İnsanlığa karşı işlenen bir suç: Gazi katliamının 30. yılı!

Burjuva medyası 30 yıl önce gerçekleşen Gazi katliamından "Gazi olayları” olarak bahsetse de o günlerde yaşananlar, birtakım olaylardan ibaret değildir, yaşanan şey oldukça organize bir biçimde hazırlanmış bir katliamdır. Katliamın boyutları o kadar büyüktür ki yarattığı etki ve ortaya çıkan sonuçlar günümüzde de devam etmektedir.
Her şeyden önce bu bir devlet operasyonudur ve yükselen sınıf mücadelesini bastırmak, hak mücadelesine girişmek isteyenlere gözdağı vermek amacıyla, kontrgerilla tarafından gerçekleştirilmiştir. 12-14 Mart tarihinde gerçekleşen katliam böyle bir zemin üzerinde yükselmiştir.
90’lı yıllar Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde muazzam bir yükselişin olduğu yıllara denk gelir. İşçi sınıfının ve Kürtlerin, çok büyük mücadeleler vererek kazanımlar elde ettiği yıllardır. Tüm bu mücadelelerin içinde Alevi halkının eşit yurttaşlık talebi de yerini alır. 12 Eylül darbesiyle kapatılan Alevi dernekleri yeniden açılmaya başlamış, birçok yerde Alevi halkı yöre dernekleri kurarak kitlesel şekilde örgütlenmeye ve taleplerini örgütlü biçimde dile getirmeye başlamıştı. Hem işçi sınıfının mücadele bayrağını taşıması, hem Kürt halkının boylu boyunca mücadelenin içinde yer alması, hem de neredeyse her dönem ezilen Alevi halkının örgütlenmesi devlet nezdinde birçok tehlikeye işaret etmekteydi. Gazi Mahallesi bu örgütlenmenin en yoğun yaşandığı, aynı zamanda Alevi ve Kürt emekçi halkının da yoğun şekilde yaşadığı bir mahalleydi. Tüm bunların yanında sosyalist hareketin de örgütlendiği bir alana dönüşmüştü. Bunun önüne geçmek şarttı!
Katliam nasıl başladı?
12 Mart 1995’de başlayan katliam iki gün boyunca sürmüş, Ümraniye’de de kısmi olarak polis saldırıları gerçekleşmiş ve farklı ilçelerde protestolarla devam etmiştir.
12 Mart akşamı bir taksi şoförü gasbedilerek öldürüldü. Ardından Alevilerin çoğunlukta olduğu üç kahvehane ve bir pastane silahlarla tarandı. Bir Alevi dedesi Halil Kaya öldürüldü. Saldırı sonrasında bir araya gelen mahalle halkının üzerine polis kurşun yağdırdı ve polis saldırısı sonucu bir mahalleli daha yaşamını yitirdi. 13 Mart günü ise Gazi mahallesine destek olmak amacıyla İstanbul’un birçok ilçesinden halk desteğe geldi. Cenazelerini teslim alamayan halk karakola doğru yürüdü ve polis tarafından yaylım ateşine tutuldu. Katliamın boyutları daha da büyüdü. Tam 15 vatandaşımız daha polis saldırısı sonrasında yaşamını yitirdi.
14 Mart günü ise devlet sokağa çıkma yasağı ilan etti. Mahalleye zırhlı araçlar ve neredeyse bir ordu sevk edildi. Katliam yaşanırken halk bir komite kurdu. Komitenin talebi basitti: "Cenazeler verilsin, sokağa çıkma yasağı kaldırılsın!” Bu talepleri görmezden gelen devlet saldırılarını arttırdı. Günlerce süren mücadele polis ablukası altında devam etti. Bu süreç içinde toplamda 22 kişi öldü, 300’ü aşkın kişi de yaralandı. Günler sonra OHAL kaldırıldı. Katliamın ardında büyük bir enkaz kalmıştı.
Failler belli, katiller yargılansın!
Daha önceki katliamlarda yaşanan cezasızlık örneği burada da kendini gösterdi. Dava kamuoyu baskısının artmaması için Trabzon’da görüldü ve yıllarca sürdü. Hakkında dava açılan 23 polisin neredeyse tamamı beraat etti. İki polise ise yalnızca 4 yıl hapis cezası verildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi işlenen suçla ilgili Türkiye’yi tazminata mahkûm etti. Bunun üzerine avukatlar yeniden dava açmak isteseler de bu talebe 10 sene sonra cevap verildi. 30 yıldır süren davada Alevi halkı hâlâ adalet bekliyor. Failleri belli olan katliamın tüm sorumluları yargılansın istiyor.
Mücadele et, örgütlen, hesap sor!
Alevi halkının uğradığı katliamların neredeyse tamamında adil bir yargılama yapılmadı. Hiçbir katliamın hesabı sorulmadı. Ya zaman aşımına uğratıldı ya da göstermelik cezalar verilerek kapatıldı. Hatta failleri devlet kademelerine, siyasetin tepelerine getirilerek ödüllendirildi. Alevi halkı tarih boyunca hep bir hürriyet mücadelesi vermek zorunda kalmıştır. Yaşadığımız dönemdeyse tam bir nefsi müdafaa içindedir. Devlet ne zaman sıkışsa mezhepçilik ya da ırkçılık kartını oynamaktadır. Alevi mahallelerinde bugün bile kapılara yazılar yazılmakta, sürgün etmek için zaman zaman provokasyonlar gerçekleşmektedir. Faşistlerin ve mezhepçilerin örgütlendiği yerde emekçi halkının örgütsüz olması katliamlara yeni kapılar açmaktadır. Alevi halkının ve emekçi halkın bir daha böyle katliamlar yaşamaması için örgütlenmesi, örgütlenerek mücadele etmesi gerekir. Ancak bu şekilde geçmiş katliamların hesabı sorulabilir ve yalnızca örgütlü şekilde mücadele edilirse adil yargılamalar gerçekleşebilir. Bu yetmez, başta CHP olmak üzere burjuva partilerinden kopmak gerekir. Çünkü CHP Alevi halkının uğradığı mezalimin hesabını soracak bir parti değil aksine iktidarın payandası konumundadır. AKP ne zaman sıkışsa CHP onun koltuk değnekliğini tüm emekçi halkı feda edecek şekilde yapmaktadır. Bugün de "normalleşme” adı altında bu payanda olma durumu devam etmektedir. Kahrolsun ırkçılık mezhepçilik, yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
Yaşasın Alevi ve emekçi halkın ekmek ve hürriyet mücadelesi!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2025 tarihli 186. sayısında yayınlanmıştır.