasyonal'in (Komintern) kuruluşu ile taçlandırmıştır. Onları yan yana getiren, 3L yapan işte bunlar. 3L'nin mirası bugünün mücadelesine ışık tutmaya, akla karayı ayırmakta turnusol kağıdı işlevi görmeye devam ediyor.  

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2019 tarihli 112. sayısında yayınlanmıştır.